İşiten Kulak Gören Göz



Etrafım sert kayalar ile çevrilmiş, ortalarında duru bir su birikintisiyim, hani derler ya hiç dalga yok çarşaf gibi, aynen öyle hiçbir hareket yok.
Kayaların kenarından bir su çağıldıyor, aynı akarsu misali, arasıra çağlamadan dolayı birkaç damlada bana nasip oluyor.
Gelen damlacıklar o kadar güçlü ki, dalgalandırıyor beni, durağanlıktan harekete geçirmeye çalışıyor sanki.

Gelen her damlada; durgun sistemim hareketleniyor ve beni düşünmeye itiyor…Rabbin düzeni karşısında suskun durmak mı yoksa tüm zerrelerime kadar hareketlenip, Sünnetullahın’ın tecellisini anlamaya çalışmak mı makbul olan?



Mevlana’nın sözü aklıma geliyor Gel, gel, ne olursan ol yine gel, ister kafir, ister Mecusi, ister puta tapan ol yine gel, bizim dergahımız, ümitsizlik dergahı değildir, yüz kere tövbeni bozmuş olsan da yine gel...



Çok şükür ki; hala bu çağrıyı anlayan ve kulak verenler var…Hala, Mecusi yada putperest olduğunu anlayıp, yüz kere tövbesini bozmuş olsa da, Hakk’ın rahmetine sığınanlar var…



Nedir bu putperestlik?



Zamanında, kendi ellerimizle yontup, kapalı bir mekanda köşe kapmış objeler değil artık…putperestlik, sevgi ile bağlanmış olduğumuz; dünyasal her eşya, bunun içine aile efradı da dâhil olmak üzere, Allah (c.c.) ün sevgisinin önüne geçen, yani bizi Allah’ı zikretmekten O’na tefekkürden uzak tutan her şey şimdi…

Nefsimize, egomuza hizmet eden her şey…Emanetçi olduğumuz bilincini kaybedip “ benim” dediğimiz her şey…

Şimdi putperestlik; bizi böbürlendirip gururlandıran ,

Yeryüzünde böbürlenerek yürümemizi sağlayan…

Komşusu aç iken tok yatmayı içine sindirebilen vicdan…

Başına ne gelirse gelsin şükür kapılarını örtüp isyana giren bir akıl…

Şimdi bizim putlarımız bunlar değil mi?

Tevazudan uzak, benliklerin öne çıktığı bir yaşamda, şükür kavramını hatırlamanız…

Menfaate dayalı olan sevgide, “Yaradandan dolayı yaratılanı sev” ilkesini uygulamaya koymanız…

Ben demeyi bırakıp, “Sen” diyememiniz sonucunda;

Gerçek sevgi’de “Hemhâl” olmak olanaksızdır.

“(Resulüm!) De ki: Size gökten ve yerden kim rızk veriyor? Ya da kulaklara ve gözlere kim mâlik (ve hakim) bulunuyor? Ölüden diriyi kim çıkarıyor, diriden ölüyü kim çıkarıyor? (Her türlü) işi kim idare ediyor? "Allah" diyecekler. De ki: Öyle ise (Ona âsi olmaktan) sakınmıyor musunuz?”

Allah’a ihlâslı olarak, kulluk etmek durumunda olan insan, kendisinin yaratılmış olduğunun bilincinde, her türlü ihtiyacının Allah tarafından karşılandığını bilmesi, kendisinin aslında bir hiç olduğu, bu sebepten dolayı da Hakk’a muhtaç olduğunu idrak etmesi, nefsi yaşamın terkine çözümdür.

Mevlana’nın dile getirmek istediği de bir anlamda da budur, önce KENDİNİ TANI… tanı ki seni yaratan Allah’a şükür de, tevazu da, hataya düşme.

Mağfiret kapısı daima açık, tövbeni yap, affını dile, ama hatalarını tekrarlama, nefsi yolu terk et, gönül evini sevgiye teslim et.

Bizi sevgisinden yaratan Allah’a kulluk etmek, etrafımızda ki putlara kulluk etmekten daha hayırlıdır. Cenab-ı Allah (c.c.) sabrı ile bizlerin kendisine dönüşümüzü beklemektedir.



Yaşamımız boyunca biz kullarına devamlı ikazlarda bulunmaktadır, gelin gönülden gelen sese kulak verelim, bakan göz değil gören göz olalım.



Allah (c.c.) kullarını cehennem için yaratmadı, “dönüşünüz banadır” dedi.

Cehennemi hak etmeyelim…



“Andolsun, biz cinler ve insanlardan birçoğunu (sanki) cehennem için yaratmışızdır. Onlarin kalpleri vardır, onlarla kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da şaşkındırlar. İşte asil gafiller onlardır.”



Gafletten kurtulup, Hakk’a yönelmek bizden beklenen davranıştır.



Benlikleri bir tarafa bırakıp, biz olabilmenin yolu; gerçek SEVGİ ile tanışmaktan geçiyor.



O’na ihtiyacımız var… O’na muhtacız…



ALLAH YAR VE YARDIMCIMIZ OLSUN!

alıntıdır