Hala ilk günkü gibi yokluğunu yaşıyoruz Senin ey efendim! Hala Ömer'in kılıcıyla dikilip öldüğünü söyleyenleri tehdit ettiği andayız. Fatıma’nın matemi kulaklarımızdan silinmedi daha. Medine’nin semalarına çöken ağır hüzün, bütün İSLAM coğrafyasını bürüdü. Ebu Bekirlerimiz de yok ki bizi avutsun, Ömer’i avuttuğu gibi… Zaman, bizi bırakıp gittiğin anda donup kalmış sanki. Yüreğimizde bıraktığın koca boşluk gittikçe derinleşiyor. Alışamadık yokluğuna Ey Efendim! Öylesine bağlıyız, öylesine seviyoruz, öylesine hasretiz Sana işte, anla bizi!

Çocuk, babasız kaldığında anlarmış yalnızlığın ne olduğunu. Ümmet olarak yalnızlığımız hiç bitmedi Ey Efendim senden sonra! Senden sonra yetimliğimiz hiç bu kadar sızlatmamıştı yüreğimizi… Hiç bu kadar sahipsiz kalmamış, hiç bu kadar tokat yememiştik kimsesizliğimiz yüzünden. Seni unutmuşluğumuzun acısı bilsen ki Ey Efendim, nasıl da kanatıyor kalbimizi! Seni hatırlatmayan bir yaşamdan bıktık, usandık artık işte bu yüzden. Sırf bu yüzden yerin altını üstünden daha çok sever olduk. Yani ölesiye hasretiz, ölesiye müştakız, ölesiye vuslat sevdalıyız sana işte, anla bizi…

Ümmetini bir bilsen ki Ey Efendim, ne haldedir şimdi! Başıboşluğumuz hiç bitmedi Sen gittin gideli. Sen gittin gideli, kurdun içine daldığı sürü gibi nasıl da dağıldık, bir görsen... Bir görsen ki Ey Efendim! Esaret nasıl da dalga dalga geliyor üstümüze…. Nifak, tıpkı haber verdiğin gibi, gece karanlıkları gibi bürüyor her yanımızı. Bizi birleştirecek bir Ebu Bekir, nifakla aramıza perde olacak bir Ömer’den de yoksunuz yıllar yılı… Sana halimiz ayandır, biliyoruz, ama… Yine de görmeni istiyoruz Ey Efendim! Halimizi gör de bak; nasıl da kararan yüzlerimiz, nasıl da secdesiz kalmış alınlarımız, nasıl da nurdan yoksun simalarımız var işte, tanı bizi…

Kurduğun saadet neslinden hiç kimse kalmadı çağımıza kalan. Hiç kalmadı Ey Efendim “Gece abid, gündüz mücahid” olanlar aramızda. ‘Gözümün nuru’ dediğin namaz, miraca çıkaramıyor bizi nedense. İnsi şeytanlar Ramazanlarda bile zincirlenemiyor artık. Gök, rahmetini; yer, bereketini kesti üzerimizden nice zamandır. Her şey tersine döndü Ey Efendim! Amellerimiz sünnetinden yoksun olduğundan beri, işte tam da bu yüzden zayıf düştük her alanda. Tam da bu yüzden hedef ve düşman görüldü inançlarımız. Uğruna savaş açtığın örtümüze gör ki neler yapıldı ve ne hakaretler reva görüldü bacılarımıza bir bilsen!.. İnancını yaşayanlar tutuklanırken, İSLAM’a ve Kur'an’a hakaretler savrulurken, tesettür aşağılanırken bile gayrete gelmedik, ayağa kalkmadık, bir diriliş sergilemedik eski günlerdeki gibi… Tüm bunlar yaşanırken; evlerimizde, rahat koltuklarımızda, hiçbir şey olmamış gibi… Böylesine korkak, böylesine tepkisiz, böylesine kendimizi düşünür bir haldeyiz; buyuz işte Ey Efendim! Affet bizi!

Kötüler, Ey Efendim! Bilsen ki nasıl da galebe çaldı iyilere… Sefihler köşklere konarken asiller zincirlere vuruldu soğuk dehlizlerde. Ve Senin dinini yaşamak, kor ateşleri avuca almak kadar yakıcı, dikenlerle dolu bir yolda yalın ayak yürümekten daha zordur Ey Efendim! Müslümanlık, suçların en büyüğü sayıldığından beri, dağ taş hafiye olup dört koldan adım adım, nefes nefese peşimize düştü… Bütün genişliğine rağmen, dünya bize daraldıkça daraldı, takva üzerine bina edilen mescitler inşa edilmiyor artık uzun zamandır. Kur'an okuyan diller susturuldu, minarelerden arşa yükselen ezanlar kalbe nüfuz etmiyor daha eskisi gibi… Seni anlamaktan uzak, Kur'an’sız bir neslin çocuklarıyız hepimiz. Ve sana bağlılığımız sloganik cümlelerden ibaretse sana olan sevgimiz peşinden yürütmüyorsa bizi, kendimizi sünnetine değil de sünnetini kendimize uyduruyorsak, yine de ümmetin miyiz Ey Efendim!? Bu halimize rağmen affına talip oluyorsak hâlâ, bu kadar yüzsüzüz işte, anla bizi…

Sana yapılan bunca saldırılar bile gayrete getiremiyor ve eskilerden kalma bir ruh veremiyor bize… Öylesine mecalden yoksun, öylesine takatten düşmüş, öylesine güçsüz kaldık ki, siper edemiyoruz kendimizi sana… Üzerine atılan taşların önünde Zeyd gibi duramıyorsak, Zübeyr gibi dalamıyorsak yalın kılıç sokaklara senin için ve Talha gibi kalkan olamıyorsak elimizle, yine de bağışlar mısın Ey Efendim bizi!? Filistin’de, Çeçenistan’da, Irak, Afgan, Somali ve İSLAM coğrafyasının tamamında; ‘Ey Müslüman!’ deyip de yardıma çağıran Müslümanları duymazdan geliyorsak… Onları kendi haline terk edip yalnız ve yardımsız bırakıyorsak… “… Rabbimiz! Bizi halkı zalim olan bu şehirden çıkar, katından bize bir sahip çıkan gönder, katından bize bir yardımcı lütfet’ diyen zavallı çocuklar, erkekler ve kadınlar uğrunda ve ALLAH yolunda…” (Nisa: 75) savaşmıyorsak... Ve halen kendimizi ‘Müslüman’ olarak görüyorsak, bizi bağışlar, ümmetinden kabul eder misin Ey Efendim!? Şefaat eder misin yine de bize, şefaatine layık olmadığımız halde? Bil ki, Sana karşı başımız hep eğik, yüzümüz utanç içinde kızarık, gözlerimiz ayak uçlarına çakılıdır işte, anla bizi…

Yığınla korkularımız var Ey Efendim! Bizi dünyaya bağlayan. Dünya hayatını daha çok sever olduk nice zamandır ahiretten. Vazgeçecek halimiz kalmadı Ey Efendim! Mal-mülkten, çoluk-çocuktan, mevki ya da makamdan. Ömer gibi; “VALLAHi seni kendi nefsimden de çok seviyorum ya ResulALLAH!” dediğimiz halde, hayatımızda yeteri kadar yansıması yok bu sevginin; ama şunu da bil ki, seni gereği gibi başımıza taç yapamadıysak, sahabelerin kadar seni önder ve örnek edinmemişsek de Ey Efendim! Az da olsa gayretimiz var izin sıra yürümeye… Yere sağlam basamasak da, hep düşüp kalksak da emeklesek de; korku zincirlerini kırmaya, dünya yularını çıkarmaya, her şeyimizle sana koşmaya niyetlenmişiz işte, kabul et bizi…

Bizi ümmetinden kabul eder misin Ey Efendim, bu niyetimizle? Günahkâr yüzlerimiz, yalancı dillerimiz, nifak dolu kalplerimiz var, yine de kabul eder misin bizi? Kabul eder misin bizi ümmetinden hâlâ, ümmetinden olmamıza bin şahit istenirken? Kardeşlik bağlarını onardığımızda, Müslümanların imdadına koştuğumuzda, kâfirlerin dostluğunu kestiğimizde… O zaman, evet o zaman bakar mısın tekrar yüzlerimize?

Bir ateş düşmüş ocağımıza Ey Efendim! Bilsen ki nasıl da yakıyor bizi!.. Nasıl da namluları kendi yüreklerimize doğrultmuşuz bir görsen... Kelimeler kifayetsiz, ifadeler nakıstır halimizi anlatmaya, bir görsen ki ne haldeyiz!. İşte bu yüzden de seni her zamankinden daha çok anlamak, seni harf harf tanımak, seni yudum yudum yaşamak ve sahabelerin gibi sevmek zorundayız işte, kucakla bizi…

Cennetten hüzün dolu gözlerle izlemekte ve ümmetinin acınacak halini bilmektesin, biliyoruz. Seni her şartta tasdik eden Ebu Bekir gibi sana sadık, ölümüne yatağına yatan Ali gibi serdengeçti, senin için bütün Arap yarımadasını karşısına alacak Ensar yüreği yok bizde, biliyorsun. Sünnetin, hayatımızı kuşatmamış daha, bu kadarız işte, bunu da biliyorsun. Ama her şeye rağmen seviyoruz seni. Fatıma kadar olmasa da, Ensar ve muhacir kadar olmasa da, Veysel Karani gibi olmasa da seviyoruz seni Ey Efendim! Dilimiz yalan söylese de, kalbimiz bölük pörçük olsa da seviyoruz seni… Tüm eksikliğimize karşın kalbimizin sultanı, gönül sarayımızın padişahı, yegâne önderimiz sensin işte, kabul et bizi… Sana layık olamayışımızı, korkaklığımızı, mal ve makama dünya ve süsüne düşkünlüğümüzü, eş ve çocuklara bağlılığımızı itiraf ediyoruz işte, affet bizi…

Naşit Tutar


alıntı