+ Konu Cevaplama Paneli
1. Sayfa - Toplam 19 Sayfa var 1 2 3 11 ... SonuncuSonuncu
Gösterilen sonuçlar: 1 ile 10 ve 188

Konu: Risale-i Nur Tahrif Edilmemiştir

  1. #1
    Yönetici SeRDeNGeCTi - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Jun 2006
    Bulunduğu yer
    Ankara
    Yaş
    38
    Mesajlar
    5.901

    Standart Risale-i Nur Tahrif Edilmemiştir

    Hazret-i Üstad?n özellikle eski eserlerinden baz?lar? üzerinde —onun tasarruf ve tashihleri kat’î olduğu halde— menfî yönde devam eden dedikodular?n mahiyetlerini gün yüzüne ç?­karma hususunda etrafl?ca izahat vermeye lüzum has?l ol­muştur. ?zah?na gerek duyulan hususlar bir kaç maddedir. Bu maddelerin bir k?sm? etrafl?ca, bir bölümü de az temas ile izahlar? yap?lacakt?r.
    B?R?NC? MADDE
    Hazret-i Nur, aziz Üstad?m?z?n eski eserleri de, yeni eserleri de serapa nur ve huzur vermektedirler. Çünkü menba’lar? ?slâm’?n aslî p?nar?d?r. Öyle olduğu için de, hiç bir zaman -başkalar?nda çoğu kez görüldüğü gibi- hissiyat?n taşk?n ve mütecaviz sâikiyle yaz?lm?ş değillerdir. Taşk?n hissiyat kar?şmad?ğ? için, daima s?rat-? müstakim sayebanl?ğ? ve rehberli­ğinde neşv ü nema bulmuşlard?r. Nitekim pişva-i ümmet olan o hazret, “?ki Mekteb-i Musibetin Şehâdetnâmesi” eserinde, yani 31 Mart 1325 hadisesi münasebetiyle dehşetli olan Divan-? Harb-i Örfî Mahkemesi pa­şalar?na karş? son derece merdane müdafaat? içerisinde bu husus için şöyle demiştir:
    “Ey paşalar zabitler! Cemi-i kuvvetimle derim ki: Ceridelerde neşrettiğim umum makalat?mdak? umum hakaika nihayet derecede mus?rr?m. Şayet zaman-? mazî canibinden asr-? saadet mahkemesin­den adaletname-i şeriatle davet olunsam; neşrettiğim hakaiki aynen ibraz edeceğim. Olsa olsa, o zaman?n ilcaat?nm modas?na göre bir libas giydireceğim. Şayet müstakbel taraf?na, üçyüz sene sonra tenkidat-? ukala mahkemesinden tarih celbnamesiyle celb olunsam; yine bu hakikatleri —tevessü’ ve inbisat ile çatlayan baz? yerlerini yamalamakla beraber— taze olarak orada da göstereceğim. Demek, hakikat tahavvül etmez, hakikat hakt?r.” (Asar? Bediiye sh: 422)
    ?şte Hazret-i Üstad?n şu kat’î ifadesi, bizce mes’eleyi kökünden hal­letmiştir. Çünkü o, s?rr?nca, mutlak vâris-i Nebî olduğu için; havadan konuşmamak, hissiyat?n taşk?n tesirleri alt?nda ifa­dede bulunmamak hakikat?ndan nasib-i kâmili vard?r.
    Öyle ise o zat-? kerim, 1908’lerde neyi konuşmuş, neyi yazm?şsa, ayn?s?yla hak ve hakikat olduğu ve el’an da ve hatta k?yamete kadar da o hakikat, lüzum-u kat’îsinin bütün cihetleri ve ç?plakl?ğ?yla ortada olduğu gibi; o tarihten otuzüç y?l sonra, yani 1951’lerde ayn? o hakikatleri, te­vessü’ ve inbisat ile çatlayan baz? yerlerini yamalamak, ya da hâs ve hu­sûsî iken, umumileştirmek ve bir nevi cüz’iyyetten külliyete ç?karmak gayesiyle ufak tefek baz? tasarruflarla yeniden tashih ederek neşrettiği şekliyle de elbetteki hakt?r, hakikattir ve yerindedir.
    Mesela diyelim; eskide yaz?lm?ş bir eserinde hâs olarak “Kürd” kav­mine hitap ettiğinde, ?slâmî milliyet çerçevesi içerisinde milliyetçilik hislerini tahrik edip intibaha getirmek niyetiyle; Rüstem-i Zâl ve Selahaddin-i Eyyübî’lerin isimlerini yâd etmiş iken; şimdi ayn? o eserini yeniden neşrettiğinde, Türk kavmini de ayn? hislerden uyand?rmak için Barbaros Hayreddin Paşa ve Celaleddin-i Harzemşah vesairenin isimle­rini de beraber zikretmesiyle, meselemizin özünü tebarüz ettirmekte olduğunu görüyoruz.
    Yoksa, baz?lar?n?n zann? gibi; Hazret-i Bediüzzaman’?n eskideki nu­tuk, makale ve kitaplar?n?n ihtiva eyledikleri büyük, derin ve zarurî olan o hakikatler, bilahere —az üstte izah? yap?lm?ş tarz? ile— onun baz? tasarruflar?na uğram?ş olmas?yla, arz-? felata (yani çorak arazi) at?lm?ş demek değildir. Bil’akis o eski eserlerinin dile getirdikleri ayn? o hakikatler, bu­gün daha çok kuvvetlenmiş, şiddetlenmiş ve behemehal icablar?n ya­p?lmas? zarurî hale gelmişlerdir.Demek ki onlar, bugünkü halleri ile bir tevessü’ ve inbisat kaziyyesi mucibince bir yamalamaya tabi tutulmas? söz konusudur ve hususîlikten umumîliğe, cüz’îlikten küllîliğe terakki etme ve ettirme durumu vard?r. Bu durumlar?n icab?na göre de, bir tasarrufu gerektirecektir. Nitekim de öyle olmuştur.
    Hal böyle iken, Hazret-i Bediüzzaman’?n o eski eserleri bir çok yer­lerde ve kütüphanelerde ilk vaziyetleriyle ve kesretle bulunmalar? karş?­s?nda, tasarruf ve tashih görmüş şimdiki durumlar?n? müdafaa ederken; bir sadakat ve emre itaat pozisyonunu aş?r? derecede gösterircesine olan hâl ve hareketleri ile; o eskilerin ilk aslî vaziyetlerini adeta yanl?ş, ha­tal?... hatta daha ötelere giderek muz?r şeyler tarz?nda gösterircesine bir davran?ş göstermek, elbetteki çok yanl?ş ve ayn? zamanda tehlikeli bir tahrik ve pek zararl? bir hâl olur. Bu halin ifrat? neticesinde büyük tefrit­lerin doğmas?na sebeb olduklar?n?n fark?nda olmasalar da, vebalden kur­tulmuş olmayacaklard?r. Zira kat’iyyen biliyoruz ki; Hazret-i Üstad es­kide yazm?ş ve neşretmiş olduğu o pek fevkalade mühim, ciddî ve muaz­zam hakikatlerden geri ad?m atm?ş değildir. Evet, her şeyini uhuvvet ve ittihad-? ?slama feda etmiş o aziz ve kerim Üstad, bu hususlarda elbetteki zaman?n nezaketini düşünmüş ve ilcaât?n? mülahaza etmiş olmas?ndan; ehl-i gaflet olan siyaset erbab?na ve dünyaperestlere, iman ve Kur’an hizmetinin selameti yolunda bir nevi taviz verme ve bir çeşit kamufle etme veya üstte izah? yap?ld?ğ? tarzda bir küllileştirme kaziyyesi mevzû-u bahistir.
    Nitekim Hazret-i Üstad, “?ki Mekteb-i Musibetin Şehadetnâmesi” ese­rini tashih ve tasarruflardan sonra, son şekliyle tab’ettirmek için An­kara’ya gönderdiği zaman, onun baş?na şu yaz?y? ilave etmiştir.
    “Aziz S?dd?k Kardeşim, bu tashihli tarz? hâs dostlar meşveretiyle tek­sir edebilirsiniz. Bu musahhah?n bir suretini ?nebolu’ya gönderip, eski harflerle kabil ise teksir edilebilir. Madem eski zamanda iki defa tab’ edilmiş, kimse itiraz etmemiş... Hem ilişmek ihtimali bulunan baz? keli­meler de değiştirilmiş ayn-? hakikat bir risaleciktir. Hâs dostlar?n tensibiyle, fakat s?hhatine tam dikkat etmek şart?yla neşredebilirsiniz. Eski zamandan ziyade bu zaman?n tam bir dersi olabilir. Said-i Nursi”
    Bu mevzuda pek mühim ve son derece ciddî bir husus daha vard?r, o da şudur: 1908’lerden 1914’e kadarki geçen zaman ak?ş? içerisinde gelişen ibret-âmiz hadiselerle ve Birinci Harb-i Umumî’nin tarrakalar?n?n ihtar et­tiği derslerle; Hazret-i Üstad?n o zamanlarda birinci derecede yürütmek istediği ve pek çok ehemmiyetle üstünde durduğu husus, Osmanl? camia­s?nda ?slam milletlerinin ve Alem-i ?slâm?n içtimaî ve büyük hizmetleri merhalesini bir derece ask?ya alm?ş ve ona, o günden itibaren art?k üçüncü, dördüncü derecede bakarak, talî hizmetler s?ras?nda b?rakm?ş de­sek, yanl?ş etmiş olmay?z tahmin ediyorum. Zira o zat, mezkûr zamanlar şeridine tak?l? olan hâdisat? ve içindeki esrarengiz ve desiseli ink?laplar? gördü, ibret ve ikaz derslerini ald?.. Ve bütün kuvvetiyle ve tamam kana­atiyle müslümanlar?n iman ve akidelerinin takviye ve tahkim hizmetinin her şeyden önce elzemiyetini anlad? ve bütün himmet ve gayretiyle ona el att?.
    Hem ?slâm milletlerinin tek ve yegane kuvvet kaynaklar?n?n iman ve din kardeşliği içindeki tevhid ve ittihad olduğunu tamam?yla anlad?. Bu­nun da, iman ve akideyi tahkim hizmetinden sonra, her şeyden önceki elzemiyetini gördü. Bu yüzden o koskoca Hazret-i Bediüzzaman, mezkûr iman ve ?slâm hizmeti ve uhuvveti hizmetlerine çekirdeğinden başlamak üzere, bütün himmetiyle iman, akide, uhuvvet ve tevhid hizmetlerinin unvan? olan Nur Risalelerini te’lif ve neşretme vazifesine koyuldu. Bu hizmetin dağdağas?z ve selamet ile yürütülebilmesi için de, siyasî ve iç­timaî mes’elelerden tamamen elini çekti. Onun yerine iman ve Kur’an hizmetinin çerçevelediği hareketler yörüngesine girdi.
    ?şte, bu zaviyeden Üstad Bediüzzamana bak?ld?ğ? zaman, elbette de­nilebilir ki; Onun o eski mutasavver hizmetleri daima kendi makam?nda ve zemininde hak, lâz?m ve yerinde olan şeyler olmakla birlikte, bunlar? bir kaç derece geri iten işler vard? ki; umum âlem-i ?slâm? alakadar eden ve müşterek mal? olan iman ve akideyi takviye hizmetlerinin dağdağas?z yürütülebilmesi hat?r?na binaen, eskideki içtimaî hizmetleri ask?ya ald?. Yani bilfiil onlar? takibten bir derece geri kald?. Hatta o eski hizmetleri­nin yeniden derhat?r olup da, otuz-k?rk sene sonra aras?ra müteveccih ol­duğunda da, yine iman hizmetinin meslek ve meşrebine göre bir renk ve bir ayar verdi ve ona göre tanzim etti. Evet, bize göre şu birinci maddenin aslî izah?n?n k?sacas? böyledir ve bu kadard?r.
    ?K?NC? MADDE
    Bu madde; Allame-i bîadîl olan Hazret-i Bediüzzaman?n eski ve yeni fikir, düşünce ve tedbirlerinin sabit ve layetezelzel değil de, belki (!) za­manlara ve şartlara münkasim ve tabi’ şeyler olduklar?n?, sözü, hâli ve davran?ş? ile iddia edenlerin yanl?şlar?n? gösterme hakk?ndad?r, şöyle ki:
    Görüyoruz ki, baz? kimseler kalk?yor; (zeka ve ilminin belli baz? hududlarla çevrili olduğunu bilip düşünmeden, yani daha doğrusu had­dini bilmeden, Bediüzzaman Hazretlerinin istikbalî, içtimaî ve siyasî ted­birlerini ihtiva eden baz? sözlerini, kendi darac?k kafalar? ile yorumluyor, işlerine gelen taraf?n? al?p, pek hararetle ve hatta alet ederek kullan?yor. Amma hissine uygun gelmeyen, düşüncelerine uymayan taraf?n? ise, ya zamanlar ve devirlere bölüp te’vil ediyor, ya da vakti ve müddeti bitmiş eski şeyler olduğunun zehab?na kap?l?yor.. Hatta bunlar? iddia da edebili­yor.
    Bu hususa bir misal vermek gerekirse, Hazret-i Bediüzzamamn eski eserlerinden “Münazarat” kitab?nda —ki bu kitab? Hazret-i Üstad Yeni Said diye tavsif ettiği zamm?nda dahi inceleyip tashihlerden geçirmiş ol­mas?na rağmen— yazacağ?m?z şeyin içindeki noktay? herhangi bir tasarruf ve tashiha tabi’ tutmadan ve aynen neşrettirdiği halde; mezkûr kişiler ise: “Bu mesele geçmiş zamanda tatbiki mümkün.. Ve fakat şimdiki halde uygulanmas?yla devletimizin birliğini bozar” diye hüküm koymuşlar.
    Halbuki gerçek birlik ve hakikî ittihad ve tam muhabbet bu gibi iddiala­r?n?n aksindedir. Yani Hazret-i Üstad?n getirmiş olduğu tedbirinin aynen uygulanmas?ndad?r.
    ÜÇÜNCÜ MADDE
    Birinci maddede işaret edilmiş olan Hazret-i Üstad?n —özellikle— kendi eski eserleri üzerinde yapt?ğ? baz? tasarruf ve tashihleri meselesidir.
    Evet, benzeri tasarruf ve tashih kaziyyesi umum müellif ve musann?flarda görülmüş ve görülmektedir, ve bu yüzden bir çok kitap­larda nüsha farklar? (3) düşmüştür. Hatta en mu’temet ve Kur’andan sonra en kudsî kitaplarda bile musannif veya müellifin bilahare yapt?ğ? baz? ta­sarruf ve tashihlerinden dolay? nüsha farklar? vücuda gelmiş ve bunlara sonradan işaretler konulmuştur.. Misal için, ilk tab’ edilen Sahih-i Buharî’nin ve Mecmuat-ül Ahzab’ta tab’edilmiş ?mam-? Ali’nin (R.A) Celcelûtiyesinin kenarlar?nda yaz?lm?ş nüsha farklar?na bak?labilir. Hatta ?mam-? Şafi’î Hazretlerinin “Kavl-i Kadim ve Kavl-i Cedid” diye eserle­rinde büyük tasarruflar uygulad?ğ? ulemaca meşhur ve ma’lumdur.
    ?şte, Hazret-i Bediüzzaman’da üstteki birinci ve ikinci maddelerde işaret edildiği üzere; kendi te’lifi olan eserlerinde, hususiyle eski eserle­rinin baz?lar?nda bir tak?m tasarruf ve tashihleri vaki’ olmuştur. Ve bu kaziyye kat’îdir, şüphesizdir. Lâkin buna rağmen, Hazret-i müellifin mü­barek eli ve kalemi ile yap?lm?ş mezkûr tasarruflar?n varl?ğ? ortada iken; baz? insanlar? menfi yönden şüpheye sevk eden ve dedikodu içerisinde b?rakan dâî ve sebeb bizce üç noktad?r.
    Birincisi: Kendisinin bizzat gözüyle görmediği bir şeyi —ne olursa olsun, kimden gelirse gelsin— kabul etmeme ve hatta inkâr etme cesare­tini göstermedir. O ise, hakikatte vaki’ olan müsbet bir işi, bir mes’eleyi; menfice inkar etmek için, bütün dünyan?n her taraf?n?, her mekân? ve herkesi delik delik aray?p keşfettikten sonra, görülmezse “yoktur” diye­bilir. Müsbet şey ise, yani varl?ğ? isbat ise, sadece o şeyin bir tekini, ya da o meselenin bir köşesini ibraz edip göstermekle, varl?ğ? ispat edildiği için, davas?n? kolayl?kla ispat edebilir. ?şte bu esasl? kaide-i Şer’iye ve Nuriye, böylesi mes’elelerde daima k?stas ve ölçüdür ve öyle de olmal?d?r. Ve bu kaide ve k?stas son derece keskindir, yan?ltmaz. Şu mukaddememizin Hazret-i Üstad?n bizzat kendi mübarek elleriyle değiştirdiği mühim baz? şeylerin klişelerini derc etmişizdir ki, şimdi halen baz? eşhas?n dil ve hareketleriyle bu mev­zuda menfî yönden yap?lan işâalar ile; bir çeşit vesvese ve şüpheler üre­ten bir ifsad mekanizmas?n?n hüviyetini nas?l gösterdiklerini ispatl? şe­kilde ibraz etmektedirler.
    Bu meselede ikinci mühim husus; Şer’an ve dinen iki şâhid-i âdilin müşahadeye dayanan ifade ve şahitlikleridir. Yani: ?ki şahid deseler ki: “Biz, evet gördük ki; Hazret-i Üstad şunlar? şöyle yapt?.” ?şte iki şahidin birleşerek ve müşahadeye dayand?rarak verdikleri bu ifade ve hüküm, hiç bir vesvese, zan ve şüphe ile zedelenemez. Üstelik o şâhidler Hazret-i Bediüzzaman gibi en keskin ve dûrbin manevî radarlara malik bir mane­viyat sultan?n?n senelerce itimad edip, hâs hizmetinde b?rakt?ğ? ve manevî evlad kabul ettiği kimseler olsa!.. Evet, şu iki müsbet şer’î kaidelerden birisi; yap?lm?ş bir şeyin vücudunu ispat eden en şeksiz vesikad?r. ?kincisi de: ?ki âdil şahidin ifade ve beyanlar? meydanda olduktan sonra, bütün dünya menfî yönden itiraz da etse, hakikatte ve şeriatça onun hiçbir de­ğerinin olmad?ğ?n? ispat eden kat’î hükümdür.
    Aman bütün bu şeksiz vesika ve kat’î hükümlere rağmen hiss-i inti­kam?n? ve adavet ve gayz ve tarafgirlik kinini tatmin etmek yönünde Şia mesleğini ihtiyar edip de, bu mesleğin sâliklerinin Kur’an’a ve sahabe-i Resulullah’a (A.S.M) dil uzatt?klar? gibi; şu her şeye itiraz eden ve bahanelerle teşkikât üreten mu’terizler yollar?nda devam ederlerse; hi­dayet ancak Allah’tand?r, der ona b?rak?r?z.
    ?kinci Nokta: Risale-i Nurun en ekmel ve en râsih ve en müstakim ve en hakikatli ve keşfiyatl? ilimlerine; ve en derin hakaikte ve Dinin en gizli s?rlar?nda en nafiz ve keskin buluşlar?na; ve s?rat-? müstakim-i Kur’ânî yolunda hikmet-i ?slâmiyenin irşad ve tenviri çerçevesindeki en hakimane metodlar?na tamam?yla âşinâ olmayan. veya Hazret-i Nur Üs­tad?n meslek-i pâkine yeterince sad?kane intibak edemeyen, ya da ona kemaliyle gerdandâne-i teslim olamayan baz? kimseler; kafalar?ndaki ba­sit ilimciklerine göre hariçte, orada burada baz? malumat ve mes’eleleri toplar, getirir ve kendi zihninin bulan?k ayinesinden baka­rak, onlar? en doğru ve hakikatli şeyler telakkî eder, gelir; Risale-i Nurun o meseledeki kafac?ğ?na uymayan hükmünü yanl?ş görür ve kendi ken­dine karar vererek der: “Risale-i Nûr’un buras? tahriflidir.. Çünki benim bulduğuma uymuyor.” der. Evet, ben şahsen böylesi bîçare insanlara çok rastlam?ş?md?r.
    Bu meseleye bir misal olarak, Hazret-i Üstad?n “?ki mekteb-i Musi­betin Şehadetnamesi” eseri ilk matbu’ nüshas?nda “Biz ki Kürdüz, alda­n?r?z. Fakat aldatmay?z. Bir hayat için yalana tenezzül etmeyiz.” cümlesi bilahere Hazret-i Üstad taraf?ndan şöyle bir tasarrufla tashih edilmiştir: “Biz ki hakikî müslüman?z ilaahir...”
    ?şte baz? insanlar buna itiraz ediyor ve Üstad?n tashihi değildir diyor. Çünki, hadis var: “Bir mü’min iki defa parmağ?n? ayn? deliğe sokmaz” hükmüne mugayir düşmektedir. Bu hadisin hükmüne göre, bir müslüman iki defa aldanmaz. Öyle ise bu tasarruf Üstad?n olamaz” diye hüküm ba­s?yor.
    Adam düşünemiyor ki; Kürd aldan?rsa, —onun bu görüşüne göre—müslüman say?lmamas? laz?m gelir. Çünkü as?l matbu’ nüshada “Biz ki Kürdüz, aldan?r?z. Fakat aldatmay?z.” d?r. Sonraki tasarruf görmüş nüs­hada ise, “Biz ki hakikî müslüman?z...” ifadesiyledir. Mânâs? da, “Biz Kürdler ki hakikî müslüman?z” olur. Başka bir mânâ değildir. Ortada me­selenin bir kamuflaj durumu vard?r.
    ?şte, tahrif teranesini kendilerine şiar edinenler iyi bilsinler ki; yap­t?klar? iş, masum müslüman evlatlar?n?n kalblerini Risale-i Nur’a karş? teşviş edip buland?rmaktan başka birşey değildir.
    Hatta belki o körpe ve masum dimağlar?n Nûr’a müştak duygular?n? haktan çevirmektir.
    Bunlar eğer Şia’n?n müfterî k?sm?n?n mesleğini şiar edinmemiş iseler; Risale-i Nur’un ailesi içerisinde bu mesele samimîce ve hususî olarak ele al?n?r, hakperestlik ve kavaid-i şeriata iltizamkârl?k duygular? içerisinde tart?ş?l?r ve halledilir.. Ki zaten ortada halledilecek bir mes’ele de yoktur.
    Bu fakir, bu meseleyi “Risale-i Nur’un Neşir Tarihçesi” eserimizde ve “Mufassal Tarihçe-i Hayat” kitab?m?z?n son cildinin ahirinde ele alm?ş ve tahlil ederek mahiyetini ortaya koymuşuzdur. ?steyenler bu eserlere bakabilir.
    Üçüncü Nokta: Hazret-i Üstad taraf?ndan baz? risalelerde yap?lm?ş olan tasarruf ve tashih kaziyyesinin vuku’u, mahiyeti ve onun bu husus­taki izni hakk?nda bir nebze izahat vermeye dairdir.
    Evet —yukar?daki maddede geçtiği üzere— Üstad?n gerek eski eserle­rinde, gerekse yeni eserlerinde baz? tasarruf ve tashihleri kat’iyyen vâki olmuştur. Bu tasarruflar?n en çoğu da eski eserlerinden olan “?ki Mekteb-i Musibetin Şehadetnâmesi” eseri üzerinde görülmektedir. Zeten bu esere; —Hazret-i Üstad?n ta o zamanlardaki baz? ifadelerinden anlaş?ld?ğ?na göre— onu ilk neşreden muharrir ve gazetecilerin kelimeleri çokça kar?şt?ğ? meselesi vard?r. Mesela, Arapça El Hutbet-üş Şamiyenin bir zeyli olan “Teşhis-ül ?llet” eseri son k?sm?nda, ?ki Mekteb-i Musibetin Şehadetnâmesi kitab?ndan bahsederken, dipnotta: “Maalesef heyecan o eseri teşviş ettiği gibi, matbaac? da onu tahrif etmiştir (4) demektedir.
    Yine eski eserlerinden —yan?lm?yorsam Sünûhat?n— Birisinin arka ka­pağ?nda eserlerinin isim listesi verilirken, bu kitap için “Gazetecilerin sözleri kar?şmas?yla bir derece müşevveş kalm?şt?r” demektedir.
    Bu hâle göre, “?ki Mekteb-i Musibet” eserine, o zamanlar onu neşre­den muharrirlerin edîbâne baz? tasvirleri ve fazla lügatçilik izhar eden kelimeleri kar?şm?şt?r diyebiliriz. Bundan dolay? olsa gerektir ki; Hazret-i Müellif 1950’lerden sonra, onu yeniden neşrettirmeye başlad?ğ?nda, ayr? ayr? zamanlarda bir kaç defa tashih ve tasarruflardan geçirdi. Tasarruf görmüş nüshalar?n tamam? bizde mahfuzdur.
    Dördüncü Nokta: Hazret-i Üstad?n mal sahibi ve müellif olarak kendi eserleri üzerinde yapt?ğ? tasarruf ve tashihlerinin mahiyeti ise, az üstte bir nebze izah? geçmiş olan şudur ki: Umumileştirme ve küllileştirme ve benzeri olan durumlar?n hikmetlerinden ileri gelmiştir. Bunun yan?nda o eserlerin ilk as?llar?nda ayn? hakikat olan ağaçlar?n?n çekirdeklik faziletleriyle devam edip kal?rlar, ki bu iki durum aras?nda —evham, vesvese ve su-i zanlar müdahele etmemek şart?yla— fazla bir fark ve ayr?­l?k yoktur.
    Küllileştirme veya umumileştirme kaziyyesi d?ş?nda, bir de o eski eserlerin yönlerini Risale-i Nur mesleğine çevirme ve ona tabi’ k?lma işi de vard?r. Bu hususa Hazret-i Üstad baz? mektuplar?nda işaret buyur­muşlard?r. Yani: Üstad?n eski Said tabir ettiği kendi gençliği y?llar?nda gerçekleştirilmesine çal?şt?ğ? içtimaî ve millî mes’eleleri; Yeni Said fas­l?nda başlay?p açt?ğ? iman ve Kur’an hizmeti mesleği, umum Âlem-i ?slâm?n müşterek mal? olan iman ve akide esaslar?n? ispat etme ve yayma; Ve uhuvvet-i ?slamiye ve Ittihad-? ?slam? hedef alan mes’eleleri perçin­leştirme gibi büyük ve geniş ve birinci derecede laz?m mes’eleleri engel­siz yürütmesi bak?m?ndan, eski hizmetleri üçüncü ve dördüncü plana b?­rakmas? vaziyetidir.
    Bu meseleye dair Hazret-i Üstad?n bir mektubundan bir pasaj arzetmek istiyorum, işte: “... Hususan eski Divan-? Harb-i Örfîdeki müdafaat?m, Risale-i Nur mesleğine uymayan baz? cümleleri tayye­dilsin...” (Elyazma Emirdağ-I, S: 215)
    Beşinci nokta: Hazret-i Üstad?n gerek eski eserlerinin, gerekse Ri­sale-i Nur olan yeni eserlerinin baz? yerlerinin tayy, ?slah ve tashih etme yetkisini talebelerine çokça verdiği hususudur ki; Risale-i Nur’da ve hu­susiyle lahika mektuplar?nda bu izin numunelerinin mevcudiyeti, bu eserlere aşina olan kimselerin malumudur. Lâkin burada çok mühim ve kritik bir nokta vard?r ki; herhangi bir maslahat, icab veya zaruret karş?­s?nda Nur talebelerinden yüksek seviyeli ve âşinâ s?n?f?n?n baz? tasarruf­lar? olmuşsa da, bunlar?n hepsini mutlaka Hazret-i Üstad görmüş ve bakm?ş; ya tasdik veya tashih ederek neşrettirmiş olduğu yerlerdir. Bun­lar?n haricinde yoktur ve olamaz.
    Demek ki; Hazret-i Üstad?n o gibi izinleri —yukar?da geçen bir mektu­bundan verilen pasaj?n?n numunesinde görüldüğü gibi— onun hayatta ol­duğu zamana ve mutlaka nazar?nda geçtiği şeylere aittir. Amma Hazret-i Üstad?n vefat?ndan sonra —ki Nurlar tamamen kemalini bulmuş, tashih ve tasarruf meselesi bütünüyle sona ermiştir., herhangi bir kimse; bilmem edebiyatm?ş, şuymuş, buymuş gibi sebeblerle Nurlar?n bir tek cümlesini, hatta bir noktas?n? tashih veya ?slah gayesiyle tebdil edemez., nerede kald?, başka niyetler!.. Zira ki Hazret-i Üstad hayatta değildir ki görsün, kontrol etsin, tashih veya tasvib etsin. Öyle ise, dar-? dünyada Hazret-i Müellifin maddî varl?ğ? yok ise, Nurlarda —bir asl-? tashih-i Üstadîye da­yand?rmadan— yap?lacak herhangi bir tebdil veya tağyir velev bir tek harf olsun, elbette ve hiç şüphesiz kabih bir tahriftir, çirkin bir bid’attir.
    Bak?n?z, Hazret-i Üstad?n kendi sağl?ğ?nda, baz? durumlarda bir k?s?m eski eserleri için talebelerine verdiği tasarruf iznini sarihan gösteren bir çok mektuplar?ndan ezcümle şu tek bir mektubu içerisindeki bir parças?n? takdim edelim:
    “... Fakat oniki adet parçalarda, (Tarihçe-i Hayat için haz?rlanan Nur’un parçalar?) onlar münasib görmedikleri cümleleri kald?rma­s?na onlara izin veriyorum ve ?slah? da onlara havale ediyorum...” (Elyazma Emirdağ-I s: 215)


    NET?CE
    1- Hazret-i Müellif kendi eserleri üstünde istediği kadar tasarruf ve tashih etme selahiyetine—şer’an ve aklen ve örfen—sahip olduğu için; özel­likle eski eserlerinin bir k?sm?n?n baz? yerlerini tasarrufla tashih etmiş ol­duğu kafidir, şüphesizdir.
    2- Şu mukaddemenin nihayetinde klişelerini vereceğimiz Hazret-i Bediüzzaman?n kendi kalemiyle olan tasarruf ve tashihlerini gösteren numunelik belgelerle; ilk as?llar?yla farkl?l?klar? göze çarpan sair yerlerin tamam?n?n da müellifi taraf?ndan tashih görmüş olduklar?n? gösterir. Ya da hiç olmazsa, hayat?nda onun emri ve izni dahilinde baz? yerlerde ufak tefek ta’dilat yapan talebelerinin yapt?klar?n? görmüş olan Üstad?n tasdi­kini ifade eder. Zira o gibi yerler, Hazret-i Üstad?n sağl?ğ?ndan beri neş­redilip gelen yerlerdir.
    Evet, Hazret-i Üstad?n bu tashih ve tasarruflar?n?n zahir ve ayan - beyan numunelerini gösterdikten sonra, müsbet meseledeki şer’î ispat hakikatim ortaya konmuş oluyor. Amma menfiliğini ispat için —az üstte arz olunduğu veçhiyle— bütün dünyay? ve bütün herkesin kütübhanelerini aray?p tarad?ktan sonra, görülmediği zaman belki diyebilir ki: “bu yok­tur”. Aksi takdirde iddialar? hezeyanvâri şeylerle bir boşboğazl?kta kal­may?p, fesad ve ifsad hududuna dahil olmuş olur.
    3- Hazret-i Üstad?n vefat?ndan sonra, Nur naşiri baz? zatlar?n bizzat itiraflar? ile, Nurlar?n onbir yerinde yapt?klar? basit, baz? tasarruflar?; Envar Neşriyatça düzeltilmiş ve sona ermiştir. Buna rağmen baz? yay?­nevleri o hatal? ve basit yanl?şl?klar?nda devam ediyorlarsa; haks?zl?kta, münasebetsizlikte ve hatal? yolda ?srar ediyorlar demektir. Temennimiz, bir an evvel dedikoduya ve serrişte-i bahaneye medar olmuş olan o yan­l?şl?klar?n düzeltilmesidir.
    4- Hazret-i Üstad?n kendi elleriyle üstünde baz? tashih ve tasarruflar icra ettiği ayn? eserlerinin ilk as?llar?n? tamamen yok etmeye, yok saymaya veya ortadan kald?rmaya dair herhangi bir hareketi, emri, işareti ve ifadesi mevcut değildir. Öyle ise, bizim de o eski as?llar? yok etmeye veya yok saymaya haddimiz ve hakk?m?z değildir. Her iki tarz?n? da —eğer Üstada sad?k talebe isek— kabul edip, h?rz-? cân etmeye mecbur ve mükellefiz.
    5- Hazret-i Üstad kendi eski eserlerinden baz?lar?n? al?p tashih ederek ve Risale-i Nurlarla birleştirerek, beraber neşrettiği halde, bir k?sm?na da hiç dokunmadan ilk as?llar? ile b?rakm?şt?r. Mesela: Türkçe olan “Lemaat, Münazarat, ?ki Mekteb-i Musibet ve Muhakemât”? ve bunlarla beraber eski olan baz? nutuk ve makalelerini ele al?p, gözden geçirip neşrettirdiği halde; Sünûhat, (Sünûhattan olan rüyada bir hitabe bölümü hariç) Tuluat, Rumuz, ?şârât ve Şuaât” gibi diğer eserlerine ve bunlarla birlikte bir kaç nutuk ve makalesine dokunmadan öyle b?rakm?ş, neşrettirmemiştir. Amma Arapça eserlerinden El Mesneviy-ül Arabî Mecmuas?na dahil et­tiği parçalar? —bir iki zeyl müstesna— ve fakat hepsini önemle ele alm?ş, okumuş ve baz? tashihlerden geçirdikten sonra; Türkçe olan “Nokta” ri­salesinin baş k?sm?yla birlikte neşrettirmiştir.
    Keza, eski eserlerinden Arapça “El Hutbet-üş Şamiye”yi fazla ehemmiyetine binaen, önemle ele alm?ş ve bizzat Hazret-i Müellif ken­disi onu Türkçe’ye tercüme etmiş ve neşrettirmiştir. Bir müddet sonra da, kendisinin Türkçe’ye çevirmiş olduğu Hutbe-i Şamiye’sini küçük kardeşi molla Abdülmecid’e tekrar Arapça’ya çevirttirmiştir. ?şarât-ül ?’caz ese­rini zaten hem Arabî asl?n? hem de Molla Abdülmecid’e tercüme ettirdiği Türkçe’sini ve ayr?ca Mesnevi-i Nuriye’yi ve onun Türkçe tercümesini neşrettirmişlerdir.
    Abdülkadir Bad?ll?’dan hususi not:
    Bu yaz? Asar-? Bediiyye’nin Osmanl?ca ?kinci Bask?s?n?n takdim yaz?s? olup, tadil edilmiş ve yeni harf bask?l? Asar’?n ahirine ilhak? münasip görülmüştür.












    Abdülkadir Bad?ll? - http://www.bediuzzaman.net/haber.php?ktg=Köşe%20Yaz?s?&nosu=142
    Anlamını Bilmediğiniz Kelimelerin Üzerine Çift Tıklayınız...

    Sual: Belki onlar eski hali istiyorlar?
    Cevap: Size kısa bir söz söyleyeceğim; ezber edebilirsiniz: İşte, eski hal muhal; ya yeni hal veya izmihlâl...
    (Bediüzzaman Said Nursi)


    Ne hayal, ne kuruntu hakikat istiyorum.
    Hakikat, hakikat, hakikat istiyorum!.. (Osman Yüksel SERDENGEÇTİ)




  2. #2
    Pürheves Yaşlı ÇocuK - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    May 2007
    Bulunduğu yer
    YediTePe
    Yaş
    34
    Mesajlar
    155

    Standart

    Allah Raz? Olsun Abi gerçekten arşivlenmesi gereken bilgiler ...
    Vesselam....

    Adımı duymayın kaç yazar
    Kalbim tanıdığım en içten yazar...



    YAŞLI ÇOCUK!


  3. #3
    Yasaklı Üye Nurs - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Jun 2007
    Mesajlar
    20

    Standart

    Allah razı olsun kardeş. Risalelerin tashih edildiği nüshalar abiler tarafından muhafaza edilmektedir. "Tahrif edildi" diyenlerin kendileri bazı ibareleri tahrif etmişlerdir.

  4. #4
    Yönetici SeRDeNGeCTi - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Jun 2006
    Bulunduğu yer
    Ankara
    Yaş
    38
    Mesajlar
    5.901

    Standart

    Alıntı Nurs Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
    "Tahrif edildi" diyenlerin kendileri bazı ibareleri tahrif etmişlerdir.
    Evet malesef... Üstad'ın kendi eliyle değiştirdiği bazı ifadeler eski haliyle bırakılmış, değiştirilmiş haliyle neşredenlere de "tahrif edildi" damgası vurulmuştur.
    Anlamını Bilmediğiniz Kelimelerin Üzerine Çift Tıklayınız...

    Sual: Belki onlar eski hali istiyorlar?
    Cevap: Size kısa bir söz söyleyeceğim; ezber edebilirsiniz: İşte, eski hal muhal; ya yeni hal veya izmihlâl...
    (Bediüzzaman Said Nursi)


    Ne hayal, ne kuruntu hakikat istiyorum.
    Hakikat, hakikat, hakikat istiyorum!.. (Osman Yüksel SERDENGEÇTİ)




  5. #5
    Ehil Üye Abdulbaki - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Aug 2006
    Yaş
    60
    Mesajlar
    3.610

    Standart

    Çok muhterem serdengeçti kardeşim,bundan üç ay önce bas?nda da Risale-i Nurlar?n tahrif edildiği yönünde bir haber ç?kt?.Güya bu haberi yapanlar elinde orijinal Risaleler olduğunu ve sayfa sayfa nereleri tahrif edilmiş şimdi bas?lan eserlerle karş?laşt?rma yapm?şlard?.tabi bu gazeteyi okuyan kardeşleri hemen bizleri arad?lar ve bunun izah?n? sordular.Bizlerde Üstad?m?z?n eserlerinin bir k?sm?n? sizinde yukar?ya ald?ğ?n?z tarzda özelikleÜçüncü said devresinden sonra tashih ettiğini ve haşiyeler koyduğunu söyleyerek gerekli aç?klamalar? yapm?şt?k.Ancak elimizde bu değişiklikleri onlara gösterecek delil yoktu bu al?nt? ile şükrolsun daha rahat cevap verme durumuna kavuştuk.Haz?rlayan ağabeyimizden Allah raz? olsun.?nşallah ileride tüm bu tashihler akademik olarak haz?rlan?r ve böylece ard niyetli olanlarda Risale-i Nur gemisinden yeni delikler açarak tahrip etmeye f?rsat bulamazlar.

    Biz ise hem insancasına, hem Müslümancasına yaşamak istiyoruz. (Bediüzzaman)


  6. #6
    Yasaklı Üye SEYYİDOĞLU - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Jul 2007
    Bulunduğu yer
    MezopotamyA
    Mesajlar
    42

    Standart

    Elimde zehra yay?nc?l?ğ?n yay?mlad?ğ? risaleler var ve sad-i kürdi diye baz? yerlerde geçiyor kürdistan diyede baz? yerlerde geçiyor bilmiyorum diğer yay?m evlerinden yay?mlananlar öylemi acaba

  7. #7
    Gayyur fekeli - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    May 2007
    Bulunduğu yer
    mersin
    Mesajlar
    70

    Standart

    gerçekler güneş gibidir balç?kla s?vanmaz.
    Bizim düşmanımız cehalet, zarûret, ihtilaftır. Bu üç düşmana karşı sanat, marifet, ittifak silahıyla cihad edeceğiz.

  8. #8
    Oflaz
    Guest Oflaz - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart

    Bir süredir çeşitli Forumlarda Risalei Nur talebesi olarak kendini ifade edip İftira atanlara ve onların kaynak aldığı kişilere Risalei Nur Talebeleri Adına AbdulKadir Badıllı Ağabeyin cevabi yazısıdır

    VE ŞİMDİ “NURCULUĞUN TARİHÇESİ” ADLI KİTABA GELİYORUZ.
    Kitabı, itiraf edeyim kendim okumuş değilim. Bir arkadaşta gördüm, fakat bakıp okumadım. Cevabî yazımızın baş taraflarında kaydettiğimiz veçhiyle, bu kitap ve mahiyetlerini teşrih ettiğimiz üç tenkitkâr ve uydurulmuş rivayetli yazılarla birlikte aynı zaman içinde neşredilmeleri, pek bir tesadüf değildir gibi. Kitap ve üç yazının muhteviyatının benzeyiş içinde olmaları ise, tesadüfi bir vaziyet arz etmediklerini gösteriyor.
    Kitabı incelemiş arkadaşlardan kulağıma gelen hadise, baştan sona kadar tenkit, takbih, intikam hissi ve itirazlarla dolu olduğudur. Sıddık Dursun, bir hayalî hisse kapılmışlığının tesiri altında kalmışçasına, kendisi gibi düşünmeyen ve hareket etmeyen kimseleri, hatta yakın zamana kadar en yakın arkadaşlarını ve davası uğrunda hayatını vermiş İzzettin Hoca gibi kimseleri de: “Düzenin adamı, mason ve saire” ile takbih ettiğini söylüyorlar. Hatta kendi hemşehrisi Nurettin gibi mübarek bir kardeşi Rafızilikle damgalıyormuş. Dahası var, hz. Üstadın oniki senelik hizmetkârı ve evlad-ı manevisi ve Üstadımız “erkan-ı harb” ve “kahraman” diye tavsif ettiği Zübeyir Ağabeyi ve Nurun en ön saftaki büyük rükünleri olan bir çok zevatı da şaibelendiriyormuş. Eski Nur talebelerinden beğendiği zatlardan biri Hulusi Ağabey, biri de Mustafa Acet
    [10]’miş. Böylece bana ulaşan malumata göre onun bu kitabı “Nurculuğun Tarihçesi” değil, kendi şahsî anlayışının menfice olan hatıralarının bir tarihçesi olduğu anlaşılmaktadır.
    Sıddık Dursun’un kitabında, (bana söylenen habere göre), hz. Üstadın hizmetkârlarından, Hüsnü Bayram’dan naklen, merhum kahraman Zübeyir Ağabey hakkında ve aleyhinde çok şeni’, pek çirkin bir düzmece nakletmiş. Bu düzmecenin akabinde; öteden beri aleyhlerinde bulunduğu ve hatta düşman saydığı İstanbul’daki meşhur Mehmetler ve sairleri de Zübeyir Ağabeyin kurmuş olduğu mason ekibi diye nitelemiştir. Ve bunların dışında kitapta 25 seneden beri kırık plak veya vakvaka-ı kurbağa tarzında yine Risale-i Nur’da tahrifat teraneleri varmış.
    Ben Mart’ın onbirinde (11.03.2004) İstanbul’da idim. Hüsnü Bayram Ağabeyi aradım, dedim ki: “Sıddık Dursun yeni yayınladığı bir kitapta size atfen Zübeyir Ağabey aleyhinde bir rivayet nakletmiş, bunun aslı var mıdır? Dedi: “Asla ve kat’a öyle bir şey yoktur, yalandır, iftiradır.” Ben de dedim ki: “Siz hayattasınız, kendiniz bir cevap yazmanız ve imza etmeniz gerekir.” Dedi: “Yazıp gönderiyorum.” Bir gün sonra cevabî yazısı elime geçti. Az sonra bu yazıyı aynen koyacağım, imzalı tekzip yazısının fotokopisini de ekleyeceğim.
    Sıddık’ın, Zübeyir Ağabey aleyhindeki intikamkâr ama aslında hz. Üstadın şahsiyet-i maneviyesini hedef alan karalamasına ve başkalarının sair iftirakar taarruzları hakkında, meçhul mektuba karşı yazdığım kafi cevap ve yazılı beyanları buraya da müskit ve ifhamlı cevap olduğundan, başka bir şeyi yazmaya gerek duymadım.
    İstanbul’daki meşhur Mehmetler hakkındaki ağır ittihamlarını ise sahiplerine bırakıyorum. Çünkü hayattadırlar. Fakat, “Zübeyir Ağabey o ekibi kurdu” şeklindeki cahilane herzelemesine karşı derim ki: “Zübeyir Ağabey 1960’tan sonra İstanbul’a gitti. Ekip diye tavsif ettiği Mehmetlerin ikisi 1950’den beri İstanbul’da Ahmet Aytimur’la birlikte hizmetle meşgul kimseler idiler. Ve defalarca hz. Üstadla görüşmüş ve hz. Üstadın kabülüne mazhar olmuşlardır. Sonra bu zatlara Abdulvahitler, Bekir Berkler, Mustafa Polatlar ve Mehmet Kutlular da katıldı. Zübeyir Ağabey Üstadın vefatından bir yıl kadar sonra, mecburiyetle İstanbul’a gitti. Urfa’dan gitmek istemiyordu. Fakat zamanın idarecileri onu zorlayarak Urfa’dan ayırdılar. Abdullah Yeğin Ağabeyi de öyle…
    Risale-i Nur için tahrif var diye olan teranesine karşı ise, birkaç sene evvel Hekimoğlu İsmail, yani Ömer Okçu Bey, kendisine demiş ki: “Kardeşim siz madem diyorsunuz ki, Nur’un bazı yerlerinde tahrifat var. Ve siz de en sahihini yazıp neşrettiğinizi söylüyorsunuz. Bu durumda bir problem kalmadı demektir. Risaleleri okuyanlar mukayesesini yaparlar, kararını verirler. Siz ne için böyle durmadan tahrif sözünü yayıyorsunuz?”

    Ben Abdulkadir Badıllı da birkaç yol ile kendisine haberler yollamıştım ki: “Senin elinde tahrifli dediğin ne gibi şeyler varsa, onları bana gönder 15-20 gün de mühlet ver, sonra umumi bir açık oturum gibi bir yer hazırlayıp birçok kimseleri davet edelim ve yüz yüze tartışalım. Bir heyet-i ilmiyeyi de hakem tayin edelim. Eğer dediklerini ispat edersen ben senin emrine girerim. Bu tekrarlı davetime bir cevap gelmemişti. Yalnız dört-beş sene evvel Urfa’da yapılan bir mevlit gününde, Urfa Şehitlik Camii imamı İbrahim Şülül Hoca bir tek dosya ile bana geldi. Bunu Sıddık size gönderdi dedi. Sağına soluna bir baktım bazı fotokopi gibi şeyler… İbrahim Hocaya dedim ki: “Sıddık’a söyle, kendisinde bu dosya gibi çok şeyler varmış. Hepsini göndersin ve evvelce yolladığım haberlerde söylediğim gibi, 20 gün bana mühlet versin, sonra umumi bir toplantıda tartışmasını yapalım. Yine bir cevap gelmedi. Ama bu hadiseden sonra (ne kadar sonra olduğunu unutmuşum) Dava dergisinde yazdı ki: “Ben 20 dosya ile Urfa’ya gittim, bunları Badıllı’ya yolladım. Dosyaları götüren zata Badıllı demişti ki: “Üstadımız vefatından sonra da tashih işini yaptığı için, ben bu gibi dosyalarla uğraşmam” diye aleme hakikaten ayıp bir bühtan neşretmiş idi.

    Yine Sıddık Dursun’un iki sene önce Dava dergisinde benimle ilgili, daha doğrusu Şeyh Said ile Üstad Bediüzzaman arasında vuku bulan mektuplaşma hadisesi hakkındaki bir yazısına cevaben yazmıştım ki; hadiseyi 1946’da ilk olarak yazan İnebolu’lu Salahaddin Çelebîdir. Hz. Üstad onun bu yazısını ehemmiyetle okumuş, kendi kalemiyle tashihler yapmış, ilaveler koymuş ve eski yazı teksir Asâ-yı Mûsâ’ların arkasına ekleyerek neşretmiştir. Hz. Üstadın tashihleriyle elyazma Asâ-yı Mûsâ kitabı bizde mevcuttur, gelip görebilirsiniz. Yine aynı tarz, Afyon hapsinde Üstadın avukatlarından Ahmet Hikmet Gönen’in yazdığı eski yazı müdafaanamesindeki Şeyh Said’in mektubuna cevap kısmını yine Üstad hazretleri kendi kalemiyle tashihler koymuş, sonra eski harf teksir ile Afyon Müdafaanamesi’nde neşrettirmiştir. Öyleyse, hadise kat’idir, şeksizdir diye yazmıştım. Sıddık buna karşı, ne dese iyi? “Salahattin Çelebî, Üstadın vefatından sonra Güven Partisine girdi” diye cevap yazdı. Sıddık benim hemşehrim, Şarklı olması hasebiyle, bu cevabına onun namına utanç duydum. Ben, hz. Üstadın kendi kalemiyle tashih ve tasdikinden söz ediyorum, O ise Salahattin Çelebî’nin Güven Partisine girmesinden söz ediyor. Öyle ise: “Essükût!”
    Sıddık’ın bu meseledeki dayanağı ise, Şeyh Said merhumun torunlarından birisinin hz. Üstadın vefatından çok sonra sözde hz. Üstadtan nakil ve rivayet ismiyle hilaf bir şeyler söyleyip Dava dergisinde neşrettirdikleridir. İyi ama rivayet hz. Üstadın Risale-i Nur’daki ifade ve beyanlarının zıddınadır ve ayrıca az üstte sözünü ettiğimiz Selahattin Çelebî’nin ve avukat Ahmet Hikmet Gönen’in tashihli yazılarına ve Üstadımızın hayatında neşredilmiş, küçüklü büyüklü, eski ve yeni harf yayınlanmış ve hz. Üstadın teftiş nazarından geçmiş bütün tarihçe kitaplarına mugayir ve munakız bir tarzdadır. Bütün bunları Sıddık’a yazdım ve gönderdim, lakin hiçbir iyileşme görülmedi. Hemşehrim Sıddık’taki inat, dünya kadar nurani deliller de ona gelse, bana vız gelir diyor ve demek istiyor ki: Merhum Şeyh Said’in zadeganlarından birisinin tek bir hilaflı sözü, hz. Üstadın risalelerdeki ifadelerine de, onun kalemiyle yaptığı mübarek ve nevvar tashih ve tasdiklerine de ve onun nazarı ve murakabesinde yayınlanmış tüm tarihçe-i hayatlarına da racihtir. O zaman, bizim bu durumda ona karşı yapacağımız bir şey kalmaz.

    NETİCE
    Hemşehrim Sıddık’a, kalpten kopup gelen bir samimiyetle şöyle bir çağrıda bulunmak istiyorum ki: “İnadın gözü meleği şeytan görür – Bediüzzaman”. Ayette ise, bu mevzudaki ağır tabiri kullanmak istemiyorum. Gel, şu inadı bırak, Bediüzzamanın kendisinden gelmiş ve bize tevarus etmiş bin tevatür kuvvetindeki icmaa karşı çıkma. İslam dininde, tevatürlü icmaa karşı çıkmak küfür sayılıyor.

    Ve gel, hz. Üstadın kendi harim-i hizmetine aldığı ve yıllarca yanında bulundurmuş olduğu evlad-ı manevî olan Nur erkanlarına şialar tarzında su-i zanlarla dil uzatma. Kat’iyyen bil ki; nasıl ki bir kısım rafizilerin hz. Ebubekir ve Ömer’e (radıyallahu anhum) ve sair bir kısım sahabelere karşı şetimleri doğrudan Resulullaha (asm) gittiği gibi; senin de, şu zımnî ve manevi şetimkârane davranışların, direk hz. Üstada gider. Bundan tevbe et, rücu et! Hüsn-ü zannı kazan.
    Hem senin birisinden rivayeten “Bingöl’den bir adam çıkacak…” (cak.. cuk..) gibi duyduğun hilaf-ı hakikat rivayetlerle kendini teselli etme. Bir zamanlar yine hz. Üstada atfen ve bir meczubun ağzından çıkan şu: “İslamköy’den bir adam çıkacak…” gibi şu ve bu’larla hayli zaman masum talebeler meşgul edildi. Hayır efendim, hz. Üstad gaybe karşı cak-cuk etmez. Ancak istihraclarla ve bir çok karinelerle delil gibi zahir bir keyfiyet hasıl olduğu zaman
    العلم عندالله ، لايعلم الغيب الاالله diyerek kayd-ı ihtiyatla kanaatini yazar.

    Hem faraza, hz. Üstadın yalnız senden gelen tek rivayetli sözü sahih ve katî de olsa, çıkacak olan o adam sen değilsin ve olamazsın. Çünkü sen menfiliklerle, su-i zanlarla, şetimlerle meşgulsün. Hasenatlarla, nuraniyatlarla iç içe değilsin. Risale-i Nur’un mesleği müsbetlerle, hüsn-ü zanlarla nuraniliklerle meşguliyettir. Ben cidden isterdim ki farazî olan o adam sen olasın. Ama bu halinle sen o olamazsın.
    Hem şunu da duy ve bil ki; senin Nur erkanları aleyhindeki şu menfi saldırışların hele Zübeyir’imizin, Sungur’umuzun ve sairelerimizin aleyhine bir çeşit şetimli taarruzların bizim sabır ve tahammüllerimizi artık aşmaktadır. İstenmeyen hadiseler zuhur edebilir, dikkat et!..
    Ben diyorum ki gel şu kör inadı bırak, anlaşalım. Vahî emareleri değil, kuvvetli delil ve bürhana göre amel edelim. Uzun münakaşaların sonu gelmez. Basit münakaşalardan sıyrılalım. Hüsn-ü zanın atmosferine girelim, vesselam. 11.03.2004
    Çok kusurlu biçare
    Abdulkadir Badıllı

    HÜSNÜ BAYRAM AĞABEYİN CEVABÎ YAZISI
    Bizimle hiçbir cihetle hizmetlerle ilgisi bulunmayan birisinin (M. S. Dursun) hatıralar adı altında benimle ilgili yazdığı asılsız, yalan haberine karşı:
    Üstadımız Bediüzzaman Said Nursi hazretlerini hiç görmemiş ve hakkıyle de tanıyamamış ve davasını da anlayamamış ehliyetsiz birisinin hatıralar namı altında yazdığı ve senelerdir görmediğim, tanımadığım bu kişinin bana istinaden merhum Nur kahramanı Zübeyir Ağabeyimiz hakkında yazdığı kelime ve cümlelerin aslı yoktur, hakikate aykırıdır, YALAN, uydurmadır. Bu asılsız iftiralar kime hizmet etmek istiyor, malumdur. Müfterinin bu yalanına kimse inanmayacağı gibi, şeytanlar dahi inanmazlar.
    Üstadımız Bediüzzaman hazretleri bizleri hususî hizmetine ve en yakınına kabul etmiş ve senelerce de istihdam etmiştir. Bilhassa merhum Zübeyir Ağabeyimiz, en yakınında ve en çok hizmetinde bulunan bir zattır. Böyle bir Kur’an ve Nur kahramanına ve fedaisine atfen uydurulan yalan-yanlış beyan, zaten manen sukut etmiş bulunan (M. S. Dursun) bu çaresiz zavallıyı daha da hem maddeten ve hem de manen tüketecek, hakikî vechesini ehli hakka gösterecektir. Bu insafsız iftiranın altında bilerek veya bilmeyerek Üstadımız hazretlerine de (Allah korusun) bir aleni muaraza bulunduğu, hizmet-i kudsiyyeyi müdrik olanlarca idrak edileceği kanaatindeyim. Cenab-ı Hak böyle zavallılara akıl, fikir versin diyorum.

    Üstadımız Said Nursi Hazretlerinin
    Hizmetkarlarından
    Hüsnü Bayram
    [1] Zehirler hadisesi Üstadın bizzat Emirdağı hayatında yazmış olduğu birkaç mektubunda kayıtlı olduğu gibi, hayat tarihçelerinde, özellikle Mufassal Tarihçe-i Hayat eserinde tafsilatıyla yazılıdır.
    [2]Hadise hakkında Üstad Bediüzzaman hazretlerinin eserlerinin birkaç yerinde kısa beyanları vardır. Mesela; 22. Lem’anın sonlarında: “...Ve hürriyetten evvel İstanbul’da hem ulemayı ve hem de mekteplileri münazaraya davet edip kendisi hiç sual sormadan suallerine noksansız olarak doğru cevap veren …” Aynı hadise için Emirdağ Lahikası-1 kitabı sh.55’te biraz daha izahat vardır.
    Ve o günlerde İstanbul’da bulunmuş, bizzat hadisenin şahidi olmuş ve bu konuda beyanat vermiş bir çok alim insanların ifadelerinden numune için yalnız bir kaçını zikrediyoruz: Kardeşi Molla Abdülmecid; imam, hatip ve mevlüthan hafız Ali Rıza Sağman; Temyiz Mahkemesi (Yargıtay) eski reislerinden Ali Himmet Berki, Ord. Prof İsmil Hakkı Uzunçarşılı, Prof. Dr. Ali Nihat Tarlan, gazeteci Eşref Edip Fergan, Sait Şamil, Prof. Dr. Hilmi Ziya Ülgen, Sıtkı Tekeli ve saireler. (Not: İsimleri yazılan bu zatların beyanatları Bediüzzaman Said Nursi Mufassal Tarihçe-i Hayat – A. Kadir Badıllı, 2. Baskı, sh.177- 202’dedir, bakılabilir.)

    [3] Son Devrin İslam Akademisi Dar-ul Hikmet-il İslamiye, Sadık Albayrak, sh.215. Bu kitapta hz. Üstadın Dar-ül Hikmet’e a’za olarak alındığı günlerde, öz geçmişi hakkında vermiş olduğu malumat içinde, mezkûr icazetnameden söz etmektedir.
    [4] Ehl-i tahkik olan bütün ulema, Kur’an’ın bitmez, tükenmez bir manalar denizi olduğunda ve her asırda şeriat ahkamı ve açık naslar dışında o asırlar ehline yeni manalar ifaza ettiğinde müttefiktirler; Kur’an Allah kelamıdır. “Denizler mürekkep ağaçlar kalem olsa yazsalar, yine Kur’an’ın manalarını bitiremezler” diye olan ayet de aynı hakikata işaret etmektedir.

    [5]Bu altı düzmeceli iftiraname sahibinin altı sahifelik yazısında altı tane saldırı, iftira veya cehli var değildir, belki altmıştan fazladır. Bu altılar medar- i ibret birer numunedirler.

    [6]1935 yılında idama mahkum etme planıyla, Isparta, Antalya, Van ve Muğla’dan 120 mazlumu Isparta’da toplayıp sorgulamalarından sonra, Eskişehir hapishanesine götürüldükleri zamanda en ağır bir vaziyette iken 27, 28 ve 29. Lem’alar risaleleri telif edildiler.

    [7] Mesela benim adresime Urfa’ya, Bursa’dan iki ayrı adresle gelmiştir. Ama mektup aynıdır.

    [8]Kendilerine “istişare cemaati” adını vererek, diğer Nur talebelerini istişaresiz, ipsiz ve dağınık imiş gibi zannederlerse, kesinlikle hata ederler. Herkes kendi hizmet arkadaşları ile istişare eder ve başı bozuk değillerdir.

    [9] Hz. Mevlana Halid, Hindistan’a Delhi’ye Şeyh Abdullah Dehlevî Hazretlerinin yanına gittiği zaman, Şeyh Abdullah zahiren hiç iltifat etmemiş, altı ay kadar Mevlana Halid’e tuvalet temizliği vazifesini emretmiş. Altı ay sonra, şu fiilî irşad metodu muktezasıyla, müritlerine Mevlana’yı tekyeden kovmalarını emretmiş. Bunun üzerine hz. Mevlana Halid’i kovmaya kalkışmışlar. Mevlana gitmemiş, onlar zor kullanmaya başlamışlar. Mevlana kendini yere atmış, müridler ayağından tutup çekmişler. Kapıdan çıkarırlarken Mevlana’nın çenesi kapı eşiğinin taşına ilişmiş, müridler çekmişlerse de çenesi oradan ayrılmamış. Tam o sırada Şeyh Abdullah Dehlevî müridlerine: “Durun yeter. İş tamam!” demiş. Ve Mevlana’ya iltifat etmeye başlamıştır diye tarih-i hayatında yazılıdır.

    [10] Mustafa Acet merhum 1948 başlarında, yanlışlıkla terzi Mustafa yerine hz.Üstadla birlikte Afyon hapishanesine girmiş. Hapiste iken Kur’an, tecvit ve Kur’an hattını öğrenmiş, 11 ay kalmış, çıkmıştır. Hapisten çıktıktan sonra imamlık imtihanına girmiş, kazanmış ve 10 yıl Emirdağı’nda imamlık yapmıştır. Daha sonraları Ankara’da Diyanet dairesinde 14 yıl hattatlık yapmıştır. Emirdağı hayatında, arada sırada Üstada bazı hizmetlerde bulunmuş. Hz. Üstadın Risale-i Nur’a sahip olmalarını tavsiye ettiği 16 kişiden birisi de Mustafa Acet’tir. Rahmetullahi aleyh.

  9. #9
    Ehil Üye insirah - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    May 2007
    Bulunduğu yer
    Kure-i Arz
    Mesajlar
    3.312

    Standart

    Alıntı Abdulbaki Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
    Çok muhterem serdengeçti kardeşim,bundan üç ay önce basında da Risale-i Nurların tahrif edildiği yönünde bir haber çıktı.Güya bu haberi yapanlar elinde orijinal Risaleler olduğunu ve sayfa sayfa nereleri tahrif edilmiş şimdi basılan eserlerle karşılaştırma yapmışlardı.tabi bu gazeteyi okuyan kardeşleri hemen bizleri aradılar ve bunun izahını sordular.Bizlerde Üstadımızın eserlerinin bir kısmını sizinde yukarıya aldığınız tarzda özelikleÜçüncü said devresinden sonra tashih ettiğini ve haşiyeler koyduğunu söyleyerek gerekli açıklamaları yapmıştık.Ancak elimizde bu değişiklikleri onlara gösterecek delil yoktu bu alıntı ile şükrolsun daha rahat cevap verme durumuna kavuştuk.Hazırlayan ağabeyimizden Allah razı olsun.İnşallah ileride tüm bu tashihler akademik olarak hazırlanır ve böylece ard niyetli olanlarda Risale-i Nur gemisinden yeni delikler açarak tahrip etmeye fırsat bulamazlar.

    O çıkan mecmua,dini bir site yayınlamış.
    Şuan o bölümü okudum.Epey sataşmışlar.Gerçi sataşmış kelimesi agır olur.
    Ne yapsam ne yapsam diyordum az once.
    Bu başlıgı gordum hamd olsun
    Kainattaki gidisati izlesek ve israfin ve intizamsizligin olmadigini gorsek,sanirim bu bizim icin en buyuk tahkik egitimi olacaktir.

  10. #10
    Ehil Üye gulsah - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Dec 2006
    Bulunduğu yer
    İstanbul
    Mesajlar
    2.641

    Standart

    okurken zor oluyor

    ''Şahsın üslub-u beyanı , şahsın timsal-i şahsiyetidir.

    Ben ise :

    gördüğünüz veya işittiğiniz gibi , halli müşkil bir muammayım ''

    Said Nursi


+ Konu Cevaplama Paneli

Konu Bilgileri

Users Browsing this Thread

Şu an 1 kullanıcı var. (0 üye ve 1 konuk)

     

Benzer Konular

  1. Türkçe'nin Tahrif Olmasının Sebebi...
    By SeRDeNGeCTi in forum Anketler
    Cevaplar: 83
    Son Mesaj: 13.05.14, 09:17
  2. Risale-i Nuru sadeleştirmeden önce de tahrif etmişlerdi !
    By yozgati in forum İslami Konular ve İman Hakikatleri
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 14.03.14, 16:47
  3. Risale-i Nur Tahrif Edildi Mi?
    By __tİryakİ in forum Bediüzzaman ve Risale-i Nur Çalışmaları
    Cevaplar: 2
    Son Mesaj: 25.09.08, 13:57

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
Google Grupları
RisaleForum grubuna abone ol
E-posta:
Bu grubu ziyaret et

Search Engine Friendly URLs by vBSEO 3.6.0