Şu müvazene, ehl-i dalaletle ehl-i îmânın hayat ve vazife cihetindeki mâhiyetlerine işaret eden
Muhakkak ki Biz insanı en güzel bir şekilde yarattık. • Sonra da onu en aşağı seviyeye indirdik. • Ancak İmân eden ve güzel işler yapanlar müstesnâ. (Tîn Sûresi: 4-6.)
hem netice ve akibetlerine işaret eden
Gök ve yer onlara ağlamadı. (Duhân Sûresi: 29.)
olan âyete dikkat et. Ne kadar ulvî, mu'cizane, beyân ettiğimiz müvazeneyi ifade ederler.
Birinci âyet, On Birinci Sözde tafsîlen o âyetin i'câzkârâne ve îcâzkârâne ifade ettiği hakikati, o sözde beyân edildiğinden, onu oraya havale ederiz.
İkinci âyet ise, yalnız bir küçük işaretle göstereceğiz ki, ne kadar ulvî bir hakikati ifade ediyor. Şöyle ki:
Şu âyet, mefhum-u muvâfık ile şöyle ferman ediyor:
"Ehl-i dalâletin ölmesiyle, semâvât ve zemin, onların üstünde ağlamıyorlar."
Ve mefhum-u muhâlif ile delâlet ediyor ki, "Ehl-i imânın dünyadan gitmesiyle, semâvât ve zemin onların üstünde ağlıyor."
Yani, ehl-i dalâlet, mâdem semâvât ve arzın vazifelerini inkâr ediyor, mânâlarını bilmiyor, onların kıymetlerini ıskat ediyor, Sâni'lerini tanımıyor.
Onlara karşı bir hakâret, bir adâvet ettiğinden, elbette semâvât ve zemin, onlara ağlamak değil, belki onlara nefrîn eder.
Onların gebermesiyle memnun olurlar.
Ve mefhum-u muhâlif ile der: "Semâvât ve arz ehl-i imânın ölmesiyle ağlarlar."
Zîrâ ehl-i İmân ise-çünkü-semâvât ve arzın vazifelerini bilir.
Hakiki hakikatlerini tasdik ediyor.
Ve onların ifade ettikleri mânâları İmân ile anlıyor.
"Ne kadar güzel yapılmışlar, ne kadar güzel hizmet ediyorlar" diyor ve onlara lâyık kıymeti veriyor ve ihtiram ediyor. Cenâb-ı Hak hesâbına onlara ve onlar ayna oldukları esmâya muhabbet ediyor.
İşte bu sır içindir ki, semâvât ve zemin, ağlar gibi, ehl-i imânın zevâline mahzun oluyorlar.
Otuz İkinci Sözden..