TRT'deki meslektaşımız Kerime Senyücel önemli bir çalışmaya imza attı. "Osmanoğlu'nun Sürgünü"nü belgeselleştirdi.
Dokuz ülkede 100'e yakın aile mensubuyla görüşülerek hazırlanan belgesel yarın yayına giriyor.
Belgeselin tanıtım toplantısı gerçekten görkemli oldu.
Osmanoğulları 80 yıl sonra ilk kez çok geniş bir kadroyla Dolmabahçe'de toplandı.
Hayatta bulunan 27 şehzadenin 14'ü oradaydı.
Hanedanın daha çok İngilizi andıran ve Türkçe bilmeyen en küçük mensupları, basının ilgisi karşısında ve onca tanımadıkları insan arasında bir hayli sıkıldılar.
Bu arada gelenler kadar gelmeyenler de ilgi çekti.
Örneğin ailenin 95 yaşındaki reisi, Osmanlı tahtının varisi, II. Abdülhamid'in torunu Osman Ertuğrul gelmemişti.
Sultan Vahideddin ile Halife Abdülmecid Efendi'nin torunu olan Neslişah Sultan (Osmanoğlu) da yoktu.
Gelmeyen hanedan mensuplarının, bu türden törenleri biraz "gösteriş ve reklam merakının ürünü" saydıkları ve bazı genç akrabaları,ailenin geleneksel sessizlik kuralına uymamakla suçladıkları kulaklara fısıldandı.
Bu söylentileri Osman Mayatepek'e sordum.
Mayatepek, Padişah Abdülmecit'in oğlu Şehzade Süleyman'ın kızı olan Naciye Sultan ile 1914-1918 yılları arasında harbiye nazırlığı yapmış olan Enver Paşa'nın torunu...
Yani Osmanlı ailesinin bir üyesi...
O gece kendisine 14 yaşındaki kızı Mihrişah da refakat etti.
Mayatepek gece boyunca fazla öne çıkmamaya, olup biteni kenardan izlemeye özen gösterdi.
"Aile"yi tanıyanlar, bunun kararlılıkla uygulanan geleneksel bir tavır olduğunu da bilirler.
Ancak o gece bu gelenekten haberdar gibi görünmeyenler de çoktu. Öne çıkmaya çalışanlar, el öpme yarışına katılanlar, ilgiyi fark edip "monarşik bir parti" hayali kuranlar, hanedana mensup olmadıkları halde kendilerini "Sultan" diye tanıştıranlar...
Bunlar Mayatepek'in de dikkatini ve tepkisini çekmişti.
Söyleşimizde her birine mesajlar verdi.
Parklarda uyudular Sürgün Osmanoğullarını nasıl bir hayata sürükledi?
Osmanlı ailesi, vatandaşlıkları ellerinden alınarak 3 Mart 1924'te Türkiye Cumhuriyeti'nden süresiz olarak sürüldü.
Ülkeyi terk etmeleri için ailenin erkek üyelerine sadece 24 saat, kadınlarına ise 10 gün verilmişti.
Hanedanın 141 üyesi, ceplerinde sadece kişi başı 2 bin sterlin ve bir yıl geçerliliği olan tek yön gidiş pasaportları ile 700 yıl hükümran oldukları imparatorluk topraklarını terk etti.
Birçok insan kısa sürede döneceklerini umdu. Bununla birlikte kadınlar 28 sene sonra dönme izni alabilirken, erkeklerin anavatanlarına dönüş izni alabilmesi 50 yıl sürdü.
Birçok Avrupa ülkesinde, Ortadoğu'da hayatlarına devam ettiler. Bazıları belirsiz bir geleceğe doğru Amerika gibi uzak memleketlere gitti.
Taksi şoförlüğü, gündelik işler ve hayatta kalmalarını sağlayacak her tür işi yaparak hayatlarını sürdürmeye çalıştılar.
Bulabildikleri her yerde, hatta parklardaki banklarda uyudular. Sadece onurları ve gururları devam etmelerini sağladı.
Onur kırıcı bu yeni duruma dayanamayanlar maalesef intihar ettiler.
Saraylarının debdebesi içinde hayatlarını sürdürmelerini sağlayacak hiçbir iş için ne eğitilmiş ne de öğrenim görmüşlerdi.
Kusursuz bir şekilde dürüsttüler. Dünyanın büyük kısmını yönetmiş olan bu ailenin tek bir üyesi bile hazineden bir kuruş almaya tenezzül etmedi. Vakur, dürüst ve meşakkatli işleriyle hayatta kaldılar.
http://www.milliyet.com.tr/2006/10/0...yazdundar1.jpg
Sezar'ın hakkı Sezar'a Şimdi hanedanın devlet televizyonunda bir belgesele konu olması, kokteyle İstanbul valisinin katılması, basının büyük ilgi göstermesi neyin işareti?
Aile TRT'ye müteşekkir olmalı, ilk kez bu kadar büyük bir toplantı yapıldı. Ben de bu vesileyle birkaç aile mensubuyla tanıştım. Samimiyet kurduk, kartvizitlerimizi değiş tokuş ettik.
80 sene evvel sürgüne gönderilmiş Osmanlı ailesine o gece Türk devleti ve toplumu "Memleketinize hoş geldiniz" dedi, sempatiyle yaklaştı.
Nispeten genç olan cumhuriyetin kendi geçmişi ile uzlaşması bence son derece olumlu bir gelişme...
Hanedanı sürgüne yollamak yanlış bir karar mıydı?
Başlangıçta cumhuriyeti geçmişinden uzaklaştırmak siyasi açıdan uygun olabilirdi ama gerçek şudur ki, geçmiş, çok şanlı bir geçmiştir.
80 yıl sonra artık geçmişi başarıları ve başarısızlıklarıyla birlikte kabullenmenin zamanı gelmiştir.
Bir ulus kendi geçmişini yadsıyor ve görmezden geliyor ise büyük bir ulus olduğunu iddia edemez.
Hanedan, sürgün kararından ötürü Atatürk'e kırgın değil mi?
Şunu herkes biliyor: Türkiye'nin kurtuluşunu büyük bir adam ve gerçek bir lider olan Atatürk'e borçluyuz.
Kimse bu şerefi bir Osmanlı subayı iken ülkenin kurucusu olan bu kahramanın elinden alamaz.
Fakat büyük ulusların görevi Sezar'ın hakkını Sezar'a vermektir.
Bence aslında şanlı olan tarihimizi kabul etmeli, hatalarımızdan ders almalı ve bu derslerden yararlanmalıyız. Y
Yeryüzünde 700 yıldan daha fazla hüküm sürebilmiş kaç imparatorluk var ki? Osmanlılar haricinde ben sadece Roma ve Çin'i sayabilirim.
Köklerine hasretler
Hanedanın bazı gençleri Türkten çok İngilize benziyordu.
Özellikle genç kuşağın çoğu, vatandaşlığını kabul ettikleri ülkenin kültürüne entegre olduklarından Türkçe bilmiyorlar.
Buna rağmen hiçbiri anavatanlarına, Türkiye'ye ait olma duygusunu kaybetmiş gibi görünmüyor. Kendi hayatlarını yaşamışlar ama özbeöz Türkler...
Son derece modern giyinirler, örtünmezler. Cumhuriyeti çoktan kabullendiler, şimdi geri geliyorlar. Bu da doğal... Köklerine hasret bu insanlar...
Babalarının yetiştiği, atalarının yaşadığı toprağı merak ederek geliyorlar. Kenize Murat gibi yılın yarısını Türkiye'de geçirmeye başlayanlar da var.
Sultan gibi davranma cüreti
Gecede kendini "Sultan" olarak takdim eden gelinler vardı. Bunlar sizi de rahatsız etti mi?
Osmanlı hanedanının en önemli özelliği, sessiz kalmaya hep özen göstermesi, reklamdan daima kaçınması...
Ama bazıları işin şov tarafına kaymaya başladı. Kendini olduğunun üstünde göstermeye çalışanlar var. Özellikle ailenin üyeleriyle evlenen, hatta evlenmeyen yabancı kadınlar arasında "Sultan" unvanını kullanma, bazı erkeklerde de kendini "şehzade" olarak tayin etme saplantısı gözledim.
Bu üzücü ve rahatsız edici bir şey... Neden olmadıkları biri gibi davranmaya cüret etme ihtiyacı duyarlar ki?
Unvanın gerçek sahipleri, bunu hazmetmiş, yerli yersiz kullanmaya tenezzül etmeyecek insanlar...
Unvan sahibi olmayanlar hazımsızlıktan kendilerini sultan olarak lanse etmeye çalışıyorlar. Bu unvanlar ya kazanılmalı ya hak edilmeli veya prensipleri ve soy esası iyi belirlenmiş bir şekilde miras kalmalı.
Bu ailede kimin şehzade veya sultan, beyzade veya hanım sultan olduğu açıkça bellidir ve kendi kendini ilan etme, kriterlerden biri değildir.
Kim "Sultan" unvanını kullanabilir?
Osmanlı hanedanında spekülasyona açık olmayan, çok net bir sıralama vardır. Batılı hanedanlardaki gibi parayla satın alınabilen lord, kont, düşes gibi unvanlar yoktur.
Bizde unvanlar kan bağıyla, aileden alınır. Bir "şehzade"nin kızı "sultan"dır; oğlu yine "şehzade" olur. Ve onlar hanedan içi evlilik yaptıkları sürece bu unvanlar sürer.
"Sultan", hanedan dışından biriyle evlenirse onun kızı "hanım sultan", oğlu "beyzade" unvanını alır. Ve soy orada biter.
Örneğin torunu olduğum Naciye Sultan hanedandan biriyle evlense benim annem "sultan" olabilirdi ama hanedan dışından Enver Paşa ile evlendiği için hanedan bağlantısı bir sonraki kuşakta sona erdi.
Şimdi ben bir "aile mensubu"yum ama hanedanla ilgim yok.
Monarşik parti hayali
O gece gelip hanedan üyelerinin elini öperek "Monarşik parti" kurmayı teklif edenler olmuş...
Böyle düşler kuranlar olabilir. Ama bilinmelidir ki, oradaki insanların çoğunun tek hissiyatı, vatanına, milletine kavuşma sevinciydi.
Politik bir mesaj yoktu. Münferit olarak politik kaygısı olanlar varsa bu, onların şahsi hırslarıdır.
Hiçbir zaman gerçekleşmeyecek, ciddiyetten uzak hayaller bunlar... Türk halkının aileye gösterdiği sempatiyi yanlış yorumlamak, tepki doğuracak hırslara kapılmak yanlış olur. Verilen fırsatları çarçur etmemek lazım.
CAN DÜNDAR