*Namaz en vazgeçilmez ibadet*


**

*Rabbimizin bize emrettiği en büyük ve en vazgeçilmez "namaz ibâdeti"ni
hakkıyla ve eksiksiz yerine getirebilmemiz için ilk şart, "namazın önemini
çok iyi kavramak"tır.

Her şey önemi derecesinde vazgeçilmezdir. İslâm büyükleri, ölüm döşeğinde
bile namazlarını kılmaktan vazgeçmemiştir. Ama biz, ahirzaman Müslümanları,
hiçbir gerçek mazeretimiz olmadığı halde namazlarımızı terk edebiliyoruz.

Gereken önemi verseydik böyle durumlara düşer miydik? Yemekten, sudan,
havadan vazgeçtiğiniz oldu mu hiç? Daha fazla imkâna kavuşabilmek için
yapılan "açlık grevi" dışında hiçbir insan, yeyip içmeyi terk etmez,
unutmaz, vazgeçmez.

Maddî hayatımızın devamı bu ihtiyaçlarımızın karşılanmasına bağlıdır.
Onların önemi ve değeri, onları vazgeçilmez kılmıştır.

Mânevî hayatımızın canlılığının devamı da, başta namaz olmak üzere tüm
ibâdetlerimizi hakkıyla yerine getirmemize bağlı olacaktır.

Sevgili Peygamberimiz (a.s.m.) ve yüce sahabeleri, Bedir Savaşının en
şiddetli ânında bile namaz kılmayı ihmal etmemişlerdi. Canlarını kurtarmayı
değil, sonu ölüm de olsa namazı tercih etmişlerdi.

Niçin?

Çünkü biliyorlardı ki, canı korumak, canı bağışlayanın elinde.

Namaz ise, canı verenin emri. Canlar cananının emrini hiçe sayan candan
hayır gelir mi? Hem bütün canları elinde tutanın emri hiçe sayılarak o can
korunabilir mi?

Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevî (k.s.) Hazretleri, en şiddetli hastalık ânında
dahi ibâdetlerini ihmal etmemiş, hattâ rahatlaması için ayağının uzatılması
üzerine hemen ayağını geri çekmiş, "Rabbime saygısızlık yapamam" demişti.

Büyük İslâm âlimi Bediüzzaman Hazretleri, bir Ramazan ayında, çok şiddetli
bir hastalık döneminde, beş gün boyunca, neredeyse yeyip içmeden yaşamış,
ama namazını ve orucunu asla ihmal etmemişti.

Onlar namazı nasıl görüyorlardı ki, onun önünde hiçbir engel tanımadılar?
Günümüz Müslümanının eksiği ne ki, en basit bir engelde namazdan kolayca
vazgeçiyor?

İşte burada Rabbimize ve Onun Yüce Resulüne (a.s.m.) yönelmemiz gerekiyor.

Çünkü, namazı bize emreden, öğreten, anlatan onlardır.

Namazı biz icat etmedik. Durup durduk yerde, "Bizi Yaratanı nasıl hoşnut
edebiliriz? Gelin şöyle yatıp kalkalım ve dua edelim" diyerek namazı biz
uydurmadık.

Namazı Allah emrettiğine göre, namazın önemi konusunda da Ona başvurmamız
gerekiyor. Yoksa, hem "Müslümanım" deyip, hem de namaz konusunda dilimizle
veya fiilimizle akıl yürütemeyiz.

"Müslüman", Allah'a teslim olan, her meselede Ona başvuran, Onun rızasını
gözeten demek, değil mi?

Oysa namaz konusundaki ihmaller, kusurlar, tembellikler ve öne sürülen
bahaneler, "Allah'a teslim olunmadığını" gösteriyor. Bu ise, büyük bir
çelişkidir, büyük bir hatadır.

Bunun için namaz konusunda nefsimizi konuşturmak yerine Allah'ın kitabına,
Onun Yüce Resulüne (a.s.m.) ve bu iki kaynaktan beslenen İslâm âlimlerine
yönelmek gerekir.

Acaba onlar, namazı nasıl görmüşler, nasıl bir önem ve değer vermişler,
nasıl anlatmışlar, nasıl kılmışlar?

Bunları öğrenirsek, namaza verdiğimiz önem artar ve namaz hiçbir zaman
vazgeçemediğimiz bir eylem olur.

Namazı, hayatının en vazgeçilmez bir parçası yapmak isteyen Müslümanın ilk
kazanması gereken, "sağlam ve güçlü bir îman"dır.

Emirler ve yasaklar; geldikleri makama olan inanç, saygı, güven ve
bağlılığın derecesine göre önem ve değer kazanırlar. Bir çocuk, kardeşinin
emrine kulak asmayabilir. Ama babasına itiraz edemez.

Eğer bir kimse, "Müslümanım" dediği halde namazını kılmıyor veya ihmaller
gösteriyorsa ilk problemi bellidir: Allah'a olan inancı sağlam değildir.

Çünkü insan bir ağaç veya bina gibidir. Onun kökü ve temeli, îmandır.
Dalları ve duvarları ise, ibâdetlerdir.

Kökü hastalanmış bir ağacı dallarını ilâçlayarak kurtaramadığımız gibi,
temelleri sarsılmış bir binayı da odalarını boyayarak tâmir edemeyiz.

Bu örneklerde olduğu gibi, namazında ihmali olan bir mü'min de önce îmanını
kuvvetlendirmelidir ki, namaza dört elle sarılsın.

Her yerde hazır ve nazır olan Allah'ın, her an kendisini görüp gözettiğini
çok iyi bilmelidir ki, hareketlerine çekidüzen versin ve namazını hiç
bırakmasın.

Hepimiz, "Acaba güçlü ve sarsılmaz bir îmana nasıl sahip olabiliriz?
Dünyamızı ve âhiretimizi aydınlatacak bu muhteşem gücü nasıl kazanabiliriz?"
diye düşünmeliyiz.

Kendimizi, bile bile tehlikeye atamayız. Namazı ihmal etmenin dünyada ve
ahirette bizi uğratacağı acıklı hâli bilmeyerek vurdumduymaz olamayız. Böyle
bir umursamazlık bize yakışmaz. İnsan varlıkların en akıllısı, sonunu en iyi
düşüneni ve çıkarını en fazla kollayanı değil mi?
Namaz, kılındığında en fazla sevap kazandıran, ihmal edildiğinde ise en
büyük azaba sebep olan bir ibâdet olduğuna göre, her gün namazı düşünmemiz,
her gün bir adım daha ilerlememiz gerekmez mi?*
* Cemil Tokpınar