Dünyaya geldiğin zamanı düşün,
Şen ağlardın, fakat gülerdi âlem,
Öyle bir hayat sür ki, senin gidişin
Sana sevinç olsun âleme matem.
Hasan efendi adıyla meşhur bir ihtiyar vardı. Yaratılış gayesini iyi bilirdi. Ömrünü dînine hizmet etmekle geçirmişti. Mum dibine ışık vermez misâli, oğluna ne kadar nasihat etmişse de, oğlu söz dinlememişti. Ölüm döşeğindeyken oğlunu çağırıp der ki:
“Oğlum bugüne kadar hiç bir nasihatimi dinlemedin. Son bir arzum var, onu bari yerine getir!” Oğlu merakla sorar:
“Son arzun nedir, baba?”
“Ben ölünce, yıkandıktan sonra, daha kefenlenmeden, hocadan müsaade iste, babamın vasiyeti var de, ayaklarıma çorap giydir?
“Baş üstüne babacığım. Bir çift çorabın ne kıymeti var. Söz veriyorum, vasiyetini yerine getireceğim.
“İhtiyar baba sevdiği bir arkadaşını da çağırıp ona der ki:
“Bu mektubu ben ölüp defnedildikten sonra oğluma vermeni rica ediyorum.”Arkadaşı kabul ederek mektubu alır. Gün gelir, ihtiyar Hasan Efendi, fâni dünyadan, baki âleme göç etmek üzere vefat eder. Meyyit yıkanıp, kefenleneceği zaman, oğlu elinde bir çift çorapla gelir. Hoca efendiye babasının vasiyetini anlatır. Çorapları kendi elimle giydireyim, der. Hoca, Mektubât-ı şerifi okumuş bilgili bir kimsedir. Hasan Efendinin oğluna der ki:
“Kefen üç parça olur. Çoraplarla dört, beş parça oluyor, bidattir, caiz değildir. Dine uygun olmayan vasiyetler yerine getirilmez.”
Bu işlerle pek alakası bulunmayan, Din-i Mübin-i İslam’ı sadece cenaze namazından ibaret sanan kimileri, mevtanın oğluna hak vererek ehl-i sünnet imâma itiraz ederse de, imâm efendi, münakaşaya meydan bırakmadan meyyiti hemen defin ettirir.
Defni müteakip Hasan Efendinin arkadaşı, mektubu çıkarıp oğluna verir. Oğlu açıp okumaya başlar:
“Oğlum, gördün, dünyada ne kadar çok malım, mülküm varken, bir çift çorabı bile ayağıma giydiremedin. Malımın hepsi dünyada kaldı. Kabre amelimle girdim. Benden ibret al! Nasıl yaşarsan yaşa sonunda öleceksin. O halde hemen tövbe et! Ahireti kazanmak niyetiyle yaptığın bütün işler dünya değil âhiret olur.