Aziz, sıddık kardeşlerim!
Hizb-i Nurî'de; hem ﺗَﻔَﻜُّﺮُ ﺳَﺎﻋَﺔٍ "Bir saat tefekkür...") sırrı, hem küllî bir ubudiyet bulunduğundan; şimdi bu vakitte, kuvvetli bir emareyi müşahede ettim. Bugün Risale-i Nur'un Hizb-i Nurî'sinden bir kısmını ve Cevşen-ül Kebir'den dahi bir kısmını okurken gördüm ki; kâinatın enva'ını ve âlemlerini Yirmidokuzuncu Mektub'un âhir kısmı
ﺍَﻟﻠَّﻪُ ﻧُﻮﺭُ ﺍﻟﺴَّﻤَﻮَﺍﺕِ ﻭَﺍْﻻ*َﺭْﺽِ "Allah(cc) göklerin ve yerin nurudur." Nur Sûresi, 24:35.)
âyetinin beyanında, seyahat-ı kalbiye ile, herbir İsm-i İlahî bu kâinattaki bir âlemi nurlandırdığını ve zulümatı dağıttığını gördüğüm gibi; aynen ve daha başka bir şekilde, Cevşen-ül Kebir ve Risale-i Nur ve Hizb-i Nurî dahi kâinatı baştan başa nurlandırıyor, zulümat karanlıklarını dağıtıyor.. gafletleri, tabiatları parça parça ediyor. Ehl-i gaflet ve ehl-i dalaletin altında saklanmak istedikleri perdeleri yırtıyor gördüm. Kâinatı, enva'ıyla pamuk gibi hallaç ediyor, taraklar ile tarıyor müşahede ettim. Ehl-i dalaletin boğulduğu en son ve en geniş kâinat perdelerinin arkasında, envâr-ı tevhidi gösteriyor.
Hizb-i Nurî: Risale-i Nur'un imanla ilgili konuların Arapça kısa cümlelerle anlatıldığı kitab.
Küllî: Kapsamlı genel.
Ubudiyet: Kulluk, Allah'a(cc) kulluk etmek, Allah'ın emir ve yasaklarına uymak.
Emare: Belirti, ipucu.
Müşahede: Görme, seyretme, gözle görme.
Risale-i Nur: Bediüzzaman Said Nursinin (ra) Kur'anın imanla ilgili ayetlerini kaynak alarak imanın bütün şartlarını açıklayıp delillerle ispat ettiği çok değerli eserlerinin hepsine birden verilen isim.
Cevşen-ül Kebir: Peygamberimize (asm) vahiy olarak gelmiş çok değerli ve çok önemli büyük bir dua.
Enva': Türler, çeşitler.
Seyahat-ı kalbiye: Kalbe ait seyahat, kalb ile ilgili yolculuk.
İsm-i İlahî: Allah'a(cc) ait isim.
Zulümat: Zulmetler, karanlıklar.
Gaflet: Düşüncesizlik ve ihmal sebebiyle, içinde bulunduğu gerçeklerden habersiz olma.
Ehl-i gaflet: Allah'a(cc) ve ahirete inandıkları halde ilgisiz kalanlar.
Ehl-i dalalet: Kur'anın gösterdiği yoldan ayrılanlar, iman ve islâm yolundan sapanlar.
Envâr-ı tevhid: Tevhid nurları, Allah'ın(cc) birliğine ait nurlar (deliller).
Ezcümle:
İki gün evvel, İsm-i Hakem Nüktesi'ni okuyan bir Nakşî dervişi, güneşin ve manzumesinin bahsini, Risale-i Nur mesleğine vech-i tatbikini anlamamış. Demiş: "Bu da ehl-i fen ve kozmoğrafyacılar gibi bahseder" tevehhüm etmiş. Yanımda ona okundu, ayıldı. "Bu bütün bütün başkadır" dedi. Demek kozmoğrafyacılar gibi ehl-i fennin en son ve geniş nokta-i istinadları ve medar-ı gafletleri olan perdelerde nur-u ehadiyeti gösteriyor. Orada da düşmanlarını takib ediyor. En uzak tahassüngâhlarını bozuyor. Her yerde, huzura bir yol gösteriyor. Eğer güneşe kaçsa, ona der: "O bir soba, bir lâmbadır. Odununu, gazyağını veren kimdir? Bil, ayıl!" Başına vurur.
Ezcümle: Mesela.
İsm-i Hakem: Hakem ismi, Allah'ın(cc) herşeyi ona uygun fayda ve gayelere göre düzenleyip süslendiren manasına gelen Hakem ismi.
Nükte: Derin ve ince manalı söz, incelik.
Manzume: Sistem.
Bahs: Bahis, konu. Açıklama, konuşma.
Vech-i tatbik: Uygulama yönü.
Ehl-i fen: İlim ve teknikle uğraşanlar.
Kozmoğrafyacı: Gök ilmi bilgini, astronom.
Tevehhüm: Evhamlanma, sanma.
Nokta-i istinad: Dayanma noktası.
Medar-ı gaflet: Allah'a(cc) ve ahirete ilgisiz kalma sebebi.
Nur-u ehadiyet: Allah'ın(cc) bütün isim ve sıfatlarıyla herbir şeyde görünen birliğinin nuru.
Tahassüngâh: Sığınak, sığınma yeri.
Hem kâinatı baştan başa âyineler hükmünde tecelliyat-ı esmaya mazhariyetlerini öyle gösteriyor ki, gafletin imkânı olmuyor. Hiçbir şey, huzura mani' olmuyor. Ehl-i tarîkat ve hakikat gibi huzur-u daimî kazanmak için, kâinatı ya nefyetmek veya unutmak, daha hatıra getirmemek değil; belki kâinat kadar geniş bir mertebe-i huzuru kazandırdığını ve geniş ve küllî ve daimî kâinat vüs'atinde bir ubudiyet dairesini açtığını gördüm. Daha var. Fakat şimdi bu kadar yazdırıldı.
Tecelliyat-ı esma: Allah'ın(cc) isimlerinin kendilerini eserleriyle belli edip göstermeleri.
Mazhariyet: Mazhar olma, nail olma.
Ehl-i tarîkat ve hakikat: Hakikat ve tarikata bağlı olanlar, akıl ve fikir ile ve kalb ve ruh ile iman ve islâm gerçeklerinde yükselen ve gelişenler.
Huzur-u daimî: Devamlı huzur.
Mertebe-i huzur: Huzur mertebesi, her an Allah'ın(cc) gözetimi ve idaresi altında olduğunu bilme ve hissetme derecesi.
Vüs'at: Genişlik.
Said Nursi