İnce ayar İnsan Olabilme Çabası




Hepimiz incelikten hoşlanırız.


Ve hepimiz, inceliklerle incelmek, zerafetle, nezaketle ince ayar insan olabilmek arzusundayız.


Nezaketin olmadığı yerde kabalık başlar.


Kabalıksa zulmün küçük kardeşi.


Kaba kuvvetin başladığı yerde de söz biter, kavgalar, düşmanlıklar, bağrışmalar ve itişip-kakışmalar başlar.


Bu yüzden zalimin zulmünün ve mazlumun ahinin olmaması için, ince ayar insan olmak mecburiyetindeyiz.


Ancak nezaketle bedenine anlam kazandıran, inceliklerle incelen insanlar gönülleri incitmekten korkarlar. Çünkü kabalıkla gönül incinir, incelik ve zerafetle gönül hoş tutulur. İnsanlara "insan" oldukları için, gönül taşıdıkları için değer vermekle başlarız bu işe... Önce gönlün değerini, Allah'ın evi olduğunu bilmekle...



Nezaket, saygı duymanın ve değer verişin neticesidir. Gönül taşıyanlara, bedenlerinde Beytullah'ı taşıyanlara verdiğimiz değeri, ancak nezaketle gösterebiliriz. Kaba insansa bunları bilmeyen, değer vermeyen ve değer görmeyen insandır.



Kabalık elbetteki taş kadar sert bir kalbin ürünüdür. Odun gibi bir yürekten gayet süflî ve basit davranışlar çıkar. încelikse, yumuşak gönüllü insanın, gönlündeki inceliklerin davranışlarına yansımasındandır. İnce insanların yanında gönüller incelir, yumuşar, kıymet bilinir. Kaba insanların yanında ise gönüller incinir, yıkılır.


Kalpten çıkan neyse davranışa gelir. Testiden dışarı sızanlar, içinde ne olduğunu gösterir. Davranışlarsa tekrar gönüle akseder.


Davranışlar inceyse gönle şifa verir, kabaysa darbe vurur. O halde iki tercihimiz var Önümüzde: Ya ince duyguların barındığı yüreği yumuşatmak, zerafetle bedene anlam kazandırıp, nezaketle incelmek ya da taş kadar katı bir yürekle kabalaşarak yürekler incitmek...


Gönlü ya toprak kadar yumuşak eyleyip, su alır, fidan verir hale getirmek ya da taş kadar katı eyleyip su tutmaz hale getirmek...


Kaba insanların bulunduğu meclisle, ince ayar insanların bulunduğu meclis de farklıdır. Kaba insanlardan oluşan bir ortamda bağrışmalar, didişmeler, vurup-kırmalar vardır. Büyük bir hengâmede insanlar, kendi seslerini bile duyamayacak kadar yoğun bir gürültü içinde boğulur. Çünkü karşılıklı değer verme ve saygı duyma olayı yoktur en başta. Gönüllerse ha incinmiş, ha kırılmış kimin umurunda. Zaten kendi yüreklerini taş eylemekle başlamışlardır bu işe...


İnce ayar insanların meclisindeyse durum çok farklıdır. Onların ortamında konuşulmaz, fısıldaşılır. Kalabalığın sesi duyulmaz. Karşılaşan insanlar birbirlerine düşüncelerini boğaz parçalarcasına söylemez. Onlar hür oldukları için istedikleri yerde, istedikleri gibi davranmak hakları olduğunu düşünmezler. Onlar daha çok başkalarının hak ve hürriyetini düşünürler. Onlarda özgürlüğün değeri yüksektir, ama bu hiçbir zaman olur olmaz bahanelerle başkalarına rahatsızlık verme anlamına gelmez. Çünkü ince insanlar hakka karşı çıkmaktan, insanlara eziyet etmekten korkarlar. İncelik bir meziyet, kabalık ise başlı başına bir eziyettir.


Hiç sahil kenarına gittiğinizde dikkatinizi çekti mi? Denizdeki dalgalar rüzgâr coşar coşar, kıyıya vurur ve geri çekilir. Hiçbir zaman yan yana durduğu, birlikte yaşadığı kara parçasının hakkına tecavüz etmez, haddi aşmaz, sınırı geçmez. "Ben özgürüm, istediğimi yaparım" diyerek taşkınlık göstermez. Tüm aşırılığını, coşkunluğunu kendine çizilen sınırlar içinde yapar. Dalga coşar, kıyıya gelir, karanın hakkını gözetir ve nezaketle geri çekilir.


Eğer dalga geri çekilmeyip kabalık etseydi, kara parçasının hakkına tecavüz etseydi o zaman bütün yeryüzü sular altında kalırdı. Herkesin hayat hakkı hiçe sayılırdı.



O halde hiç kimse payına düşenin, kendisine verilenin ötesin-dekini gasp edemez, haddi aşamaz. Başkalarını üzmeye, eziyet etmeye, zulmetmeye, insanlara kabalık edip gönül incitmeye hakkımız yok. Bunun yerine ince ayar insanlar olmaya çalışmalıyız.


Kabalıkla gönüller incinir, incelikle gönüller hoş tutulur. Maksat gönülleri hoş tutmaktır.


Hasan Meymendi de gönülleri hoş tutmayı gaye edinmiş ince ayar bir insandı. Hiçbir zaman en küçük bir yemeği bile tek başına yemeyen dostlarıyla paylaşan bu ince insan dostlarıyla otururken bir adam gelir ve kendisine yeni yetişmiş turfanda salatalık ikram eder. Hasan Meymendi, salatalıklardan birini soyup yer. Sonra ikincisini ve üçüncüsünü de dostlarının şaşkın bakışları arasında yiyip bitirir. Getiren adama teşekkür eder onu hediyelerle uğurlar. Ve dostlarının yanma gelerek durumu şöyle açıklar:



"Sizlerle salatalığı paylaşamadığım için şaşırıyorsunuz. İlk salatayı yediğimde son derece acı olduğunu gördüm. İkincisini ve üçüncüsünü de yedim, onlar da birbirinden acı çıktı. Eğer o salatalıklardan herhangi birini adamın yanında size verseydim, acı olduğunu sövler, yüzünüzü ekşitirdiniz. Bu durumda iyi niyetle bu salataları getiren adamın gönlü incinebilir, mahcup dü şebiJirdi. Bu yüzden mecburen hepsini tek başıma yedim. Gerçi acılarına tahammül ettim, ama neticede adamcağızın gönlünü hoş tutmuş olduk.


İşte ince ayar insanın hali... Hasan Meymendi yalnızca salata getiren adamın gönlünü hoş tutmakla kalmıyor, birde acı salataları arkadaşlarına vermeyerek onların da damak tadını bozmuyor. Herkesin gönlünü hoş tutmaya çalışan bu insan gibi bizlerde, ince fikirli nezaketli insanlar olabilmeyi hedeflemeliyiz.


Ecdadımız da ince ayar insanlardı. Bu hassasiyeti onların hayatında her zaman her yerde görmek mümkündü.


Üstelik yalnızca insanlara karşı değil, tüm mahlukata karşı. Odun kesmek için ormana giden köylünün, baltasının demir kısmını çaputla örterek ormana girmesi inceliği, kul hakkı şuuruyla alış veriş sonrası aldıklarının başkaları tarafından görülüp de imrenil-memesi için heybesiyle kapatarak götürme inceliği, aş evlerinde yemek dağıtılırken alanın ve verenin bilinmemesi görülmemesi için döner masayla ya da küçük bir aralıktan tabağı verme inceliği...


Ya kurban edilecek hayvanın gözlerini bizden başka bağlayan var mı? Koyun olsun, tavuk olsun, kesileceğini bilip de üzülmemesi için kim göz bağlamış şimdiye kadar? Bu inceliği kim düşünmüş? Ya evlerinin çatısında güvercinler için ayrı bölmeler yapma inceliğine ne demeli? Hassas ruhun bencillikten yalnızca kendi hayatını güzelleştirmek için uğraşmaktan uzak ince bir yüreğin eseri değil mi bunlar?


Osmanlılar zamanında ağaçlara asılan kurt helvaları vardı. Ecdadımız, karlı ve kurtlu dağların ağaçlarına özel kurt helvaları asardı ki buraya mecburen yolu düşen biri, kurt saldırısına maruz kaldığında ağaca çıksın da kurtların karnını bu helvalarla doyursun, onlar gidince de yolcu yoluna devam etsin diye... Bu inceliği kim düşünmüş şimdiye dek?

Sunu anlıyoruz ki, kaba insan kıymet bilmez. İnce ayar insan, gönlündeki merhametle hassaslaşır ve her yana iyiliklerini saçar, gönüllerini hoş tutar. İnce insanları ancak gönüllerin incinmesi incitir. Gönüller hoşsa onların da gönlü hoştur.


Bir kış günü İstanbul sokaklarının birinde bir yoğurtçunun nidasını işiten Hacı Cemal Öğüt, kızına yoğurt alması için seslenir. Fakat kızı daha dün yoğurt aldıklarını ve ihtiyacı olmadığını bildirir. Bu durumda, Hacı Cemal'in cevabı şöyle olur: "Olsun kızım, alalım, sen kullanırsın. Adamın sokaktan üçüncü geçişi. Satabilseydi, ihtiyacı olmasaydı bu kış gününde buradan geçer miydi?"


Öyle bir yardımlaşma şuuru ve öyle bir incelik ki ihtiyacı olmadığı halde, sırf yardım maksadıyla alış veriş yaptırıyor. İslâm medeniyetinin yoğurduğu her insanda bu hassas ruha, bu inceliğe rastlanır. İslâmla yoğrulmak ve gönülleri hoş tutma yolunda yorulmak ümidiyle.


alıntıdır