12 14 16 18
Osmanlı'nın sancılı, sarsıntılı yılları
İnsan gibi, devlet de yaşlanır



M. Latif SALİHOĞLU
latif@yeniasya.com.tr
On dokuzuncu asır olan 1800'lü yıllar, ihtiyarlamış bulunan şanlı Osmanlı Devletinin en sıkıntılı, en sarsıntılı, en buhranlı döneminin başlangıcıdır.
Evet, şanlı devlet ihtiyardır; zira, beş asırlık bereketli ömrü geride bırakmıştır. Artık, ömrünün son asrına girmiş bulunmaktadır. Hazin âkıbet kaçınılmazdır.
Doğumdan sonra gelen çocukluk, gençlik, ihtiyarlık ve ölüm hakikati sadece insan için değil, devletler için de geçerli.
Kezâ, hayatın bu safhaları, insanlar için olduğu gibi devletler için de uzayıp kısalabiliyor.
Bu durum, yaşadığımız hikmet ve sebepler dünyasının değişmez mukadderatıdır. İnsanlar gibi, devletler de fâni olmaktan kurtulamıyor.
İşte, devletler tarihine bakıp değerlendirme yaparken, zahirî sebeplerin yanında İlâhî mukadderatın hissesi de nazardan uzak tutulmamalı.
Aksi takdirde, hem işin kolay tarafına kaçılmış olur, hem de kimi tarihî şahsiyetlere, hatta topluluklara haksız ve gereksiz yere suçlamalarda bulunulmuş olur.
Önemli olan, tarihî vakıaları olduğu gibi yansıtarak, yaşananlardan gerekli dersleri çıkarmak ve bunları tecrübe hanesine kaydedip ileriye doğru daha güvenli, daha istikrarlı adımlar atabilmektir.
İşte, burada asıl konumuz olan Osmanlı tarihinin sancılar ve sarsıntılarla dolu son yüzyılına bakıp değerlendirmelerde bulunurken, bizlerin de söz konusu zahirî ve kaderî cihetteki ölçü ve kıstasları mutlak sûrette nazar–ı itibara alması gerekir.
Bu husus, aynı zamanda hayata ve hadiselere "dengeli bakış"ın da bir anahtarı hükmündedir.
Altın mesabesindeki bu anahtarı usûlünce kullanmayanlar, ya tarih hazinesinin kapısını kırdırıp hırsızlara ve yağmacılara bayram ettiriyor, ya da binanın dışındaki motiflere, süslemelere dikkati çekmekle yetinip gelecek nesilleri o hazineden mahrûm bıraktırıyor.
Böylelerinin çoğu ya peşin hükümlüdür, ya da ideolojik saplantılar içindedir. İçlerinde, ayrıca tarih cahili, tarih tâciri, tarih yalancısı ve tarih magazincisi olan da var.
Bunlar, gerek övgüde ve gerekse yergide toptancı davranışlar. Padişahları, sadrâzamları, şeyhülislâmları, askerleri (özellikle Yeniçeri Ocağı), yahut yenilik hareketlerini değerlendirirken, ya insafa sığmaz suçlamalarda bulunurlar, ya da abartılı övgüler düzmeyi mârifet sayarlar.
Tuhaftır, ancak bu zümreden olanların yazıp neşrettiği tarih kitaplarından, piyasada ne yazık ki mebzul miktarda mevcut.
Burada, "dengeli bakış"ı esas almanın ehemmiyetini nazara veren birtakım genel ölçüleri hatırlattıktan sonra, şimdi 19. asrın (1800) başlarındaki Osmanlı devletinin içinde bulunduğu genel tablonun ana hatlarına şöyle bir nazar gezdirelim.

Sıkıntılı zamanda çetin isyanlar
Evet, 1800'lü yılların başlarında geniş Osmanlı coğrafyasının hemen her bölgesinde dinî, millî, fikrî, siyasî ve mezhebî kaynaklı kıpırdanmalar alenî şekilde başgöstermiş durumdaydı.
Avrupa'dan esen milliyetçilik kasırgası bereketli Balkan ve Rumeli bostanlarını kasıp kavururken, mukaddes beldelerin bulunduğu Arabistan taraflarında esen Vehhabî rüzgârı da özellikle Hicaz bölgesini toza dumana boğuyordu.
Öte yandan, devletin idare merkezi olan İstanbul, iç isyan odaklı sancılarla kıvranırken, özerklik ve yarı bağımsızlık yolunda ciddî adımların atıldığı Mısır'da ise, merkezin uykularını kaçırtan gelişmeler yaşanıyordu.



Osmanlı Devletinin hem en zayıf olduğu, hem de en şiddetli buhranla sancılandığı bir dönemde ortaya çıkan iç ve dış gaileler, devleti zaman zaman çöküşün eşiğine getirdi. Başta Mısır olmak üzere Ortadoğu coğrafyasındaki diğer Osmanlı merkezleri, önce Fransızların efsanevî lideri Napolyon'un (sağda), ardından Mısır valisi Kavalalı Mehmed Ali Paşanın hakimiyet mücadelesine sahne oldu. 1800'lü yılların başlarında buralarda yaşanan kanlı çatışmalar ve idarî gel–gitler, Osmanlı otoritesini iyiden iyiye zaafa uğrattı.

Peşpeşe yaşanan bütün bu iç ve dış gaileleri maddeler halinde özetlemek gerekiyorsa, şunları ifade etmek mümkü:

1) On dokuzuncu asra girildiğinde, Mısır, Napolyon'un liderliğindeki donanımlı Fransız birliklerinin saldırısına, ardından işgaline uğramış; dahası, yerli halktan bazı gruplar Osmanlıya karşı ayaklanmaya ikna edilmiş (!) durumdaydı.
2) Milliyetçilik dalgasının yükseldiği Balkanlar'da Sırp isyanları başlamış, Belgrad elden gitmişti. Bu vahim durum, haliyle bölgedeki diğer etnik unsurların iştahını kabartıyordu.
3) Sırpları Yunanlılar takip etti. Girit'te Belgrad'tan şiddetli bir gaile başgösterdi. Mora taraflarında ise, isyan hareketleri ayyuka çıktı.
4) Osmanlı'ya isyan eden Vehhabiler, Arabistan yarımadasında hakimiyeti ele geçirme mücadelesine giriştiler. Taif'i muhasara altına aldılar. Ardından, Nisan 1803'te Hicaz'a (Mekke–Medine) yöneldiler. Bu mübarek beldeler, ara ara el değiştirse de, çatışmalar bitmek bilmedi.
5) Osmanlı devletinin, Mısır'ı işgal eden Fransa dışında ayrıca Rusya ile de bir savaş gailesi vardı. 1806 yılı sonlarında yeni bir Osmanlı–Rus savaşı patlak verdi. Kargaşadan istifade eden İngilizler de, donanmalarını Çanakkale Boğazı önlerine sevk ettiler. (Boğazı geçen bazı savaş gemileri, 20 Şubat 1807 günü İstanbul önlerine kadar geldi.)
6) Çetin mücadeleler neticesinde Fransızlardan kurtarılan İskenderiye (Mısır), 20 Mart 1807'de bu kez İngilizlerin işgaline uğradı.
7) Bütün bu sıkıntı ve gaileler yetmezmiş gibi, bir de merkezî otoriteyi sarsan "Kabakçı Mustafa İsyanı" patlak verdi. (25 Mayıs 1807) Bir anda, diğer bütün gaileleri bastıran ve onları geride bırakırcasına alevlenen bu isyan hareketi, Sultan III. Selim'in halli ile neticelendi. Dahası, zincirleme çalkantılarla iş padişahın katledilmesine kadar tırmandı.
* * *
İşte, bunlar gibi daha başka iç ve dış faktörlerin de etkisiyle, beşinci asrı geride bırakan şanlı Osmanlı Devleti, artık ömrünün son asrını yaşama ve mukadder olan hayat müddetini tamamlama sürecine (vetiresine) girmiş bulunuyordu.
Koca bir devletin bu son safhasını, bazı şahıs ve zümreleri suçlama kolaycılığına gitmeden objektif bir nazarla inceleyip anlamaya ve bundan lüzumlu dersler çıkarmaya devam edelim.

06.12.2011

http://www.haberler.com/gazete-resim...tesi/bugun.jpg