İhanetimizin adıydın İstanbul,affetmiyoruz kendimizi...
Şimdi gönlümüze kaldırımları basıyoruz,
Sokak lambaları dileniyoruz,siyahı renk edinmiş gecelerinden,
En kuytularımızdaki ahvalin için.

Yüzümüze bakma öyle tanıyamazsın,
Bu karmaşanın töresidir maskeli balolar,
Malzemesi yapay gözyaşlarıyla,sahte kahkahalar...

Suni sevdalar topladık yüzyıllarca,arka bahçelerinden,
Hormonlu hisler büyüttük,
Yok yere pışpışlanıp büyüdük,
Failimiz meçhul bir çok kez öldürüldük.
Güvenimizin sayısı hep eksik kalıyordu,basket potalarında,
Masa tenisiydik,uygunsuz eller itti suspus girdaplara.
Hiç mi düşmedik sanıyorsun İstanbul,
Hayat sekseğinin buzlu kent koruluğunda?

İşgale gönüllü kalelerle sınırlanmış,
Dört başı mağdur bir adaydın sen,
Ve misafirdik kentini arayanlar.
Menüde özlem vardı yine,
Ekşitmedik terkimizden tadarken suratımızı.
Alaca ihanetler titriyordu masa başlarında,
Yani hiç mi kimsenin hatırı yok?
Maskelerin takasıyla devam ediyor balo...
Çehrende sadece bir maske,
Çıkarma,sana değmesinler İstanbul!

Nicedir,caddelerinde ayrılık masalları dinletiliyor uykudan önce,
Güç yetmiyor yürekler arası seferlerine,ana sütü duruluğunda yelkenlilerin,
Bir martı çığlığı kadar uzak,masumane bakışlar kıyılarına,
Her giden kendi şarkısını besteliyor dalgalara,
Kalabalıklarca kabalaştırılıyorsun İstanbul!

Semt butiklerinde askıya alınıyor umutlar,
Dostluklar seyyardan maliyetine,
Sezon sonu indirimi devam ediyor değerlerimizde,
Hasretten defolu sevgiler dağıtılıyor,kaldırırım yüreklilere,
Tüm halk,kin kusuyor bir tutam maviliğine,
Kentine sadık diye...
Ve parklarda adımızın yanına bencillikler kazınıyor,
Kalp içindeki oklara kaydı mı gözün,
Ayrılığı aralıyor her kapı...

Kara kedilerin ağlayışları tırmalıyor,sırtını döndümü aydınlıklar,
Cehennemlikler uluyor köşe başlarında,
Kan sızıyor aslını temize çekmek isteyenlerin kaleminden,
Sırf yeşilin gönlünü hoş etmek için,
İncir ağacı dikiliyor ocaklarımıza,
Bir gülün şimaline,onlarca diken satılıyor semt pazarlarında,
En lüks arabalara biniliyor hayata geç kalmama adına,
Oysa belimize çullanmış tüm yasaklar,
Yorgun kaçıyoruz gençliğimizden İstanbul...

Köleliğimizin ispatı cüzdanlarımızdaki kağıt parçalarında,
Her saat başı yıkanıyoruz,bu insanlık pasını arıtma sevabına,
İçimizdeki isyanları alacak hekimlerle,
Otuz şubatta hep randevularımız.
Birileri hatırlatınca zamanı namluya sürüşümüzün vebalini,
Narkozlardan ayıltıyoruz minyatür haklılıklarımızı,
Terziler keyfine göre dikmiyorlar a'nımızı,
Boğazlarımızda hıçkırıkları düğümleyecek kadar,
Dar yakası ömrümüzün...

Görmüyorsun İstanbul,
Pembe lensler takıyor güvenimizi emen vampirler,
Masrafsız sevgiler arıyoruz gazete ilanlarında,yok!
Müsait bir ölümde bırakmıyor minibüsler,
Kent acemileri kırmızı ışıklara mahkum...
Durulmayı bilmiyor gözyaşı yüklü kamyonlar,
Ve toplu taşınıyor ümitsizliğe yolcular...

Sol yanımızda adsız bir kıpırtı kendimizden bile gizli,
Şimdi tüm solcular ayakta İstanbul,yolsuzluklarına karşı,
Yine gözümüzde büyütemedik eldeliklerimizi,beceriksiziz...
Melekler binbir düş sıkıştırıyor,ebruli karanlıklarda yastığımızın altına,
Oysa İstanbul,çocukların kabusların koynunda yumuyorlar tüm gerçekeleri!

Dev aynalar takılıyor gönül pencerelerimize,
Herkes kendi niyetine bize bakıyor,
En emin kalelerimize atılan yalanlarla coşuyoruz her seferinde,
Gönlümüzdeki seslere sağır kesilişimizi kutluyoruz,
Seni fethettikçe...
Ve sizler,yitik şehrin yolcuları!
Hangi cesaretle aşkı koyuyorsunuz heybenize?
Baksanıza,en değerliniz adına kapkaççılar pusuda...
Hala,denizlerden ürküp yıldızlara erişmemeyi öğretiyoruz,
İstanbul'da en bebek yanlarımıza.
Binbir aksini buruşturup Güneş'in,
Yakınıyoruz avuçlarımızı yakan sıcağından,
Dert ediniyoruz kendimize dertsizliğimizi,
Çizgi çekip Azrail'le sözleşmemize,yaşıyoruz sadece...
Altını üstüne getiriyoruz İstanbul'un gün batımlarında,
Bir avuç mutluluk birikiyor kucağımıza,
Leylak rengine bezenmiş zarif akşamlarının,
Rüzgarlarına savrulan saçlarımızın anısına,
Bu kalabalığın günahı,işlenmesin amel defterine İstanbul!

Ah! yazık ömrümüzün özeti,sende mi gülüşlerini,
İdam sehpalarına armağan eden cömertlerin safındasın?
Senki,dilindeki ıslak hüzünlerle
Şeker komalarına davetiye çıkarırdın ada akşamlarında,
Şimdi,dünlerden kalma faytonların sirenleri,
Yırtıyor en kanayan yerlermizi...
Mavi suların haya ediyor,çirkefe bulanmış çehrelere değmekten,
İşte bu yüzden topluyor eteklerini,asırlardır kıyılardan.
Ezanlar kadar haykırmaya eğimliyken tüm doğrular,
''sus''orucuna mı niyetli denizkızların?
Oysa İstanbul,hayat hiç susmayacak ölüm kadar!

Gün görmemiş ormanlarından,kolaycı insan figürleri sızarken gönlüne,
Demir diyarına altın pazarlamak senin neyine?
Fanilere malzeme oluyorsun İstanbul,yazık!
Kirpik uçlarımızla parmak kıvrımlarına her dokunuşumuzda,
Kırk yama dünlerin dolanıyor yarınlarımıza...
Biz,büyümenin ayıplandığı nakıs özgürlükler mahallesinin sakinleri,
Alıştırdık martılarını ürkek bakışlarla beslemeye,
Gök kubbenin rengini dumanlı göstermeye.
Bu oyunun adı evcilik değil İstanbul,
Yalnızlıkla oynanan kalabalık sencilik.
Öyleyse,bu sahnelerde tanık olduğun kadar sanık da sensin,
Rengine sahip çıksana İstanbul!

Bak asırlardır idam ay,mavi lal kentinde,
Bir peygamber duası mı gerekli yani,
Yüzünü geceye dönmüş günah tiryakilerini,
Mor çırpınışların izleri yüreklendirsin diye?
Anla artık İstanbul!
Bu diyarlarda yıldızlar kadar kendin olabilmen için,
Sana dokunulmazlıklar gerek!

Yoksa,yedi kuşak ötelerinde saray zindanlarında çürüyen anlamların,
Vebali mi ödetiliyor sana?
Derinlikli besmeleler salsak da ecdadına,duvarların ağlamaya meyilli,
Ve itelendiği yerden tutunanlar bin hıçkırık boyu içli,
Hala gerdanımızda süs boğazın ilmekleri,
Çek ipimizi İstanbul!
Bu hevesle düşersek yakandan,belki acırız kendimize...

Ah! derdimizin göbek bağı,
Bir gün anlarsan kendini,bize anlatacağın çok şey olacak,
Fazlaca garip değil mi, kendine el olmak?
Hey kentin sağırları korosu!
Alkış tufanına tutsanıza,böylesi esaretin çulu prenses makamınızı...

Nerede kaldı İstanbul,
Deli sevda zanlısı Üsküdar'ın da şaha hazır atların,
Ve tüm kederlere Taksim umursamazlığın?
Hangi vakit çınar diplerine sır mabetlerden,
Bir lokma huzur bulaşsa diline,Eyüp kokardı tenin.
Sancılı keklik ocağındı Beykoz,
Onurunla boylandırdığın kızıl lalelerin
Rasathane'nin kuytu köşelerinde başsız kalışlarında.
Yüreğimizi ılındıran umutdanlıklarla,
Hüzün demlerdin ya Çamlıca'da.
Sen ki,Kızkulesi'nin efkarına ortak ederdin kendini,
Yağmurlar ağladığında sana
Bağrına basasın gelirdi boynu bükük toprağı.
Baksana İstanbul,
Fatiğin yurduna sığınmış,terkettikçe sahiplendiğin mavi sözlü bebeklerin,
Artık okşanmıyor saçları.
Ve adları kötüye çıkıyor Beyoğlu'nda,
Kaçtığı müddetçe beyaz kalacak güvercinlere
Gölgeler satan kızların...

Yine,ansız baltalanılıyorsun kelebek kanatlarından,
Avaz avazken sen zirvelerde
İnan, yokuşlarının çıkışı değil eli boş dönüşü yoruyor adamı.
Çünkü dizlerimizin bağı,şeytan silüetlilerin parmağında halka,
Gönlümüzden kaydırılıyorsun İstanbul,türlü zorbalıklarla...
Bu teknolojik çaresizliğin panzehiri yoksa,
Gözyaşı tortulu tövbeleride mi yok?
Öyleyse,Allah'a ısmarladık İstanbul,yarınlarını...

''kafana yattıysak, dizine yatmasak da olur
bizi hep özle İstanbul''...

ZÜLEYHA ÇAY


SELAM VE DUA İLE...