+ Konu Cevaplama Paneli
Gösterilen sonuçlar: 1 ile 1 ve 1

Konu: Gerçekler ve İtirazlar Arasında "Hoşgörü ve Diyalog"

  1. #1
    Yasaklı Üye aön - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Jun 2007
    Mesajlar
    320

    Standart Gerçekler ve İtirazlar Arasında "Hoşgörü ve Diyalog"

    Gerçekler ve ?tirazlar Aras?nda "Hoşgörü ve Diyalog"

    Yazar Ali ÜNAL

    Türkiye'de bütün toplum katmanlar? aras?nda, dünya ölçeğinde ise farkl? dinlerin mensuplar? aras?nda söz konusu olan, hattâ inanmayanlar? da içine almaya namzet hoşgörü ve diyalog ak?m ve faaliyetlerinin gerçekte ne olduğu, ne olmad?ğ?, ne olmas? gerektiği halâ üzerinde durulmaya değer bir konu olma mahiyetindedir. Bu ak?m ve faaliyetlere yap?lan itirazlar da, konuyu en az?ndan ana hatlar?yla incelemeye değer k?lmaktad?r:
    1. Hoşgörü ve diyalog hareketine özellikle ?slâm ve Türkiye'nin bugünü, yar?n?, iç istikrar ve istiklâliyeti ad?na yap?lan itirazlar?n -samimiyetten kaynaklanmalar? kayd?yla- ana sebebi, Türkiye'de bir as?rd?r oluşturulmaya çal?ş?lan ve temel özelliğini insan?m?z?n kendine ait bir aksiyon ve faaliyet çizgisi takip etmesi yerine, onu gerçek veya hayalî düşmanlara karş? konumland?rman?n oluşturduğu tepkici ve savunmac? zihin yap?s?d?r. Bunun da iki sebebi veya boyutu vard?r:

    a) 20'nci asr?n ikinci çeyreğine bir dünya savaş? sonucu y?k?lan bir imparatorluğun yerinde ve bir kurtuluş savaş?n?n ard?ndan millî s?n?rlar içinde millî bir devletle giren Türkiye'nin temel politikas?, kendini düşmanlarla çevrili görme psikolojisi içinde “d?ş düşmanlar”a ve içeride etnik bölücülüğe karş? ülkenin bağ?ms?zl?ğ?n?, bütünlüğünü ve üniter yap?s?n?, bir de ona karş? olduğu varsay?lan ve irtica olarak adland?r?lan geçmişe, yani Osmanl? Devleti döneminin siyasî sistemine dönme istek, temayül ve ak?mlar?na karş? sistemi koruma üzerine oturmuştur. Çok yoğun bir retorikle beslenen bu korumac? ve korunmac? tutum, baz? ?slâmî hassasiyet sahibi kesimler dahil Türk halk?n? da ne yaz?k ki birinci derecede korumac? ve korunmac? yapm?ş, dolay?s?yla ileriye dönük bir çizgide aksiyoner ve inisiyatif sahibi olmaktan al?koymuştur. Yine ayn? tutumdur ki, ileriye dönük aksiyoner bir çizgi izleyenlerin kendi çizgilerinde atmak durumunda olduklar? ve att?klar? ad?mlar?n, tak?nd?klar? tav?rlar?n yanl?ş anlaş?lmas?na, çok defa da mahkûm edilmesine yol açm?şt?r ve açmaktad?r. Bu tutumun, tarihte dağlar, denizler aşm?ş, çöller geçmiş ve imparatorluklar kurmuş birkaç milletten biri olan Türk Milleti'nin özellikle ?slâm'la kazand?ğ? dinamiğinin işlemez hale getirilmesi ad?na başkalar?nca da istismar edilmediğini, hattâ desteklenmediğini söylemek zordur.

    b) Türkiye'de tepkici ve savunmac? bir zihin yap?s?n?n oluşmas?ndaki ikinci sebep, bilhassa ?slâmî hassasiyet sahibi baz? kesimlerle ilgilidir. ?slâm'?n as?rlarca özellikle Bat?'n?n ve gerek Bat?'ya gerekse başkalar?na ait dinlerin sald?r?lar?na maruz kalmas?, ?slâm dünyas?n?n yirminci asra sömürgeler diyar? olarak girmesi, bu dünyan?n koruyucusu ve en büyük temsilcisi durumundaki Osmanl? Devleti'nin Bat?l? güçlerin sald?r?lar? neticesinde tarihe kar?şmas?, ?slâm dünyas?nda sömürgeci güçlere karş? verilen mücadeleler ve bu mücadelelerde ?slâm'?n ana dinamiği ve motor gücü oluşturmas?, Türkiye ile ilgili olarak ayr?ca 1950'lerde Demokrat Parti-Halk Parti ve daha sonra birbirine karş?t görünen bu iki çizgideki partiler aras?nda yaşanan siyasî çekişme ve çat?şmalar, ?slâm'?n hem muhafazakâr halk kesimlerinde hem de baz? Müslüman ayd?nlarda bir tepki ve kavga ideolojisi, kalbe, ruha ve zihne hitap eden bir din olmaktan çok siyasî bir sistem halinde alg?lanmas?na yol açm?şt?r. Bu alg? dolay?s?ylad?r ki, ?slâm ad?na davranma ve ?slâm'? anlat?p tebliğ etme, ona has Nebevî aksiyon çizgisini izlemek ve bu çizgide yapmaya, tamire dayal?, yani müsbet bir hareket ortaya koymaktan çok, başkalar?n?n yapt?klar?na tepki duyma, ona göre tav?r belirleme şeklinde kendini göstermiştir. Ne yaz?k ki, baz? ?slâmî gruplarda daha çok öne ç?kan bu tav?r halâ devam etmekte ve bu tavr?n neticesinde gerek topyekûn ?slâm dünyas?n?n içinde bulunduğu ac?kl? durum, gerekse ?slâm davas? ad?na yaşanan fiyaskolar, neredeyse sadece “emperyalist güçler”in düşmanl?klar? ve sald?r?lar?yla izah edilmekte ve bir nefs muhasebesinden kaç?n?lmaktad?r.

    Sözünü ettiğimiz ve Türkiye'de, Türk devletinde ve halk?nda savunmac? ve tepkici bir zihin yap?s?n?n oluşmas?na yol açan bu iki sebep, hem politika olarak Türkiye'nin, hem de sözkonusu Müslüman kesimlerin kendilerini, davran?ş ve tav?rlar?n? kendilerine has bir aksiyon çizgisinde kendileri olarak konumlama yerine, daima düşmana, onun yapt?klar?na ve yapacaklar?na göre konumlama tavr? geliştirmelerine yol açm?şt?r. Yine ayn? iki sebep ve onun yol açt?ğ? bu tav?rd?r ki, hoşgörü ve diyalog hareketinin de yanl?ş değerlendirilmesinin ve ona karş? ç?k?lmas?n?n en önemli sebepleri aras?ndad?r. Çünkü hoşgörü ve diyalog hareketinde tepkicilik değil, bir inisiyatif kullanma, aç?lma, aksiyoner davranma, tav?r, tepki ve davran?şlar? kendi çizgisine göre ayarlama, kendini düşmana göre değil, kendi hareket çizgisine göre konumlama söz konusudur. Evet, büyük dinlerin mensuplar? aras?nda diyalog hareketini sadece resmî manâda ilk başlatan Vatikan olmuştur. Böyle olmakla birlikte, ayn? harekete y?llar sonra baz? Müslüman gruplar?n tamamen kendilerine has ?slâmî aksiyon çizgilerinin bir gereği olarak cevap vermesi ve kendi çizgilerinde bir diyalog hareketi başlatmas?, hiç bir zaman Vatikan'?n izlendiği manâs?na gelmez. Kald? ki, birbirlerine en karş?t çizgiler ve hareketler aras?nda bile her zaman, hem de pek çok noktada buluşmalar?n, çak?şmalar?n olmas?, bunlar?n iki taraf aras?nda belli bir yak?nlaşma meydana getirmesi ve bu yak?nl?ğ?n ifade edilmesi gayet normaldir ve tabiîdir. Bu tür buluşma ve çak?şmalar? hemen karş?l?kl? etkileşime, hattâ bir taraf?n diğerinin güdümünde davrand?ğ?na yormak, ortada kesin delil olmad?ğ? sürece bir zan, hattâ suizan olmaktan öteye gitmez. Zan ise ilimden hiçbir şey taş?maz ve gerçek ad?na hiçbir şey ifade etmez (Yunus, 10/36) ve zann?n bir k?sm? da ağ?r günaht?r (Hucurât, 49/12).

    2. Hoşgörü ve diyalogun yanl?ş anlaş?l?p itirazlara yol açmas?n?n bir diğer sebebi, bu kavramlar?n bizzat kendileri ve onlar?n sözünü ettiğimiz tepkici ve savunmac? zihinlerde meydana getirdiği çağr?ş?m olabilir; daha doğrusu, yap?lan itirazlardan böyle olduğu anlaş?lmaktad?r. Bu iki kavramdan çoklar? Türkiye'nin menfaatlerine ve bekas?na, ayr?ca ?slâm'a karş? girişilen hareketlerin ve bunlar? yapanlar?n hoşgörülmesi ve her halükârda onlarla diyalogda olunmas? gibi bir anlam ç?karmaktad?rlar. Oysa, hoşgörü ve diyalog, insan hayat?n?n, içtimaî hayat?n en tabiî iki boyutu veya özelliğidir. Müsamaha manâs?na gelen hoşgörü affedici olma, kusurlar? görmezlikten gelme, özellikle kişinin şahs?na yap?lanlara misliyle veya fazlas?yla mukabelede bulunmak yerine affedivermesi demektir. ?slâm ahlâk?n?n en önemli düsturlar?ndan olan bu tav?r Kur’ân-? Kerim'de çok yerde övüldüğü gibi, özellikle ?slâm'? tebliğ ederken karş?laş?lan her türlü kötü davran?ş, alay, eza ve cefalara ald?rmama, katlanma, bu tür davran?şlar? onlar? yapanlar?n cahilliğine verme, onlar? yapanlara karş? af ve müsamaha yolunu benimseme olarak Peygamber Efendimiz'e sürekli tavsiye buyurulmaktad?r da (Ra'd, 13/22, A'râf, 7/199, H?cr, 15/85, Mü'minûn, 25/96). ?nsanlarla karş?l?kl? münasebetin esas? olan diyalog ise, zaten içtimaî hayat?n ve ülkeler, devletlaras? münasebetin en temel unsuru ve özelliğidir.

    Hoşgörü ve diyalogun her düşünceyi, her inanc?, hattâ inançs?zl?ğ? ve bunlara sahip olanlar? kendi konumlar?nda ve kendileri olarak kabûl manâs?nda kullan?l?p uygulanmas? ise, esasen hem beşerî münasebetlerde hem de kişinin kendi düşünce ve inanc?n? başkalar?na tan?tmas?, aktarmas? ad?na olmas? gereken temel bir düsturdur. Çünkü, hoşgörü ve diyalog, her şeyden önce, Kur’ân-? Kerim'in insanlar?n farkl? kavim ve kabileler halinde yarat?lmas?n?n hikmeti olarak zikrettiği (Hucurât, 49/13) karş?l?kl? tan?şma ve yard?mlaşma, düşünce paylaş?m? ve aktar?m?, hattâ inanc?n tebliği ad?na vazgeçilmez gereklikte bir köprüdür. ?kinci olarak, insanlar aras? münasebetlerde aslolan sulhtür, savaş değildir. Allah savaş? fitnenin, yani insanlar? birbirlerini anlamaktan ve karş?l?kl? iyi münasebetlerden al?koyan her türlü kargaşa ve anarşi ortam?n?n ortadan kalkmas? (Enfal, 8/39), Allah'a ibadet edilmesine mani olmak isteyen kişilerin veya güçlerin bu maksatla söz konusu bir ortam meydana getirme faaliyetlerinin önünün al?nmas? ve bu kişi veya güçlerin zararlar?n?n def edilmesi için (Hacc, 22/40) emretmiştir. Hoşgörü ve diyalog, böyle bir ortam?n hem olmamas?, varsa aş?lmas?, ortadan kald?r?lmas?, farkl? görüş, düşünce ve inançtaki insanlar?n birbirlerini kavga ortam?nda değil de sulh ortam?nda tan?y?p gerçek insanî münasebetler içinde bulunmalar? için gerekli zeminin savaşmadan haz?rlanmas? faaliyetinin, hattâ bu zeminin ad?d?r. Savaş ve kavga ortam?nda herhangi bir müsbet düşüncenin başkalar?na aktar?lmas? ve özellikle bir düşünce veya inanc?n tebliğinde en başta gelen temsilin, o düşünce veya inanca fiilî örnekliğin başkalar?na onlar? etkileyecek şekilde gösterilebilmesi imkâns?z denecek derecede zordur. Ancak sulh ve iyi münasebetler ortam?ndad?r ki insan, kendisini inanc?, düşünceleri ve ahlâk?yla başkalar?na anlatabilir.

    Bu söylediğimizin tarihteki en önemli örneği Hudeybiye sulhüdür. Peygamber Efendimiz (s.a.s.), Mekke'de 13 y?l? her türlü zorluğa, güçlüğe, karş? koymalara, alaya, işkenceye sab?rla, hoşgörüyle, afla, kendisine bunlar? reva görenlere dua ve onlar? kurtuluşa çağ?rmakla geçirmiş ve daha sonra “ç?kar?lmasayd? (kendi gönlüyle) asla ç?kmayacağ?” Mekke'den hicret etmek zorunda b?rak?lm?şt?r. Hicret yurdu Medine'de de iki defa şehrin harimine kadar sokulan Mekkeliler ve müttefikleriyle üç defa savaşmak mecburiyetinde kalm?şt?r. Nihayet, Risalet'in başlang?c?ndan Hudeybiye sulhüne kadar geçen 19 y?ll?k sûre içinde Müslüman olan erkeklerin say?s? iki bini aşmazken (Hudeybiye sulhüne kat?lan Sahâbe say?s? 1500 civar?ndayd?), Hudeybiye sulhü ile Mekke'nin savaşs?z fethi aras?nda geçen iki y?l içinde bunun en az beş kat? insan Müslüman olmuştur. Çünkü Mekke'yi fetheden ?slâm ordusu 10.000 kişiden oluşuyordu. Bu h?zl? yay?l?ş, tamamen sulh atmosferinde gerçekleşmiştir. Hudeybiye sulhü ile Medine ve Mekke birbirlerinin -inanc?n? değil- varl?ğ?n? kabullenmiş, böylece ortaya ç?kan sulh zemininde Müslümanlar inançlar?n? her tarafta anlatma imkân? bulmuş ve neticede binlerce insan ?slâm'la şereflenmiştir. Bundand?r ki Kur’ân-? Kerim, Mekke engelinin, dolay?s?yla ?slâm'?n önündeki en büyük engelin aş?lmas? demek olan Hudeybiye sulhü için feth-i mübîn, apaç?k bir fetih, yani “ard?na kadar aç?lan bir kap?” tabirini kullan?r (Fetih, 48/1).

    3. Hoşgörü ve diyaloga, meselâ, “Ey iman edenler! Yahudileri ve H?ristiyanlar? dostlar edinmeyin; onlar?n baz?s? baz?s?n?n dostlar?d?r. Sizden kim onlar? dost edinirse, hiç şüphesiz onlardand?r. Allah, zalimler topluluğuna hidayet vermez.” (Mâide Sûresi, 5/51) mealindeki âyet ve benzeri âyetlerden hareketle Kur’ân'?n karş? olduğu asla iddia edilemez. Çünkü:

    Meselâ, “Onlar?n yoluna uymad?kça Yahudiler de H?ristiyanlar da senden asla raz? olmayacaklard?r.” (Bakara Sûresi, 2/120) bir Kur’ân âyetidir. Buna karş?l?k, “Kendilerine (önceden) Kitap verilmiş olanlar, onu nas?l okumak gerekiyorsa öyle okurlar. Onlar, o (Kur’ân)'a iman etmişlerdir. Kim de onu inkâr ederse, öyleleri kaybedenlerin ta kendileridir.” de (Bakara Sûresi, 2/121) Kur’ân âyetidir. “Ehl-i Kitap'tan bir grup ister ki, sizi sap?kl?ğa ats?nlar; ama onlar ancak kendilerini sap?kl?ğa atarlar da, fark?nda değillerdir.” (Âl-i ?mran Sûresi, 3/69) âyet olduğu gibi, “Hepsi ayn? değildir: Kitap Ehli içinde doğruluktan şaşmayan istikamet sahibi bir cemaat vard?r ki, gece saatlerinde Allah'?n âyetlerini hakk?yla okuyarak, secdelere kapan?rlar.” (Âl-i ?mran Sûresi, 3/113) da âyettir. Ehl-i Kitap'la diyaloga itiraz edenlerin s?k s?k dile getirdikleri ve biraz önce zikrettiğimiz, “Ey iman edenler! Yahudileri ve H?ristiyanlar? dostlar edinmeyin; onlar?n baz?s? baz?s?n?n dostlar?d?r. Sizden kim onlar? dost edinirse, hiç şüphesiz onlardand?r. Allah, zalimler topluluğuna hidayet vermez.” (Mâide Sûresi, 5/51) nas?l âyetse, “Ancak Allah sizi, dininizden dolay? sizinle savaşan, sizi öz yurdunuzdan ç?karan ve ç?kar?lman?za destek verenlerle dost olmak ve onlar? sahiplenmekten men etmektedir. Kim onlarla dost olur ve onlar? sahiplenirse, işte böyleleri zalimlerin ta kendileridir.” (Mümtehane Sûresi, 60/9) ve “Allah, dininizden dolay? sizinle savaşmayan ve sizi yurtlar?n?zdan ç?karmayanlara iyilikte bulunmak ve mümkün olduğunca âdil davranmaktan sizi men etmez. Şüphesiz ki Allah, hak ve adalet konusunda titiz olanlar? sever.” (Mümtehane Sûresi, 60/8) de âyettir.

    Konuyu daha da ayd?nlatmak aç?s?ndan başka konularda başka misaller de verelim: “Bakmaz m?s?n, kendilerine 'Ellerinizi savaştan çekin denilenlere!' (Nisâ Sûresi, 4/77) bir âyetten bir cümledir. “Kendilerine savaş aç?lan mü'minlere, mukabil olarak savaşma izni verildi.” (Hacc Sûresi, 22/39) de, yine bir başka âyete ait bir cümledir. Bunlar gibi, “Fitne ortadan kalk?p, din bütünüyle Allah'a hasredilinceye kadar onlarla savaş?n.” (Enfâl Sûresi, 8/39) da âyettir. Bütün bunlara karş?l?k, “?man edenlere söyle: Allah'?n (ceza) günlerinin geleceğini ummayanlar? bağ?şlas?nlar. Çünkü Allah, her topluma yapt?ğ?n?n karş?l?ğ?n? verecektir.” (Câsiye Sûresi, 45/14) de yine Kur’ân'da yer alan bir âyettir.

    Ayn? şekilde, “O Allah ki, Kitap Ehli'nden küfredenleri, Âhiret'ten önce dünyada ceza için ve sürgün edilmek maksad?yla bir araya toplay?p, yurtlar?ndan ç?kard?... Allah, onlar? hiç ummad?klar? yerden bast?rd?; kalblerine korku sald? onlar?n. Öyle ki, evlerini bizzat kendi elleriyle y?k?yorlar, mü'minlerin y?kmas?na hiç ses ç?karm?yorlard?.” (Haşr Sûresi, 59/2) âyetleri Kitap Ehli hakk?nda olduğu gibi, “Ehl-i Kitap'la en güzel olan yoldan başkas?yla mücadele etmeyin! ?çlerinden zulmedenler hariç onlara: 'Biz hem bize indirilene iman ettik hem size indirilene, bizim ilâh?m?zla sizin ilâh?n?z ayn?d?r. Biz ona teslim olmuşuz' deyin” (Ankebût Sûresi, 29/46) âyeti de Kitap Ehli hakk?ndad?r.

    Verdiğimiz bu âyetler ve bunlar gibi Kur’ân'da yer alan daha pek çok âyet, zahirde birbiriyle çelişir gibi görünmektedir. Oysa bizzat Kur’ân, kendisinde çelişki bulunmamas?n? Allah'?n Sözü olmas?na delil olarak zikretmektedir (Nisâ, 4/82). O halde yap?lmas? gereken, yasaklanm?ş bir tav?r ve davran?ş olarak, zahirî bak?şla birbirleriyle çelişkili gibi görünen Kur’ân âyetlerini delil gibi kullan?p tart?şmak ve bu şekilde Kur’ân'? muharebe meydan? haline getirmek değildir. Bu noktada, Kur’ân'? anlama, Kur’ân'?n bir k?sm?n?n bir k?sm?n?, yani âyetlerin âyetleri tefsir ettiği gerçeği, tahsis (umumî bir ifadenin ve ondaki hükmün bir olay, şah?s veya vakte özgü olduğunu idrak), ta'mim (genelleştirme), takyit (s?n?rlama), esbâb-? nüzûl (âyetlerin iniş sebebi), nesh gibi ve daha başka önemli düsturlar ihtiva eden usûlüyle tefsir ilmi devreye girer. Söz konusu âyetlere bu çerçevede yaklaşt?ğ?m?zda ortaya ç?kan gerçek şudur:

    Baz?lar?nca Kitap Ehli'yle diyalogu kesinlikle ve her şartta men ettiği ileri sürülen Mâide Sûresi 51'inci âyette Kur’ân-? Kerim, gerçekten “Yahudilerle H?ristiyanlar? dost edinmeyin!” buyurmaktad?r. Ama ayn? Kur’ân, Mümtehane Sûresi 8 ve 9'uncu âyetlerde, “Ancak Allah sizi, dininizden dolay? sizinle savaşan, sizi öz yurdunuzdan ç?karan ve ç?kar?lman?za destek verenlerle dost olmak ve onlar? sahiplenmekten men etmektedir.” buyurmakta, bunun da ötesinde, “Allah, dininizden dolay? sizinle savaşmayan ve sizi yurtlar?n?zdan ç?karmayanlara iyilikte bulunmak ve mümkün olduğunca âdil davranmaktan sizi men etmez.” demektedir. Şu halde ?slâm'da as?l düstur, bize karş? düşmanl?k ve harp hali olmad?kça, herkese dostluk ve insanl?k elini uzatmak, iyilikte bulunmak, düşmanl?k ve harp halinde bile adaletten ayr?lmamakt?r. Yani, Mümtehane Sûresi'nin ilgili âyetleri, Mâide Sûresi'nin 51'inci âyetini takyit etmekte, yani s?n?rlamaktad?r. Ayr?ca, Mâide Sûresi'nde sözünü ettiğimiz: “Ey iman edenler! Yahudileri ve H?ristiyanlar? dostlar edinmeyin; onlar?n baz?s? baz?s?n?n dostlar?d?r. Sizden kim onlar? dost edinirse hiç şüphesiz onlardand?r. Allah, zalimler topluluğuna hidayet vermez.” âyetinin manâs?, “Sizden kim onlar? dost edinirse hiç şüphesiz onlardand?r”cümlesinden de aç?kça anlaş?lacağ? üzere ve Hükmün müştaka ta'liki me'haz-i iştikak?n illiyetini iktiza eder veya, Hükmün müştak üzerine olmas?, me'haz-i iştikak?n illiyetini gösterir (Bir sözden ç?kar?lan hüküm için temel al?nan kelime, o hükme illet olmal?d?r) kaidesince, âyetteki manâ, “Yahudileri ve H?ristiyanlar? Yahudilik ve H?ristiyanl?klar?ndan dolay? dost edinmeyin. Onlar? bu şekilde dost edinen onlardand?r.” demektir. Nitekim, yukar?da naklettiğimiz ve Müslümanlarla dinlerinden dolay? savaşmayanlar?n dost edinilebileceğini, hattâ onlara iyilikte bulunulabileceğini buyuran âyetler de, bu manây? aç?k olarak desteklemektedir.

    4. “Hoşgörü ve diyalog olmaz, tebliğ olur” diyenler, ne hoşgörü ve diyalogu bilmektedirler, ne de tebliği. Bir defa, ikinci maddede izah edildiği gibi, tebliğ için, özellikle tebliğin en önemli rüknü olan temsil için hoşgörü ve diyalog elzem derecesinde gerekli bir zemindir. Bir insan? bir yandan düşüncesi, inanc? ve dünya görüşünden dolay? aşağ?lar veya bât?lda olmakla suçlarken, diğer yandan ona tebliğde bulunulamaz ve savunulan düşüncenin, inanc?n güzellikleri gösterilemez. Bundand?r ki, gerek hâkimiyetlerini devam ettirmek isteyen, gerekse kendi inanç ve düşüncelerinin, ideolojilerinin aksine bir düşünce, inanç veya ideolojinin hayat bulmas?na, bilhassa hâkim olmas?na tahammül ve müsaadesi olmayan güçler daima kavga ve kargaşa ortam? ister ve böyle ortamlar?n devam?n? arzularlar. Çünkü bu tür ortamlarda güvenlikler ön plana ç?kar, mevcut düşünce, inanç ve sistem etraf?nda kümelenme olur ve farkl? düşünce ve inançlar gerektiği gibi anlat?lamaz.

    ?kinci olarak, Cenab-? Allah'?n (c.c.) biri ?rade ve Kudret s?fatlar?ndan gelen ve kâinat?n yarat?l?ş, düzen ve idaresinden sorumlu olup, ad?na Şeriat-? Tekvîniye veya F?triye denilen kanunlar bütünü, bir de Kelâm s?fat?ndan gelen ve Din olarak tecelli eden kanunlar bütünü vard?r. Bunlardan başka, yine Şeriat-? F?triye içinde mütalâa edelim veya etmeyelim, Cenab-? Allah'?n Meşîeti'nin veya Kader'in tecellilerinden kaynaklanan kanunlar bütünü de vard?r ki, bu kanunlar, fert fert ve toplumlar olarak insanlar?n hayat şartlar?n? belirler. Şu kadar ki, bu noktada şart-? âdî plan?nda insan iradesi de söz konusudur. Kader veya Meşîet-i ?lâhiye fertlerin ve toplumlar?n iradî yönelişlerine göre hükmeder ve onlar?n bu iradî yönelişlere göre ortaya koyduğu icraat ve tecelliler, fertlerin ve toplumlar?n hayatlar?yla ilgili ?lâhî kanunlar?n unvanlar?d?r. Şerîat-? Tekvîniye'nin icraatlar?n?n unvanlar? olan ve adlar?na bugün yanl?şl?kla tabiat kanunlar? denilen kanunlar? “tabiî bilimler” incelerken, fertlerin ve toplumlar?n hayatlar?n?n şartlar?n? oluşturan ve insanlar?n iradî yönelişlerine taallûkla tecelli eden Kader veya Meşîet-i ?lâhiye'nin kanunlar? veya hükümleri ise sosyoloji, tarih, tarih sosyolojisi gibi bilimlerin konusudur. ?şte, Din'in tebliğ ve uygulama zeminini ve şartlar?n? belirleyen, fertlerin ve toplumlar?n hayatlar?n? çerçeve içine alan Kader veya Meşîet-i ?lâhiye'nin insanlar?n iradî yönelişlerine göre taallûk ve tecellisiyle ortaya ç?kan bu kanunlar? ya da hükümleridir.

    Söz konusu gerçek sebebiyledir ki, tarih boyu her resûl ayn? iman, ibadet, ahlâk ve pek az istisnas?yla haram-helâl esaslar? ve düsturlar?yla gelmiş olmakla birlikte, zamana, şartlara ve kendilerine gönderildikleri kavmin karakterine, genel mizac?na ve ihtiyac?na göre bu esas ve düsturlardan baz?lar?na diğerlerine nazaran daha çok önem vermiş ve hangi dönemde, hangi kavimde, hangi şartlarda hangi esas ve düsturlar?n daha çok öne ç?kar?lmas? gerekmişse, o dönemde, o kavme, o şartlarda gelen rasûl veya rasûller bu esas ve düsturlarda diğer rasûllerin önünde olmuştur. Bundand?r ki, Hz. Âdem (a.s.) safiyyullaht?r; Hz. ?brahim (a.s.) halîlullaht?r, yani h?llette, Allah'a hususi bir yak?nl?kta diğer peygamberlerden öndedir; Hz. Musa (a.s.) kelîmullaht?r, Hz. ?sa (a.s.) ruhullaht?r, Peygamberimiz Hz. Muhammed (s.a.s.) ise, her fazilette diğer peygamberlerin önünde olmakla birlikte, öncelikle habîbullaht?r. Ayn? şekilde, Bedir esirlerine yap?lacak muameleyi ashâb?yla istişare ederken de Efendimizin dikkat çektiği üzere, Hz. Nuh ile Hz. Musa, Hz. ?brahim ile Hz. ?sa misyonlar?ndaki hususî yönler, önde olduklar? noktalar ve ağ?rl?k verdikleri meseleler aç?s?ndan birbirlerine benzerler.

    Sönünü ettiğimiz çerçeveden ?slâmî tebliğ ad?na bugünkü dünyan?n şartlar?na bakt?ğ?m?zda, elbette sald?r? karş?s?nda savunma hususu mahfuz, Müslümanlar?n tarihte olduğu gibi kuvvet kullanmalar?n?n pek çok bak?mdan mümkün olmad?ğ?n? görürüz. Buna ilâveten, kaba kuvvete dayal? olarak umran kurmak mümkün olmad?ğ? gibi, kuvvete dayal? olarak kurulan sistemler ve medeniyetlerin, kazan?lan başar?lar?n asla kal?c? olmad?ğ?na, olamayacağ?na tarih olanca aç?kl?ğ?yla şahittir. Bugün dünya, Âhir Zaman'daki ?slâmî hizmetleri tarif ve tavsif ad?na ilgili hadis-i şeriflerde geçen mesihiyete, Hz. Mesih'te daha çok odaklanan ruha, ?slâm'?n mesihiyet rûhuna, yani derin imana, maneviyata, manevî derinliğe, güzel ahlâka, af ve müsamahaya, sabra, sevgiye, merhamete, şefkate, sulhe, öldürmeye değil diriltmeye muhtaçt?r. Bunlar ise bugün en fazla ve gerçek şekilleriyle ?slâm'da vard?r ve Müslümanlara düşen bunlar? insanl?ğa sunmakt?r. Tebliğ ad?na bugün ?slâm'da devlet, ?slâm'da ekonomi gibi konular anlat?lamaz. Çünkü, bunlar?n en az?ndan temsili yoktur, halihaz?r canl? örneği yoktur, aksine menfî örneği, ?slâm dünyas?n?n ve ülkelerinin ortada olan durumuyla, pek çoktur. Dolay?s?yla bu konularda ?slâm ad?na söz söylemek, büyük ölçüde teori, hattâ spekülasyon olmaktan öte geçmeyecektir. ?şte, ?slâm ad?na tebliğ deniyorsa, hem hoşgörü ve diyalog bizatihî bir tebliğdir, hem de sözü edilen ?slâmî değerleri tebliğ ad?na bütün dünyaya, bütün düşünce ve inançlara aç?l?m? sağlayacak bir kap?, onlara ulaşma ad?na bir köprü, bir koridordur.

    5. Baz?lar?, hoşgörü ve diyaloga karş? olmad?klar?n?, fakat bugün Türkiye'de hoşgörü ve diyalogu seslendirenlerin daha önce farkl? düşünceleri seslendirdiklerini, ayr?ca hoşgörü ve diyalog ad?na hatalar yap?ld?ğ?n? ileri sürmektedirler.

    Birinci meselenin benim için objektif fakat başkalar? için subjektif olabilecek taraf? üzerinde durmak istemiyorum. Ama onun herkes için objektif bir taraf? varsa o da şudur: Bir hareket, kendi çizgisinde tekâmül ederek yürür ve her tekâmül safhas?n?n kendine ait özellikleri vard?r. Bu özellikler, birbirine z?t unsurlar taş?yabilir. Kur’ân-? Kerim de, ayn? şekilde dinin tamamlanmas?ndan değil, dinin tekâmülünden ve nimetin tamamlanmas?ndan söz eder ve bu tekâmül sürecinin en önemli dinamiği nesh vak?as?d?r. Bu hususlar? anlamaya niyeti olanlar ve iyi anlayanlar böyle bir itirazda bulunmazlar.

    Meselenin ikinci yan?na gelince: Bir hadis-i şerifte buyurulduğu gibi, bütün insanlar hata yapar, hem de çok hata yapar. Önemli olan hata yapmamak değil, hatadan tevbe ile vazgeçebilmektir. Bu itiraz? yapanlara söylenecek iki söz vard?r. ?lk söz, ?slâm'? yaşamada ne kadar hatas?z ve günahs?z olduklar?d?r. Başkalar?na ilk taş? “günahs?z” olanlar atmal?d?r. ?kinci söz ise, hoşgörü ve diyalog iyi de, onu uygulayanlar hata yap?yorlarsa, bu itiraz? yapanlardan beklenen, hoşgörü ve diyalogu sahiplenmek ve hatas?z uygulamakt?r.


    Netice
    Toplumlar ve insanl?k çap?nda ortak iradeyi temsil eden büyük çoğunluğun yönelişlerini durdurmak mümkün değildir. Çünkü Kader, çoğunluğun iradî yönelişlerine ve dolay?s?yla istihkak?na göre hükmeder. Önemli olan bunu görebilmek ve ona göre davranabilmek, umumî yönelişe yön vermenin mümkün olmad?ğ? zamanlarda, bu yönelişin önünde boğulmamak, onun içinden koridorlar açmak ve o koridorlardan insanlara ulaşmakt?r. Fethullah Gülen hocaefendi, bundan 10-11 y?l önce Türkiye'nin, ?slâm'?n ve insanl?ğ?n geleceği ad?na tarihin girdiği yeni kavşağ? ve bu kavşağ? dönmenin gerekli zemininin hoşgörü ve diyalog olduğunu görmüştür. Ve bu görüşün isabeti o günden bu yana ortaya ç?km?ş olduğu gibi, gelecekte de ortaya ç?kacakt?r ve hoşgörü-diyalog ak?m?, önüne ç?kanlar?, ç?kmaya çal?şanlar? da önüne kat?p götürecektir.
    Konu Ebu Hasan tarafından (27.10.07 Saat 11:29 ) değiştirilmiştir.

+ Konu Cevaplama Paneli

Konu Bilgileri

Users Browsing this Thread

Şu an 1 kullanıcı var. (0 üye ve 1 konuk)

     

Benzer Konular

  1. "Ene" ve "Zerre"den İbaret Bir "Elif" Bir "Nokta"dır.
    By Ene-Zerre in forum Açıklamalı Risale-i Nur Dersleri
    Cevaplar: 29
    Son Mesaj: 21.04.17, 20:29
  2. Hayatıyla bir "Elif" yazar, "Vav" vuslatıyla yürür, yüreği "Hu" okur..
    By gamze-i_dilruzum in forum İslami Nitelikli Yazılar
    Cevaplar: 3
    Son Mesaj: 21.04.17, 20:28
  3. "Cool" & "Kul" Olma Arasında...
    By Noor in forum İslami Nitelikli Yazılar
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 13.06.08, 20:50
  4. Risale-i Nur'da "Hoşgörü" Ölçüleri
    By elff in forum Risale-i Nur'dan Vecize ve Anekdotlar
    Cevaplar: 9
    Son Mesaj: 29.11.06, 16:58
  5. Bediüzzaman Perspektifinde "Diyalog"
    By ahmetsaid in forum Bediüzzaman ve Risale-i Nur Çalışmaları
    Cevaplar: 1
    Son Mesaj: 18.11.06, 22:22

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
Google Grupları
RisaleForum grubuna abone ol
E-posta:
Bu grubu ziyaret et

Search Engine Friendly URLs by vBSEO 3.6.0