Bir `d` harfinin hikayesi

Bir matematik denkleminde değişkenler ve sabitler vardır. Değişkenler, çok rahat anlaşılabileceği üzere değişebilenleri ifade eder. Sabitler ise değişmezleri, değiştirilemezleri ifade eder. Şayet sabitleri değiştirmeye kalkarsanız denklem size yanlış sonuç verecektir. Yani denklemi kullanılamaz bir hale getirmiş olursunuz.

Değişkenler ve sabitler sadece matematik denklemleri için geçerli değildir. Örneğin Kur’an-ı Kerîm Kainat Sultanının ezelî bir hitabı olduğundan kesinlikle değiştirilmesi mümkün değildir. Bir harfini hatta daha ötede bir harekesini değiştirdiğiniz anda çok büyük anlam kaymaları meydana gelmektedir. Bu aynı zamanda Kelâm-ı Ezelînin hakikaten Hakîm-i Ezelînin hitabı olduğunu ispat eden bir durumdur. Onun mucizeliğine de parmak basar.

Kur’anın mucizeliğini beyan ve ispat eden Risale-i Nur Külliyatı’nın metinleri de aynı özelliği iktibas etmiş gözüküyor. Gerçekten de bazı durumlarda Risale-i Nurların kelimelerini harflerini değiştirdiğinizde değişen sadece bir harf değil bütün bir mana olabiliyor. Yada çok önemli ve hatta hayatî bir incelik ortadan kalkabiliyor. Risale-i Nurları sahiplenmeyen ve onun Kur’anın malı olduğunu belirten müellifi Bediüzzaman da bu noktaya bir çok yerde temas eder. Bu nedenle Risale-i Nura talebe olma gayretindeki pek çok insan bu hususa dikkat ederek Risaleleri okumaktadır.

Fakat bu noktada bizzat kendimde de tecrübe ettiğim bir durum söz konusudur. Okunan yer Risale-i Nurun imanî olarak vasıflandırılan bir bölümü ise -mesela 30.Söz yada 7.Şua ise- kelimeleri harfleri anlamada gösterilen gayret ve titizlik ne yazık ki bir 14.Şuanın mektupları, yada bir Barla Lahikası söz konusu olduğunda aynı oranda gösterilemiyor. Halbuki önceki paragraflarda anlatılanlar Risale-i Nur Külliyatının tamamı için geçerli bir durumdur.

Mesela, 13. Şua da yer alan bir mektupta Bediüzzaman hapisteki talebelerine bir mesele hakkında meşveret etmelerini söyler. Kendi fikrini, reyini de ifade ettikten sonra nasıl meşveret edilmesi hususunda ölçüler verir. Mektubun son iki cümlesi ise aynen şu şekildedir: “Sakın, sakın birbirinizin kusuruna bakmayın. Hiddet yerinde hürmet ediniz, itiraz yerinde yardım ediniz.”(1) Dikkat ediniz, Bediüzzaman “hiddet yerine hürmet” dememiştir, “hiddet yerinde… itiraz yerinde..” demiştir. Halbuki ilk bakışta oradaki kelimenin “yerinde” değil “yerine” olması daha uygun gibi gözükmektedir. Bakın nasıl bir incelik saklıdır bu “d” harfinde:

“Hiddet yerine hürmet ediniz.” Yani hiddet etmenize gerek yok anlamındadır. Hiddetin hükmü burada geçersiz demektir. Halbuki mektupta ifade edildiği gibi “Hiddet yerinde hürmet ediniz, itiraz yerinde yardım ediniz” dediğiniz zaman hiddetin, itirazın hükmü ortadan kalkmaz. Yani değişik bir ifadeyle “Hiddet etmekte haklı da olabilirsiniz, itiraz etmekte de haklı olabilirsiniz ama etmeyiniz. Belki hiddet zamanıdır ama siz yapmayınız” diyor Said Nursî. Ve diyor ki “o anda hiddet geldiği vakit, hiddetin bedeline hürmet ediniz.” Bediüzzaman aslında talebelerinden deyim yerindeyse çift katlı bir fedakarlık istemektedir. Bunu da bir “d” harfini kullanarak çok ince bir biçimde ifade etmiştir.

Bir sonraki şuada(14. Şua) geçen başka bir mektupta ise Risale-i Nur kendine has metoduyla “yerinde” kelimesinin hangi manaya geldiğini göstermektedir. Bediüzzaman Afyon hapsinden bahseder ve planlanan senaryonun çok daha kötü olduğunu belirtir ve sonra ekler:

“…Binler haslar yerinde birkaç zat ve yüz binler alâkadarlar bedeline mahdut birkaç yeni kardeşleri topladılar…”(2)

Yani aslında binler hasların hapse girmesi gerekir çünkü öyle planlanmıştır. Burada da görüldüğü üzere “binler hasların” hükmü ortadan kalkmamıştır. Cümlenin devamında kullanılan “bedeline” kelimesi ise bize “yerinde” kelimesinin manasını adeta açıklıyor. Yani “Binler haslar ile birkaç zat tam anlamıyla yer değişmiyor. Fakat binler hasların bedeline birkaç zat hapse giriyor”.

Aynı şekilde bir kullanım ilerleyen mektupların birinde de göze çarpmaktadır:

“…her biriniz çok şakirtlerin bedeline, hattâ bazınız bin adamın yerinde buraya geldiğinden…”(3)

Yine 14. şuada bulunan bir mektup ise “yerine” kelimesiyle ilgili bir kılavuz olmaktadır.

“Aziz, sıddîk kardeşlerim,

Bugün birden hatıra geldi ki, mesele-i Nuriye münasebetiyle bu medreseye kader-i İlâhi ve kısmetin sevkiyle gelenleri tâziye yerine tebrik eyle…”(4)

Burada ise “yerine” kelimesi kullanılmıştır. Çünkü aynı mektupta da bahsedildiği üzere tâziyeye gerek yoktur. Tâziyenin hükmü kalkmıştır. Bediüzzaman “burada tâziye anlamını kaybediyor, öyleyse tebrik etmek lazımdır” diyor. Şayet “yerinde” kelimesi kullanılmış olsaydı, o zaman mektupta bahsedilen içeriğe tam zıt olarak “taziye etmek lazımdır fakat tebrik ediyorum” manası çıkacaktı.

Bir “d” harfinin varlığıyla yokluğu arasında Risale-i Nurun mektuplarında bile nasıl da büyük ve ince farklar oluşmaktadır. “…Çünkü ifadelerim başkasına benzemiyor.” der Bediüzzaman bir mahkeme müdafaası hakkında ve devamında “Bir harfin ve bazen bir noktanın yanlışıyla bir mesele değişir, mânâ bozulur.” (5) Söz konusu olan 21.Söz yada 23. Lem’a gibi bir bahis değil, mahkeme müdafaasıdır.

Velhasıl, Risale-i Nurun bırakın cümlelerini, kelimelerini, harfleri hatta noktaları, virgülleri bile yerli “yerinde”.

Bundandır ki Risale-i Nurun “yerine” bir başka eser de koyamazsınız!

Dipnotlar
1-Şualar, Yeni Asya Neşriyat , 2004, sf. 289
2-A.g.e., sf. 415
3-A.g.e., sf. 425
4-A.g.e., sf. 416
5-A.g.e., sf. 417

Ahmet Tahir Uçkun
(nurasya.com yazari)