Eski İstanbul’da belediye hizmeti
16 Ocak 2010 Cumartesi
Betonlaşma, trafik, nüfusun Anadolu’dan İstanbul’a yığılması, yeşilin azalması, sürekli gürültü, 20. yüzyılın son yarısı ile başladı. Gittikçe korkunçlaşan boyutlarda sürüp gitti. Belde hizmetlerinin derde deva bulmasını imkânsızlaştıracak dereceye yükseldi. Dünyanın en büyük açık hava müzesi olan şehirdeki Türk’ün en yüce estetik zevki yok olmaya başladı.
Yükseliş asırlarında şehrin estetiğini bozan veya sağlam yapılmayan bir inşaat, derhal yıktırılırdı. Bunun için 140 müfettiş mimar, her gün İstanbul binalarını teftişe çıkardı (Evliyâ Çelebî, I, 627). İstanbul, dünyanın en kalabalık şehri idi. O asırlarda değil bir milyon, yüz bin nüfus bile en büyük şehirler için geçerliydi.
İstanbul-Edirne karayolu 17. asırda, dünyanın en yoğun trafiğini taşıyan şehirler arası yoldu. Osmanlı bu kara yolunu cadde şeklinde algılamış, iki tarafına kaldırım döşemişti. Yayalar ortadan yürümez, at, deve, araba trafiğini engellemez, iki taraf kaldırımlarını kullanırlardı. Polonyalı râhip gezgin Simeon eserinde (s.23), iki tarafı kaldırım döşeli İstanbul-Edirne kara yolunu bize hayretle anlatıyor. 1611 yılında bulunduğumuza göre bu hayret yerindedir. Zira Londra şehrine ancak 1824’te kaldırım döşenmeye başlanmıştır.
Pek çok bakımdan İstanbul, Avrupa şehirlerine fark atıyordu. Meselâ İstanbul’da Osmanlı’dan asırlar sonra Paris’te ilk mezbahayı Napolyon, ancak 1813’te yaptırdı. 1850’lere kadar en büyük Avrupa şehirleri olan Londra ve Paris’in aydınlanma ve su tesisatı bakımlarından ne derecede ilkel şartlarda yaşadığını Fransız tarihçisi Hatier (Atie) bize anlatır (L’Ancien Régime et Le Monde Contemporain, Paris 1966, s.1987).
Ancak 1850’lerden sonra Avrupa şehirlerinde belediye hizmetleri birden çok gelişir. Sömürgelerden kıt’aya artık büyük servetler akmaya başlamıştır. Osmanlı şehirleri ve bu arada İstanbul, bu yükselişe ayak uyduramaz. Zira o kadar para harcayamaz. Avrupa’da başlayan dev yatırımlara girişemez. Savunma masrafları da en ağır devlettir.
Ama İstanbul, coğrafya eşsizliği, iki kıt’a ve iki deniz arasında bulunması gibi üstün güzellikleriyle, benim diyen Avrupa şehirlerine fark atar. Kıyas kabûl etmez güzelliğinde bütün Avrupalı yazarlar müttefiktir. Meselâ güzellik, estetik uzmanı oldukları tabii bulunan en büyük şairler, hayranlıklarını vurgularlar. 1843’te Gérard de Nerval, birkaç yıl sonra Alphonse de Lamartine‘in böyle bir güzellik karşısında sarsıldıklarını, İstanbul seyahatlerini anlatan kitaplarında okuyoruz.
19. asır sonlarında ve 20.’nin başlarında iki büyük Fransız edebiyatçısı, Loti ile Farrère’in İstanbul hakkında yazdıkları aynıdır.
AYDINLANMA
Ama makine, çimento, betonarme girince, İstanbul’un tabiat hârikaları içindeki mimarlık âhengi bozulmaya başladı. İlk defa 1813’te Londra’da birkaç cadde havagazı ile aydınlatıldı, dünya belediyeciliğinde dönüm noktasıdır. Paris, Londra’yı izledi. 1850 ilâ 1860 arasında Avrupa şehirleri, havagazı ile aydınlatılarak parıl parıl bir Avrupa oluştu. Geceleri kapkaranlık Avrupa tarihi kapandı.
1853’te İstanbul’da Dolmabahçe Gazhanesi yapıldı. Dolmabahçe Sarayı, bahçeleri, saraya açılan yollar ve sokaklar geceleri aydınlatıldı. Sonra 1856’da Cadde-i Kebîr (İstiklâl Caddesi) havagazı ile aydınlandı. 1864’te İstanbul, Üsküdar, Boğaz sokaklarına da havagazı verildi. Buyurun geceleri, zarafet numunesi yeşile boyanmış direkleri ile havagazı lambalarından ışık alan cihan imparatorlukları taht şehri (11 Mayıs 330’dan 1 Kasım 1922’ye kadar tam 1592 yıl) İstanbul...
Beyoğlu’nda Batı tarzı büyük otel, gazino, lokantalar açıldı. 1864’te Kuzguncuk’ta ikinci, 1880’de Yedikule’de üçüncü, 1891’de Hasanpaşa’da dördüncü gazhaneler çalışmaya başladı. Ancak şehrin mütevazı semtlerinde 1940’lara kadar petrol gazı lambası, hattâ mumla aydınlanmanın sürdüğünü bugün yaşlı İstanbullular hatırlarlar.
ŞEHİR İÇİ ULAŞIM
1875 Ocak ayında Türkler’in Tünel dedikleri Karaköy-Galata metro hattı açıldı. Son yıllara kadar Türkiye’nin tek metrosu olarak kaldı. 1869 eylülünde çelik hatlar döşenerek, iri Macar katanalarının çektiği tramvaylar sefere başladı ve 1914 şubatında elektrikli tramvaya çevrildi.
1908’den önce yalnız Yıldız Sarayı ve çevresinde elektrik ve otomobil vardı. Diğer saraylar bile havagazı ile aydınlanıyordu. Selânik, Beyrut, İzmir çoktan elektrikle aydınlanmaya başladığı halde, İstanbul’da 1908’den başlayarak elektrik, otomobil ve taksi dönemi açıldı.
İÇME SUYU
Şehrin su ihtiyacı, her devirde büyük yatırımları gerektirmiştir. Fâtih Sultan Mehmed, şehre girince, sarnıç suları ile idare edildiğini hayretle gördü. İlk suları getirdi. Zira İslâm dininde akan su şarttır, zaruret olmadıkça durgun su kullanılmaz. Sonra Kaanûnî Sultan Süleyman, yarım milyon nüfusa erişen İstanbul için Sinan’a büyük tesisler yaptırdı.
İkinci Osman, Osmanlı’nın bend dediği barajlar inşa ettirdi. Birinci Mahmûd’un annesi, semte adını veren ve su dağıtımını düzenlediği için Taksim denen tesis ve depoları yaptırdı. Sonuncu büyük Osmanlı tesisi, İkinci Abdülhâmid’in hayrâtı Hamidiye Suyu ve çeşmeleridir. Bilhassa İstanbul halkının yoksul kesimi için içecek ve kullanacak su olarak büyük işe yaradı. Hâli vakti yerinde bulunanlar asla Hamidiye suyu içmezler, Hunkâr, Çırçır, Karakulak‘tan aşağı düşmezlerdi. Yüksek tabakanın içtiği su ise Taşdelen‘di, lezzetini bozmamak için özel fıçılar içinde Kahire saraylarına kadar gönderilirdi.
HABERLEŞME VE ULAŞTIRMA
1850’lerde İstanbul telgraf, 1860’larda demir yolu, sonra telefonla donatıldı. Sirkeci’den demir yolu ile Londra’ya bağlandı, ünlü Şark Ekspresi seferleri başladı. Anadolu için âbidevî Haydarpaşa Garı yapıldı. İstanbul-Ankara-Şam-Medîne hattı açıldı. Medîne-San’â (Yemen) ve Bağdad-Kuveyt hatları, Balkan ve Cihan Savaşları sebebiyle yapılamadı.
BELEDİYE BAŞKANI
Şehremâneti denen Osmanlı’nın modern dönem belediye teşkilâtı, Cumhuriyet’e intikal etti. 1930’larda şehremîni’ne belediye başkanı dendi, fakat 1950’lere kadar bu görev İstanbul valisine verildi.
Klasik Osmanlı döneminde ise, belediye başkanı, aynı zamanda şehrin en büyük yargıcı sayılan İstanbul Kadısı idi. İstanbullular İstanbul Efendisi derlerdi. Yargıç olarak Rûmeli kazaskerine bağlı bir ilmiye görevlisi idi. Belediye başkanı sıfatıyla doğrudan sadrâzam denen başbakana bağlı idi. Belli bir konuyu sunmak isterse, Dîvân-ı Hümâyûn denen imparatorluk bakanlar kurulu toplantısına oy hakkı bulunmaksızın katılabilirdi. İstanbul kadılığından Anadolu kazaskerliğine geçerdi.
Şehrin klasik dönemdeki bayındırlığının bozulmasının sebeplerinden biri hepsi vakıflara bağlı kamu yapı ve kurumlarının vakıf gelirlerinin önemli kısmını kaybetmesidir. Meselâ Yeni Cami’nin bugün Slovakya’da kalan vakıfları olduğunu yazsam, emînim, birçok sayın okuyucum sarsılacaktır. Ülkeler birer ikişer bizden ayrılınca , büyük kamu kuruluşları, o memleketlerdeki vakıf gelirlerinden mahrum kaldı. Başta İstanbul, şehirlerimizin bayındırlığı etkilendi.