Selamunaleyküm
İki imamızın ifadeleri İman hakkındaki hükümleri temelde birliğini götermekle birlikte uygulamada nuans farklılıkları var gibi…
İmam-ı rabbani Ra. İmanı muhkem ve sabit bir maya tarzında ifade ediyor..Amale dayalı parlaklık ve kusufundan bahisle meseleyi izah ediyor…Ve parlaklıkla imanın cilasından imanın görünen tezahüründen bahs ediliyor…
İmam-ı Azam Efendimiz ise; . “İmanın çok olması, inanılacak şeylerin çoğalması demektir.”
Bizim ifade ettiğimiz”delail zuhur ettikçe iman ziyadeleşir”ifadesi buraya bakıyor…Bu meseledeki artma işini İmamımız”Ashab-ı Kiramla ve Resul-i Ekrem efendimizle sınırlayarak noktalamıştır…Ve İmanda eşitlik ve amalde farklılık olarak tefrik etmiştir…
İmanın artması kalpte Nur’un artması demekle aynı İmam-ı rabbani R.A ile örtüşen ifadede bağlamış…Bunlar sizin o esrlerden kaynakla nakl ettiğiniz meseleler…
İmanda olan mertebeler muhakkak olduğuna nazaran…İman temelde iki şubeye ayrılarak ifade edilmektedir…
Taklidi İman Ve Tahkiki iman…Bunların aynı olması mümküm değildir…İman lafzında veya mayasında birdirler…Fakat meratipde hükümleri çok ayrıdır…
Mesela biri şu sorguyla;gabya olan iman ile bu alemi Allah Yarattı demesi kafidir.Ve delildirki O insanın İmanı vardır…
Diğeri;Her şey üzerinde Allah’ın isim ve sıfatlarını görerek ve icraata şahit olarak bir tasavvur bir tahayyüle bağlı olmayarak bizzat mührü görerek getirdiği tevhiddirki bu tahkiki yani hakiki iman olarak ifade edilmektedir…
Ve Ömür ve ilim bu İmanın yukardaki ifadelerle cilalanması denilmesi ile artması arasında sadece ifade farklılığı fakat maksad aynılığı vardır…
Yine İmam-ı Azam efendimiz bu artma ve azalmanın olduğunu ifade ederek yukarıdada söylendiği gibi Resul-u Ekrem efendimizle hitama erdirmiş…
Bu meseleye bakışımızı ayarlayan ;
Fetret Asr-ı ve Ahir zaman arasındaki benzerliktir…Peygamber efendimize A.S.M ve Ashabına ait gösterilen mesele;Hem iman dersinin Pegamberimizce verilmesi hem o asrın eşeddi ihtiyacı ve kabulun hayata ve aşamaya bağlı olarak talimi mertebeyi gösterdiği gibi…Mertebe ise ;İlmelyakin aynelyakin Hakkalyakin olarak taksim edilmiştir…Bu mertebeler arsındaki boşluğa ve tamamlayıcı unsurlara;
Zahiri ve batını bürhanlar diyoruz…Kimi bürhanlar nakli kimi bürhanlar fıtri kimi bürhanlar akli dir…bunlar bununla muhatap alan latifeler kadar meratibi ve aşamayı içerir…
Tekrar zamana gelir Ve Ahir zaman ve Mehdiyet meselelri ve islamın galebesi için söylenen meselelerden dört şubelik bölümünden;”Mehdinin iman hizmeti”Asr-ı Saadetle örtüşür dolayısyla..İmana olan ihtiyaç ve zaman benzerliği istifadenin ve imanın Ziyadeleşmesi hususunda benzerlik gösterir…Peygamber Efendimizin Tebliğ sünnetinin Gölgesi Mehdiyete aks eder görünürse ashabının Ziyadeleşen İmanın gölgeside Mehdiye tabi olan zümrede görünmesi akıldan uzak değildir…
Mesela;Umum müçtehidin “Haşir ve Kader”gibi meselelerdeki izahatlarına baktığınızda…haşir bir mesele-i nakliyedir..İman ederiz fakat akıl ile gidilmez meyanında ifadeler bulunmakla beraber..Kader meselesi hakkında Saad-ı Taftazani kırk sayfalık eserle ancak havasa bildirilmiş meseledir ve meseleler gibidir…
İbn-i sina gibi bir zata-İmam-ı Gazali Adi bir mü’min derecesini vermiş….Yani meseleler zamana göre başkalaşım gösterir…Bir zamanın hükmü bir zamana çare olmaz…Bütün bütünde haşa istifadesiz olmaz…
Şimdi Risale-i Nur’a baktığımızda…Bir çok alimin nakil dediği mesele “on yaşında çocuğa isbat edilir ve Kader meselesi herkesin anlayacağı bir konumdadır.”
Bu Haşa o İnsanların acizliği değil ..Zamana ve ihtiyaca göre Kur’anın o asra dersidir…Müçtehidler kendi zamanlarına ait olan dersleri Kur’andan alarak o zamana ders vermişler gelecek asırlara ilişmemişler…Zaten hiçbir zaman hükümde;Allah’ın Birliği ve İmanın kalbe girmesindeki kabul şartları..melekler …vs..meselelerinde ki birliktelik tamam olmasına rağmen…Uygulamalar farklılık hatta biribirlerine muhalefet noktasında görünmektedir…Tariklerin çokluğu buna bir delildir…
Cadde-i Kübra denilen..Bir Cadde ki;Veraset-i Nübüvvetten inikasla umum ümmetin saadetini ve saadet-i ebediyesine hizmet eden iman hizmetidir…Burada Vahdaniyete gösterilen deliller ve icraat-ı Rabbaniyede ki Hikmet..Dine ve İmana yapılan felsefi taarruz tecdit eden yenilenen ve tazelenen bir imanın müdellel savunmasını iktiza eder…
“Peygamberimizin;Elbiseniz eskidiği gibi İmanınızda eskir,İmanınızı yenileyin”Emriyle ve şeytanın İman üzerindeki Hilesi Allahın Kullarını İstiazeye ve tevbeye daveti bu meselenin daim hareketli bir özllik taşıdığına ve nurunun kaybolmasına delildir…Bu mesele ilmi münazarada insaf ölçüsüyle devam edebilir…Nazikane ve sadece mütalaa olarak bütün fikirleride bekleriz İnşallah…
Sözler kitabı Konferans bölümünden;
Halbuki, imânın rükünlerinden birisinde hâsıl olacak bir şüphe veya inkâr, dinin teferruâtında yapılan lâkaydlıktan pekçok defa daha felâketli ve zararlıdır. Bunun içindir ki, şimdi en mühim iş, taklidî imânı tahkikî imâna çevirerek imânı kuvvetlendirmektir, imânı takviye etmektir, imânı kurtarmaktır. Herşeyden ziyâde imânın esâsâtıyla meşgul olmak, katî bir zarûret ve mübrem bir ihtiyaç, hattâ mecburiyet hâline gelmiştir. Bu, Türkiye'de böyle olduğu gibi, umum İslâm dünyasında da böyledir.
Evet, temelleri yıpratılmış bir binânın odalarını tâmir ve tezyine çalışmak, o binânın yıkılmaması için ne derece bir fayda temin edebilir? Köklerinin çürütülmesine çabalanan bir ağacın kurumaması için dal ve yapraklarını ilâçlayarak tedbir almaya çalışmak, o ağacın hayatına bir fayda verebilir mi?
İnsan, saray gibi bir binâdır. Temelleri erkân-ı imâniyedir. İnsan bir şeceredir. Kökü esâsât-ı imâniyedir.
İmânın rükünlerinden en mühimi, imân-ı billâhtır, Allah'a imândır; sonra nübüvvet ve haşirdir. Bunun için, bir insanın en başta elde etmeye çalıştığı ilim, İmân ilmidir. İlimlerin esâsı, ilimlerin şâhı ve padişahı İmân ilmidir.
İmân, yalnız icmâlî bir tasdikten ibâret değildir. İmânın çok mertebeleri vardır. Taklidî bir imân, husûsan bu zamandaki dalâlet, sapkınlık fırtınaları karşısında çabuk söner. Tahkikî İmân ise sarsılmaz, sönmez bir kuvvettir. Tahkikî imânı elde eden bir kimsenin İmân ve İslâmiyeti dehşetli dinsizlik kasırgalarına da mâruz kalsa, o kasırgalar bu İmân kuvveti karşısında tesirsiz kalmaya mahkûmdur. Tahkikî imânı kazanan bir kimseyi, en dinsiz feylesoflar dahi bir vesvese veya şüpheye düşürtemez.
İşte bu hakikatlere binâen, biz de tahkikî imânı ders vererek imânı kuvvetlendirip, insanı ebedî saadet ve selâmete götürecek Kur'ân ve İmân hakikatlerini câmi' bir eseri, sebat ve devam ve dikkatle okumayı katiyetle lâzım ve elzem gördük. Aksi takdirde, bu zamanda dünyevî ve uhrevî dehşetli musîbetler içine düşmek, şüphe götürmez bir hakikat halindedir. Bunun için, yegâne kurtuluş çaremiz Kur'ân-ı Hakîmin imânî âyetlerini ve bu asra bakan âyet-i kerîmelerini tefsir eden yüksek bir Kur'ân tefsirine sarılmaktır.
Şimdi, "Böyle bir eser bu asırda var mıdır?" diye bir suâlin içinizde hâsıl olduğu, nurânî bir heyecanı ifâde eden sîmâlarınızdan anlaşılmaktadır.
Evet, bu çeşit ihtiyacımızı tam karşılayacak olan bir eseri bulmak için çok dikkat ve itinâ ile aradık. Nihayet, hem Türk gençliğine, hem umum Müslümanlara ve beşeriyete Kur'ânî bir rehber ve bir mürşid-i ekmel olacak bir eserin Bediüzzaman Said Nursî'nin Risâle-i Nur eserleri olduğu kanaatine vardık. Bizimle beraber, bu hakikate Risâle-i Nur'la imânını kurtaran yüz binlerle kimseler de şâhittir.
selam ve dua