+ Konu Cevaplama Paneli
1. Sayfa - Toplam 2 Sayfa var 1 2 SonuncuSonuncu
Gösterilen sonuçlar: 1 ile 10 ve 11

Konu: Biz Osmanlı Terbiyesi Aldık, Düşene Vurmayız...

  1. #1
    Ehil Üye yasemenn - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Feb 2007
    Mesajlar
    2.468

    Standart Biz Osmanlı Terbiyesi Aldık, Düşene Vurmayız...



    Müslüman Türk’ün kültüründe düşene vurmak yoktur. Kültürümüz yenileni ezmeye, kazanılan zafer sonucu büyüklenmeye izin vermez. Düşene vurulmaması ise hem sağlam bir ahlakî yapının sonucudur, hem de “insan” denen kıymetin kıymetini kavramayla ilgili bir keyfiyettir. “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” (Şeyh Edebali) anlayışı ile insan kalbini kırmayı Kâbe yıkmakla aynı sayan anlayışın kaynağı da budur.

    Kültürümüzde, düşene vurmak yoktur!
    Yenileni ezmek, paramparça etmek de yoktur!
    Kültürümüz zafer karşısında büyüklenmeye de izin vermez...
    Bu kültürün çocuğu olarak, Osmanlı padişahları, her zaferden sonra, işte bunun için şükür secdesine varmış, bir “ikram-ı İlâhi” olarak gördükleri zaferin şükrünü eda etmeye çalışmışlardır.
    Düşene vurulmaması ise hem sağlam bir ahlakî yapının sonucudur, hem de “insan” denen kıymetin kıymetini kavramayla ilgili bir keyfiyettir.
    Osmanlı’yı mağluplar karşısında müsamahakâr yapan, hatta hafif bir mahcubiyete düşüren sebep, insan denen varlığın muhtevasına vâkıf olmasıdır.
    “İnsanı yaşat ki devlet yaşasın” (Şeyh Edebali) anlayışı ile insan kalbini kırmayı Kâbe yıkmakla aynı sayan anlayışın kaynağı da budur.
    Bu yüzden Osmanlı ceddimiz elinde rakipsiz güçler bulunduğu dönemlerde bile insana zulmetmemiş, insanı aşağılamamış, tam tersine esir ve kölelere bile “insanca” muamele etmiştir.
    Bunun yüzlerce örneğini zikretmek mümkündür. Bunlardan biri, tam bir ibret tablosudur.
    Güçlünün zayıfı, zenginin fakiri, büyüğün küçüğü ezmeye çalıştığı günümüzde, Namık Kemal’e, “Bir zamanlar biz ne millet, hem ne milletmişiz/Gelmişiz dünyaya milliyet nedir öğretmişiz” dedirten mert duruşun bu örneğine hepimizin ihtiyacı var.

    Güçlüyken köle, zayıfken zalim
    1910 yılları...
    Osmanlı Devleti her taraftan kırpılmış. Yabancılar, devlet içinde devlet olmuşlar.
    En şımarıkları da Rusya... Rus Sefiri’nin iki dudağı arasından çıkan her kelime, Osmanlı yönetimini hop oturtup, hop kaldırır.
    Osmanlı Hükümeti bıkkın, lâkin derdini kime yanmalı?
    Gücünün zirvesinde olduğu yıllarda yaltaklanan Rus, en zayıf anında Osmanlı’yı yüreğinden vurmak için fırsat gözler, durur... Osmanlı devlet ricali de bu fırsatı Rus’a vermemek için aşırı temkinli davranır, bu uğurda devlet ricali bazen dokuz takla atar.
    Babıâli’nin kapalı kapıları arkasında en çok duyulan cümle şudur:
    “Aman aradığı bahaneyi Moskof’a vermeyelim!”
    Eski Erzurum Valisi Tahsin Bey, o sıralar Beyoğlu Mutasarrıfı... Hayırlı bir işe teşebbüs edip Beyoğlu’ndan Büyükdere’ye telefon hattı çektirir...
    Lâkin aksilik bu ya, telefon direklerinden birkaçı Rus Sefareti’nin önüne rastlamıştır…
    Rus Sefiri hemen ültimatomu Babıâli’ye (hükümete) dayar:
    “Ya bu direkler kaldırılır veya...”
    Gerisi bir sürü tehdit, tazyik vesaire...
    Babıâli yine çaresizdir. Kendi topraklarına diktiği birkaç telefon direğini korumak gücünden mahrum görüntüsünden kendisi bile ürker. Zira saldırmak için Rusya’nın bahane aradığını bilmekte, bu bahaneyi vermemek için tedbirli ve temkinli davranmaktadır...
    Hatta zaman zaman bunu oldukça abartmaktadır.
    Beyoğlu Mutasarrıfı Tahsin Bey, Babıâli’ye (hükümete) çağırılır:
    “Vaziyet çok nazik, Tahsin Bey... Rus sefiri, sefaret önüne diktirdiğimiz telefon direklerinin kaldırılmasını istiyor.”
    Tahsin Bey vakur ve ciddi, eski zaman paşalarını andıran bir azametle dim dik ayakta. Yüzü gölgeli... “Yüreklerine bayrak dikebilecekken, dikmemenin bedelidir bu!” diye düşündüğü o kadar belli ki, Sadrazam ürkerek susar.
    Sadrazam susunca, Tahsin Bey tane tane konuşarak Sadrazam’a sorar:
    “Merakımı mazur görün ama birkaç telefon direğini korumaktan âciz hallere düşmüş bir devlet, lüzum hâsıl oldukta kendini nasıl koruyacaktır?”
    Fakat Sadrazam Paşa böyle bir suale cevap verecek durumda değildir, işi tatlıya bağlamaya çalışır:
    “Canım, böyle basit bir meseleyi büyütüp Rusya ile bozuşmayalım. Sefirle görüş, direkleri kaldırtacağını söyle, mesele kapansın gitsin.”
    Tahsin Bey’in bakışları donar, yüzü tastamam kararır:
    “Benden cidden istenen bu mudur Sadrazam Hazretleri?”
    “Beli, budur. Çok kolay değil mi?”
    Tahsin Bey’in başı âdeta önüne düşer. Bunu kafa sallama olarak algılayan Sadrazam yarı zorla Tahsin Bey’in elini sıkıp görevine uğurlar.
    Tahsin Bey ise bir enkaza dönmüştür. Bacaklarına ağır gelen bedenini âdeta sürükleyerek Sadaretten (Başbakanlıktan) çıkar. Kendisini tanıyıp selam verenleri görmeden Sarayburnu’na yürür.
    “İnsanların neden kendilerini öldürdüklerini anlayabiliyorum” diye mırıldana mırıldana saatlerce denize bakar:
    “Hey koca Osmanlı, bu hallerini de mi görecektim!”

    Sadrazam’ı gelip rica etsin
    Ertesi gün, Tahsin Bey, karamsar, üzgün, bezgin, yorgun bir durumda Rus Sefareti’nin kapısındadır...
    Öyle utanır ki, titremektedir.
    Küçülmüş, bitmiştir sanki... Ayakta zor durur.
    Kapıdaki görevliye maksadını söyleyip sefarete girdiği sırada, Rus sefiri merdivenlerde belirmiştir. Bir an bakışırlar:
    “Kim bu adam?“ diye sorar Sefir, “Niçin geldi?”
    Sefaret görevlisi Tahsin Bey’i tanıştırır:
    “Kendileri Beyoğlu Mutasarrıfı Tahsin Bey’dir, şu telefon direkleri mevzuunu ekselanslarıyla görüşmeye geldiler.”
    Ekselânslarının burnu Kaf Dağı’nda...
    Gözleri küçümseyici, duruşu alaycı...
    Mutasarrıf’ı bakışlarıyla kırbaçlar gibidir.
    Ama asıl kırbaç şakırtısını kelimelere gömer:
    “Bir mutasarrıfla görüşmem. Söyle ona, Sadrazam’ı gelip rica etsin.”
    Hızla kapıdan çıkıp gider.
    Tahsin Bey, olduğu yerde dona kalmıştır. Yer yarılsa seve seve içine girecek kadar bıkkın, bir anda buharlaşmayı isteyecek kadar yorgundur.
    Derin bir utançla kızaran yüzünü indirir, ateş saçan gözlerini kısar, tırnakları avucuna batıp kanatıncaya kadar yumruklarını sıkar.
    Dudaklarına çıkan yüzlerce kelimeyi güçlükle yutkunup tek cümle fısıldar:
    “Aman Allah’ım, bu günleri de mi görecektim!..”
    Sendeleyerek sefaretten çıkar.

    “Biz Osmanlı terbiyesi almışız, düşene vurmayız!”
    Yıl 1918...
    Rusya’da bir yıl önce gerçekleştirilen komünist ihtilâli yüzünden ülkelerini terk etmek zorunda kalan Beyaz Ruslardan bir grup İstanbul’a sığınmıştır...
    Sefil, perişan, bir lokma ekmeğe muhtaçtırlar. Ancak hayırsever İstanbulluların yardımlarıyla hayatlarını devam ettirebilmektedirler.
    Beyoğlu Mutasarrıfı Tahsin Bey yine sahnededir. Bu sefer Beyaz Rusların arasında dolaşmaktadır. Fransızca bilen bir Beyaz Rus bulup oğluna öğretmen tutacaktır.
    Birini gözü ısırınca yaklaşır. Tanıdığında ise, irkilmekten kendini alamaz:
    “Aman Allah’ım!”
    Bu adam, vaktiyle kendisini küçümseyip sefaretten kovan Rus Sefiri’nden başkası değildir. Bir farkla ki, eski Sefir perişan haldedir. Üstündeki elbise çaput yumağına dönmüş, avurtları çökmüş, gözlerinin feri sönmüştür.
    Tahsin Bey, adamı alıp evine götürür.
    Yedirir, giydirir.
    Bir güzel ağırlar.
    Cebine de hatırı sayılır miktarda para koyduktan sonra, eskiye dair tek kelime söylemeden adamı uğurlar.
    Yıllar sonra Tahsin Bey, hadiseyi bir yakınına anlattığında, yakını, şu soruyu sormaktan kendini alamaz:
    “Azizim, vaktiyle sana yaptıklarını niçin yüzüne vurmadın?”
    Tahsin Bey’in dudaklarında acı bir tebessüm yalpalar:
    “Biz Osmanlı terbiyesi almışız, düşene vurmayız!”
    Şimdikiler hem çelmeleyip düşürür, hem de vurabildikleri kadar vururlar ya, aldırmayın...
    “Düşenin dostu olmaz” derler ya, ona da aldırmayın.
    Biz düşene hep dost olduk, Allah da bu yüzden bize dost oldu!

    “O dost ise, her şey dosttur.”
    (Bediüzzaman).
    Cihan dolu bela başında varken ne bağırırsın küçük bir beladan, gel tevekkül kıl;
    Tevekkül ile bela yüzüne gül, ta o da gülsün. O güldükçe küçülür, eder tebeddül...

  2. #2
    Vefakar Üye BEYAZ007 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Mar 2008
    Bulunduğu yer
    *antalya*
    Mesajlar
    444

    Standart

    “Düşenin dostu olmaz” derler ya, ona da aldırmayın.
    Biz düşene hep dost olduk, Allah da bu yüzden bize dost oldu!

    “O dost ise, her şey dosttur.”
    (Bediüzzaman).
    Allah razi olsun,ibretlik bir kıssa. . .
    Bu kulunu hizmet-i imaniye ve Kur'âniyede daima muvaffak eyle.Cümlesine ihlas-ı tam ihsan eyle. Cümlesinin kusurlarını ve günahlarını mağfiret eyle. Cümlesini dünyada a'mal-i hayriye içinde hüsn-i hatimeye mazhar eyle, ukbada Cennet-ül Firdevsde sakin etmekle mesut eyle Âmin. Âmin. Âmin.

  3. #3
    Ehil Üye seyyah_salih - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Dec 2007
    Bulunduğu yer
    Şan(S)lıUrfa'DaN
    Yaş
    55
    Mesajlar
    15.435

    Standart

    Alıntı BEYAZ007 Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
    “Düşenin dostu olmaz” derler ya, ona da aldırmayın.
    Biz düşene hep dost olduk, Allah da bu yüzden bize dost oldu!

    “O dost ise, her şey dosttur.”
    (Bediüzzaman).
    Allah razi olsun,ibretlik bir kıssa. . .
    Ve asıl hüner, kardeşini fena gördüğü vakit onu terk etmek değil, belki daha ziyade uhuvvetini kuvvetleştirip ıslahına çalışmak, ehl-i sadâkatin şe'nidir.
    Marifet ufku....

    Muhabbet denizinde çalan bir melodi gibidir

  4. #4
    Ehil Üye HüZnÜ HaZan - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Aug 2008
    Mesajlar
    4.452

    Standart

    Maalesef bir insan düştüğünde bile çoğu kişi sacede bakıp gülmekle kalıyorsa varın gerisini hesab edelim..
    Acaba gerçekten osmanlı terbiyesi ve anlayışlıylamı yaşıyoruz sorgulamak gerek...?


    Hur bajo,Kur bajo
    Ga mêşine...








    Kendini tevil et!...






  5. #5
    Vefakar Üye keşannur - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Dec 2008
    Bulunduğu yer
    Yüreğinin götürdüğü yerde...
    Yaş
    29
    Mesajlar
    319

    Standart

    Evet çok güzel bu yazı yavuz bahadıroğlunu değil mi?

  6. #6
    Pürheves müzeyyen - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Nov 2008
    Mesajlar
    161

    Standart

    Çok güzel yazı emeğinize sağlık

    Devamı olmayan birşeyde lezzet yoktur. Sen zâilsin. Dünya da zâildir. Halkın dünyası da zâildir. Kâinatın şu şekl-i hâzırı da zâildir. Bunlar saniye ve dakika ve saat ve gün gibi birbirini takiben zevale gidiyorlar(risale-i nur)


    Tarife kalkma bizi;

    Ne şuyuz, ne de buyuz

    Adem denen denizi

    Arayan birer suyuz

    Döner, kıvrılır fakat

    Daire olmaz bu hat

    Ne kadar sürse hayat,

    O yolun yolcusuyuz

    ...


  7. #7
    Ehil Üye yakaza - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Jul 2008
    Mesajlar
    2.467

    Standart

    Allah razı olsun guzel bır paylasım.




    ''Madem ben de bu vatanın evlâdıyım,bu vatanın saadetine hizmet etmek benim için farzdır.''

    Emirdağ Lahikası

    ...EN GÜZELİ SİNELERDE BİR YAD-I CEMİL OLARAK KALIP GİTMEK...


  8. #8
    Ehil Üye Beste-i Rana - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Sep 2008
    Bulunduğu yer
    Doğanın Derinlikleri
    Mesajlar
    4.539

    Standart

    İnsanın vay be diyesi geliyor...
    Nasıl bir feresattir maşallah...Keşke sonraki nesillerde aynı terbiyeyle yetişmiş olsalardı...




    Hest-i Nist-Nümâ



    "Müslümanın müslümana gülümsemesi sadakadır" sırrıyla espri yapıyorum...


    Hepimiz Cennette Kavuşalım...


  9. #9
    Müdakkik Üye !bR@h!M - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Sep 2006
    Bulunduğu yer
    Orta dünya'da ayrıkvadi
    Mesajlar
    748

    Standart

    Her zaman güçsüzün yanında olmuş olan bir ecdad'ın torunları olmaktan gurur duyuyoruz.Sadece müslamanın değil gayrimüslimlerinde yanında olan osmanlı'ya muhtaç bir dünya da yaşıyoruz.

  10. #10
    Pürheves müzeyyen - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Nov 2008
    Mesajlar
    161

    Standart

    Alıntı halil Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
    Her zaman güçsüzün yanında olmuş olan bir ecdad'ın torunları olmaktan gurur duyuyoruz.Sadece müslamanın değil gayrimüslimlerinde yanında olan osmanlı'ya muhtaç bir dünya da yaşıyoruz.

    Devamı olmayan birşeyde lezzet yoktur. Sen zâilsin. Dünya da zâildir. Halkın dünyası da zâildir. Kâinatın şu şekl-i hâzırı da zâildir. Bunlar saniye ve dakika ve saat ve gün gibi birbirini takiben zevale gidiyorlar(risale-i nur)


    Tarife kalkma bizi;

    Ne şuyuz, ne de buyuz

    Adem denen denizi

    Arayan birer suyuz

    Döner, kıvrılır fakat

    Daire olmaz bu hat

    Ne kadar sürse hayat,

    O yolun yolcusuyuz

    ...


+ Konu Cevaplama Paneli

Konu Bilgileri

Users Browsing this Thread

Şu an 1 kullanıcı var. (0 üye ve 1 konuk)

     

Benzer Konular

  1. Ne Mutlu Senin Gönlüne Düşene!
    By mirkat in forum Edebiyat
    Cevaplar: 3
    Son Mesaj: 03.01.20, 19:07
  2. Bir Kefen Aldık, Döndük Mezara!
    By YİĞİDO in forum İslami Konular ve İman Hakikatleri
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 05.10.11, 18:46
  3. Nefis Terbiyesi
    By kayhan1 in forum Kıssadan Hisseler, İbretli Öyküler
    Cevaplar: 9
    Son Mesaj: 16.08.11, 03:40
  4. İhlası Böyle Ele Aldık mı Hiç?
    By VbDeSTabe in forum İslami Nitelikli Yazılar
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 23.02.08, 09:36

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
Google Grupları
RisaleForum grubuna abone ol
E-posta:
Bu grubu ziyaret et

Search Engine Friendly URLs by vBSEO 3.6.0