D?hye-i Kelbî

Cebrâil aleyhisselâm?n, şekline girdiği sahâbî.

D?hye-i Kelbî ticâretle meşgul olup, çok zengindi. Kabîlesinin reisiydi. Müslüman olmadan önce de Resûlullah efendimizi severdi. Ticaret için Medîne’den ayr?l?r, her dönüşünde Resûlullah? ziyâret eder ve hediyeler getirirdi. Fakat Peygamberimiz bunlara k?ymet vermez ve;
- Yâ D?hye, eğer beni memnun etmek istiyorsan îmân et! Cehennem ateşinden kurtul, buyurur, onun îmân etmesini isterdi. D?hye ise, zaman? olduğunu söylerdi. Peygamberimiz onun hidâyet bulmas? için duâ ederdi.

Yüzüne gözüne sürdü
Bedir gazâs?ndan sonra bir gün Cebrâil aleyhisselâm, D?hye’nin îmân edeceğini Resûlullaha haber vermişti. Îmânla şereflenmek için huzuru saâdetlerine girince, Resûlullah efendimiz üzerindeki h?rkas?n? D?hye’nin oturmas? için yere serdi.

D?hye-i Kelbî, Resûlullah efendimize hürmeten H?rka-i saâdeti kald?r?p, yüzüne gözüne sürdükten sonra, baş?n?n üzerine koydu. Resûlullah?n duâlar? bereketiyle kalbinde îmân nûru doğmuş ve öylece Resûlullaha gelmişti.

Cebrâil aleyhisselâm çok defa Resûlullah?n huzuruna, onun sûretinde gelirdi. Resûlullah efendimiz, Ümeyyeoğullar?ndan üç kimseyi üç kimseye benzetti ve buyurdu ki:
- D?hye-i Kelbî Cebrâil’e, Urve bin Mes’ûd-es-Sekâfi Îsâ’ya, Abdülüzzi ise Deccâl’a benzer.

Yine bir gün Cebrâil aleyhisselâm, Hazret-i D?hye sûretinde Mescid-i Nebîye, Resûlullah efendimizin yan?na geldi. Bu s?rada daha çocuk yaşta olan Hazret-i Hasan ile Hazret-i Hüseyin de mescidde oynuyorlard?. Cebrâil aleyhisselâm? D?hye zannedip, hemen ona doğru koştular ve ceplerine ellerini sokup, bir şeyler aramaya başlad?lar. Resûlullah efendimiz buyurdu ki:
- Ey kardeşim Cebrâil! Sen benim bu torunlar?m? edebsiz zannetme! Onlar seni D?hye sand?lar. D?hye ne zaman gelse hediye getirirdi. Bunlar da hediyelerini al?rlard?. Bunlar? öyle al?şt?rd?.

Cebrâil aleyhisselâm bunu işitince üzüldü. “D?hye bunlar?n yan?na hediyesiz gelmiyor da, ben nas?l gelirim” dedi. Elini uzat?p Cennetten bir salk?m üzüm kopard? ve Hazret-i Hasan’a verdi. Bir daha uzatt?, bir nar kopar?p, onu da Hazret-i Hüseyin’e verdi.

Hazret-i Hasan ve Hüseyin hediyelerini al?nca, D?hye zannettikleri Cebrâil aleyhisselâm?n yan?ndan uzaklaşt?lar ve Mescid-i Nebevî’de oynamaya devam ettiler. Bu s?rada mescidin kap?s?na, ak sakall?, elinde baston, toz-toprak içerisinde, beli bükülmüş ihtiyâr bir kimse gelip dedi ki:
- Yavrular?m, günlerdir aç?m, Allah r?zâs? için yiyecek birşeyler verin.

Ona harâmd?r
Hazret-i Hasan ve Hüseyin, biri üzümü, diğeri de nar? yiyecekleri s?rada, bir ihtiyâr? böyle görünce, hemen yemekten vazgeçip ihtiyâra vermek için mescidin kap?s?na doğru yürüdüler. Tam verecekleri s?rada Cebrâil aleyhisselâm gördü:
- Durun, vermeyin o mel’ûna! O şeytand?r. Cennet ni’metleri ona harâmd?r, buyurarak şeytan? kovdu.

Hicretin beşinci senesinde, Resûlullah Benî Kureyza seferine gitmeden önce Medîne’nin yak?n?nda bir mevki olan Savreyn’de Eshâb-? kirâmdan bir cemâ’ate rastlad? ve onlara sordular:
- Kimseye rastlamad?n?z m??
- Yâ Resûlallah, biz, D?hye-i Kelbî’ye rastlad?k. Eyerli beyaz bir kat?r üzerine binmişti. O kat?r?n üzerinde atlastan bir kadife vard?.

Bunu işitince, Resûlullah efendimiz buyurdu ki:
- O Cebrâil’dir. Kalelerini sarss?n ve kalblerine korku versin diye Benî Kureyza’ya gönderildi.