Hayatı Destanlaşan Meçhuller
Mehmet SUCU

Tarihi yapanlar ve yaşayanlar başka, yazanlar başkadır.” diye veciz bir söz vardır. Bu söz, bizim geçmişimiz için söylenmiş gibidir. Çünkü son Nebi’den (sas) bu yana O’nun kutlu ocağının çerağları hükmündeki kutsîlerin yetiştirdiği nice isimsiz kahraman var ki onlar, dünyanın dört bir yanına dağıldılar. Bulundukları her mevkide öyle prensipli hayat sürdüler ki, inandıkları değerleri yaşama ve yaşatma adına hep ukbâ eksenli oldular. Düstûrları vardı ve hayatlarını bu düstûrlara göre tanzim ettiler. Kendi hayatlarıyla birlikte yakınlarının ve sevdiklerinin hayatlarını da inandıkları davaya adadılar. İsim ve unvanlarını telâffuz etme ve ön plâna çıkarma hevesleri olmadı hiç. Onların, ancak ölümlerinden sonra insanlık adına bıraktıkları boşluğun büyüklüğü fark edilince hayatları destanlaştı. Onlar, kendileri için destanlar yazılsın diye yaşamadılar elbette. Ama öyle bir hayat sürdüler ve ölüme öyle yürüdüler ki, ancak onların sürdüğü hayatlar destanların konusu olabilirdi. Şairin,

“Tarihe girersin de, bilinmez nedir ismin,
Tarihi yaparsın, gene efsanedir ismin.
Yoktur yerin üstünde, omuzlarda cenazen
Yoktur yerin altında bakıyyen bile bazen.
Kabrin, o da yok; varsa, kırık bir taşı yoktur
Naşın gibidir, gövdesi yoktur, başı yoktur.”
Mithat Cemal Kuntay

mısralarıyla anlattığı bu kahramanların destansı hikâyeleri Afrika’nın kuzeyinde, İber Yarımadası’nda, Çin’de, Horasan’da, Hindistan’da son yıllarda Amerika’da nesilden nesile anlatıldı, yazıldı. Bazılarını hikâyeleri ile birlikte duyduk, bazılarının da sadece ismini işittik. Ama bazıları da vardı ki, onlar hep meçhul olarak kaldı. Sayıları o kadar fazlaydı ki, onlar için “meçhuller kervanı, meçhul asker, meçhul kahramanlar” dedik sadece. Belki tek tek isimlerini bilemiyor, sadece genel bir isim verip geçiyoruz onlara ama, onlar da insandı. Ve onların da duyguları, tercihleri, beklentileri vardı. En önemli farkları, yaşatmak için yaşamanın yüzlerce binlerce misâlinden birini sergilemiş olmalarıydı. Üstelik içlerinde bu gâye ve gayreti biraz önce kendine kurşun sıkan düşmanını yaşatmak için göstermekten geri kalmayanlar bile vardı. Onlardan birini 1915’te Çanakkale Savaşı’nda Fransız birliklerine komuta eden General Guro şu sözleriyle anlatıyor:
“Bir sabah günün ilk ışıkları ile birlikte Türklerle süngü savaşına başlamıştık. Savaşta Türkler çok ama çok mâhirdi. Kendileri ile başa çıkmak imkânsızdı. Süngü muharebemiz, fasılalı şekilde akşam geç vakte kadar devam etti. Ortalık kararınca Türklerle anlaşma yaptık. Muharebe sahasında gezecek ve yaralılarımızı toplayacaktık. Bizim askerler, sedyelerle muharebe sahasına çıktıkları zaman ben de aralarına katılmıştım. Bir ara kucağındaki askerin yarasına gömleğinden yırttığı bez parçalarını bastıran bir Türk askerine rastladım. Akşamın karanlığında, değme bir ressamın fırçasından çıkmayacak bir tablo karşısında idim. Uzun müddet seyrettiğim bu tablodaki Türk askeri, kendi yaralarına yerden avuçla aldığı toprakları basıyordu… Kucağındaki yaralı için ise durmadan gömleğinden yırtmakla meşgul idi. Tercüman yardımı ile ona bazı sorular sordum:
- Niçin az önce öldürmek istediğin askere şimdi yardım ediyorsun?
Türk askeri, takati tükenmiş bir hâlde cevap verdi:
- Bu asker, yaralanınca yanıma düştü. Cebinden yaşlı bir kadın fotoğrafı çıkardı. Bir şeyler söyledi, anlamadım; ama herhalde annesi olacaktı. Benim ise kimsem yok. İstedim ki o kurtulsun, anasının yanına dönsün.”
General Guro’yu, sahilden Mehmet Çavuş âbidesinin önüne kadar getiren Türk gemisinin kaptanı Şefik Bey, bundan sonrasını bakın nasıl naklediyor. Bu sözlerden sonra Fransız Generali, etrafındakilere döndü ve âdeta bağırarak dedi ki: “Efendiler! Kendi yarasına toprak bastırdığı hâlde kucağındaki yaralı için gömleğini yırtan bu asil askerin kucağındaki yaralı kimdi biliyor musunuz? Herkes susmuş, merak dolu nazarlarla emekli Fransız generaline bakıyordu. Guro, göz kenarlarında birikmiş olan yaşları, buruşuk derili elleri ile silerken; fısıltı hâlinde seslendi... Türk askerinin kucağındaki yaralı bir Fransız askeri idi efendiler! Bir Fransız askeri!...”
General Guro ondan “Bir Türk askeri…” diye söz ediyor. Adı sanı belli olmayan bir asker… Bu hâtıranın gün yüzüne çıktığı yer de bu adsız kahramanın aziz hatırasına denk düşüyordu. General bu açıklamayı 1930 yılında Çanakkale’de Fransız anıtının açılışına geldiği zaman yapmış ve bu anıtın açılışından sonra bir Türk anıtına da gitmek istemişti. Ancak o yıllarda henüz böyle bir Türk anıtı dikilmemişti. Bir taş yığını görünümündeki Mehmet Çavuş anıtının başına götürüldü. Hem onların hepsine birden “Mehmetçik” denmemiş miydi?
Bu meçhul kahramanların arasında kadınlar da vardı. İş başa düşünce, Müslüman Anadolu kadını defalarca kendini cephede veya cephe gerisinde vatan müdafaasında göstermişti. Bu kadın kahramanlardan birini bir yazarımız şu şekilde anlatıyor: “Keyfiyet, gece devriyesinin devir-teslimi esnasında, nöbetçi çavuşların verdiği kontrol raporu neticesinde öğrenilmiştir. Mâlûm olduğu üzere, İnebolu’da Millî Kuvvetlere bağlı olarak kurulan askerî teşkilât vasıtasıyla silâh, cephane, erzak, giyecek vs. İnebolu İskelesi’nden Çankırı’ya, oradan Ankara’ya ve cepheye gönderilmekte idi. 1921 kışında, Rıfat ve Cemil Çavuşlar sabaha karşı arazi teftişini yaparken, Kışlaönü Mevkii’nde cephane yüklü kağnısı üzerine kapanmış, öylece donmuş, genç bir kadını bulmuşlardı. Yorganını, kıymetli yükü üzerine örtmüş, elinde övendiresiyle ruhunu teslim etmişti. Kışlaönü Mevkii’ndeki bu şehit kadının ismi asla öğrenilememiştir; o bir meçhul askerdi.”
Tarihimiz, hayatları destanlaşan bunlar gibi binlerce meçhul kahramana şâhitlik etmiştir. Onların yaşadığı hayatı tarihçiler yazmaktan aciz kalmışlardır. Yine de bir vefa nişanesi olarak adlarına anıtlar dikilmiş, filmler çekilmiş ve şiirler yazılmıştır:

“Şehitler tepesi boş değil,
Biri var bekliyor.
Ve bir göğüs, nefes almak için,
Rüzgâr bekliyor,
Türbesi yakışmış bu kutlu tepeye;
Yattığı toprak belli,
Tuttuğu bayrak belli,
Kim demiş meçhul asker diye?”
A. Nihat Asya

Hayatı destanlaşmış bu kahramanların yanı sıra günümüzün eğitim neferleri kuş uçmaz kervan geçmez nice ülkede takdire şayan kahramanlıklar sergilemektedir.
Çanakkale’de vatan, millet ve mukaddes değerler için savaşılmıştı. O gün için vatana hizmet, cephede savaşmaktı. Ancak günümüzde vatana en güzel hizmetin kalemle ve eğitimle olacağı bilinmektedir, bu yüzden günümüzde hizmet erleri, eğitimle dünyanın dört bir yanına ışık saçmaktadır.
Ey tarih! Asya’nın steplerine, Afrika’nın içlerine İstanbul önlerine kadar gidip oralarda defnedilen Sahabe-i Kiram’ın yaptığı gibi, uzak yerlere ulaşıp dönmeyen maarif ordusunun meçhul kahramanlarını en mutena sayfalarına yazmaz mısın? Çoğunu, ailesinden başkalarının tanımadığı, bilmediği bu yiğitlerin bir eli yağda bir eli balda yaşamadıklarını, hem yaşamaya da gitmediklerini, sahip oldukları kıt imkânlarla hizmet etmeye gittiklerini de kaydet. Hattâ oralarda kendilerine uzun süre para gönderilemediğini, kimseye haber vermeden hanımıyla istişare edip memleketlerindeki evini satarak bir müddet başında bulunduğu müessesenin ihtiyaçlarını bununla karşıladığını, niçin haber vermediği sorulunca da: “Onlar benim burada olduğumu da para göndermediklerini de biliyorlardı, belli ki onların da imkânları sınırlıydı, olsaydı gönderirlerdi.” deyip arkadaşlarına güvendiklerini ve hüsn-ü zanlarını da kaydet, kaydet ki, yapılan bütün hizmetlerin Anadolu erlerinin alın teri ve fedakârlığıyla yapıldığı öğrenilsin. Hizmetlerin kaynağı konusunda şüphesi bulunanların şüpheleri izale edilsin.
Ey tarih! İlk günlerinde bir gece yarısı otelde yer bulamayıp sokakta kalan, nihayet bir camiye gidip geceyi orada geçirmek istediklerinde, taksicinin şehrin izbe bir yerinde olduğu için daha fazla ücret isteyerek götürdüğü camide kalan üç dört aylık yeni evli kahramanları da kaydet. Kaydet ki, gelecek nesiller önden giden atlıların nelere katlandıklarını konuşurken bu fedakârlığı da yâd etsin.
Elbette usûlleri hoşgörü, mayaları uhuvvet, gayeleri rıza-ı İlâhî olan samimi ihlâslı meçhullerin yazdıkları, yaşadıkları destanlar en mutena sayfalarına ne güzel yakışacak ve kim bilir hangi talihli nesiller, hayatları destanlaşacak bu meçhullerin torunları olmakla iftihar edecek.

Kaynak
- Talha Uğurluel, Çanakkale Savaşları ve Gezi Rehberi, 289–290, Kaynak Yay.


www.sizinti.com tr den alıntıdır.