O saadet asrında kadını, erkeği, çocuğu, genci, yaşlısı, hastası, sakatı tüm inananlar ırk, renk, dil ayrımı gözetmeksizin tek bir hakikatte birleştiler: Allah’ın varlığı birliği, Hz. Muhammed’in O’nun elçisi olduğu…
Kâinat Sultanının elçisi olarak şahadet getirdikleri Hz. Muhammed’in öğrettiği tüm hakikatleri yaşantılarında aksettirdiler ve onun (asm) hayatlarına birer kıblenameli pusula olarak seçtikleri mesajlarını, kendilerinden sonra gelen nesillere mukaddes bir emanet olarak teslim ettiler. Sağlam bir silsile ile bu eşsiz mesajlar günümüze kadar ulaştı. On dört asırdır tüm inananların hayat rehberi olarak yaşantılarına aksettirdikleri bu hakikatleri bizler de kaynaklardan öğreniyor, yaşantımıza aktarmaya çalışıyoruz. Sevdiklerimize Onu anlatıyoruz, kâinat sarayındaki eşsiz rehberliğini, mesajlarını…
Kıyamete kadar devam edecek bu nur silsilesi…
Asr-ı Saadet modeli
Bediüzzaman Hazretleri 19. Söz isimli muhteşem eserinde Rabbimizi bize tarif eden üç külli muarriften bahseder. Kâinat kitabı, Kur’an-ı Kerim ve Peygamberimizdir bunlar. Mesnevi-i Nuriye isimli eserinin bir başka yerinde bunlara bir dördüncüsünü daha ekler: Fıtrat-ı zişuur olan vicdanımız. Peygamber Efendimiz Kâinat Sultanının fermanı olan Kur’an’ı, kâinat sarayının sırlarını, vicdanımızı, teker teker izah eder, Sultanı nasıl tarif ettiklerini gösterir kendisine kulak verenlere…
Şimdi dilerseniz o saadet asrına hayalen bir yolculuk yapalım ve o eşsiz Rehberin (asm) kâinat kitabını, Kur’an’ı nasıl okuduğuna ve insanın vicdanına nasıl seslendiğine “ummandan bir katre misali” bakalım:
Gökyüzünü tefekkür
Hz. Peygamberin amcasının oğlu ve ümmül müminin Hz. Meymune’nin (ra) yeğeni olan Abdullah Bin Abbas (ra) anlatıyor. O sıralarda yaşı on beş civarında bir genç ve Resullullah’ın yanında onun bir gecesini nasıl geçirdiğine tanık olmuş. Peygamberimiz uyanmış ve evin avlusuna çıkıp yıldızları uzun uzun tefekkür etmişti. Sonra da “Muhakkak ki göklerin ve yerin yaratılışında ve gece ile gündüzün ard arda gelişinde akıl sahipleri için ayetler vardır” ayetini okumuştu. “Onlar göklerin ve yerin yaratılışını tefekkür ederler. ‘Rabbimiz’ derler ‘Sen bunu boşuna yaratmadın’ ayetini de eklemişti. (Buhari)
Hz. Ayşe (ra) bu hali Resullullah’ın gece tefekkürüne dair umumi bir hal olarak rivayet etmekte ve biraz önce zikrettiğimiz tefekkür ayetlerini okuduktan sonra şöyle dediğini anlatmaktadır: “Bu ayeti okuyup da uzun uzun tefekkür etmeyenin vay haline!”
Şehir hayatının bitmek tükenmek bilmez koşuşturmaları esnasında gözlerimizi kaldırıp, kâinat kitabının bu en geniş tevhid levhalarından biri olan gökyüzünü tefekkür ediyor muyuz? Güneşin ve ayın gün içindeki dönüşümlerini, hava zerrelerini, kuşları, yağmuru, rüzgârı, doluyu, karı, ilkbaharın kokusunu…
Tefekkür etmiyorsak eğer Hz. Ayşe’nin (ra) aktardığı gibi “Vay halimize!”
Dil yarasına peygamber tesellisi
Ebu Leheb peygamberimizin amcası olmasına rağmen onun azılı düşmanlarından birisidir. Peygamberimize (asm) yaptığı zulümler üzerine hakkında Tebbet Suresi inmiştir. Hz. Dürre (ra) gencecik bir kızken İslamı kabul ederek babasının aksine iman etmiş ve bu yüzden türlü zorluklar yaşamıştır. Öyle ki Medine’ye hicret etmek zorunda kalmıştır. Medineli mümineler, Ensar hanımları ona “hoş geldin!” ziyaretine geldiklerinde inen sureyi hatırlatarak bu durumda Dürre’nin hicretinin nasıl kabul edilebileceğini sorarlar kendisine. Hz. Dürre çok incinmiştir söylenenlerden. Peygamberimize giderek durumu anlatır. Peygamberimiz öğle namazını kıldırdıktan sonra sahabelerine şöyle seslenir: “Ey insanlar! Neden Ehl-i Beytim hakkında incitiliyorum? Allah’a kasem ederim ki kıyamet günü şefaatim Hakem, Suda, Sehleb kabilelerine bile erişecektir”
Peygamberimiz bu şekilde küfür karanlığının, suçun, kabahatin şahsiliğini, çevresine sirayet ettirilmemesi gerektiğini ders verir Sahabelerine. Babasından dolayı kızına eziyet edilemez. Dil ile de olsa!
Bu nebevi ders Ensar hanımlarına verilse de elbette onların şahsında, zor zamanların insanları olan bizlere de verilmektedir. Değil mi?
Hataların, kusurların kolayca umumileştirilerek bir ailenin, bir köyün, bir ülkenin mahkûm edildiği ve bu durumun küresel bir bela olduğu günümüzde, “Birisinin hatasıyla başkası mesul olamaz” Kur’anî düsturuna ne kadar da ihtiyacımız var!
Giydiği en son elbise!
Mus’ab Bin Umeyr (ra), Mekke’nin önde gelen ailelerinden birine mensup, yakışıklı, güzel giyinmeyi çok seven, herkesin gıpta ile izlediği bir gençti. İslama girdiğinde idealleri uğrunda hayatında keskin bir dönüş yaptı. Mekke’yi terk edip Medine’ye yerleşti, Ensara iman hakikatlerini öğretmeye başladı.
Uhud Harbinde şehit düştüğünde vücudunu örtecek bir kefen bulamadılar. Üzerindeki kaftanı ise yeterince vücudunu örtecek büyüklükte değildi. Başı örtüldüğünde ayakları, ayakları örtüldüğünde başı açıkta kalıyordu. Peygamberimiz (asm) çok değer verdiği bu genç sahabesini gözyaşları içinde defnederken “Baş tarafını kaftanı, ayaklarını ise ızhır otu (bir çeşit kokulu ot) ile örtünüz” diye emretti ve “Müminlerden öyle yiğitler vardır ki, onlar Allah’a verdikleri sözde sadakat gösterdiler. Onlardan bazıları şehid oluncaya kadar çarpışacağına dair yaptığı adağını yerine getirdi… Onlar verdikleri sözü asla değiştirmediler” (Ahzab Suresi, 23.) ayetini okudu.
Evet, güzel giyinmeyi sevmesi ve yakışıklılığı ile tanınan Mus’ab Bin Umeyr şehit olduğunda, ottan bir kefene sarılmıştı. Şehitlerin üzerlerindeki kanları ve kanlı kıyafetleriyle gömülmelerini onu toprağa defnettikten sonra emretmişti Efendimiz (asm).
Moda, marka esaretine hapsedilmeye çalışılan günümüz gençliğinin Mus’ab Bin Umeyr’den (ra) alacağı dersler yok mudur?
Onlar gökteki yıldızlar gibi…
Evet, Sahabeler peygamberimizin benzetmesiyle gökteki yıldızlar misali, asırlardır kesret çöllerinin karanlıklarında kaybolmaya yüz tutan inananlara yol gösteriyorlar, hakikati sunuyorlar.
Teknolojinin sunduğu türlü çeşit oyuncakların ve cazibedar eğlencelerin “kuşatma”sında olan günümüz inananlarının, özellikle de gençlerinin şüphesiz onların bu eşsiz hayatlarından alacakları çok dersler var!
Cazibedar bir fitne içinde bulunan ve daha aklını kaybetmemiş gençlere Bediüzzaman Said Nursi’nin eserleri, Nur Risaleleri “Asr-ı Saadet modeli” bir yaşam tarzını, hayat felsefesini asrın ihtiyaçlarına uygun tarzda sunmakta. Ölümü ve ölüm sonrası hayatı, ahiret âlemini unutturmaya yönelik, cehennem hurileri eşliğinde sunulan bu cazibedar büyülü umumi atmosferi etkisiz hale getirebilecek tek iksir iman ve Kur’an hakikatlerini ilmi-mantıki delillerle ispat eden Risale-i Nurlar…
Ruhumuzu, kalbimizi, aklımızı, tüm duygularımızı iman hakikatleriyle inkişaf ettirip, muhtaç olan gönüllere “haz ve hız asrının insanlarına” layıkıyla ulaştırmaya çalışıyoruz değil mi? Hiçbir engel tanımadan. Tıpkı Sahabeler gibi…
yasemin güleçyüz