Kırk elli sene evvel, Eski Said, ziyade ulûm-u akliye ve felsefiyede hareket ettiği için, hakikatü'l-hakaike karşı ehl-i tarikat ve ehl-i hakikat gibi bir meslek aradı. Ekser ehl-i tarikat gibi yalnız kalben harekete kanaat edemedi.
Çünkü, aklı, fikri hikmet-i felsefiyeyle bir derece yaralıydı, tedavi lâzımdı.
Sonra, hem kalben, hem aklen hakikate giden bazı büyük ehl-i hakikatin arkasında gitmek istedi.
Baktı, onların herbirinin ayrı, câzibedar bir hassası var.
Hangisinin arkasından gideceğine tahayyürde kaldı.
İmam-ı Rabbânî de ona gaybî bir tarzda "Tevhid-i kıble et" demiş.
Yani, "Yalnız bir üstadın arkasından git"
O çok yaralı Eski Said'in kalbine geldi ki,
"Üstad-ı hakikî Kur'ân'dır. Tevhid-i kıble bu üstadla olur"
diye, yalnız o üstad-ı kudsînin irşadıyla hem kalbi, hem ruhu gayet garip bir tarzda sülûke başladılar.
Nefs-i emmaresi de şükûk ve şübehatıyla onu mânevî ve ilmî mücahedeye mecbur etti.
Gözü kapalı olarak değil; belki İmam-ı Gazâlî (r.a.) Mevlâna Celâleddin (r.a.) ve İmam-ı Rabbânî (r.a.) gibi kalb, ruh, akıl gözleri açık olarak, ehl-i istiğrâkın akıl gözünü kapadığı yerlerde, o makamlarda gözü açık olarak gezmiş.
Cenab-ı Hakka hadsiz şükür olsun ki, Kur'ân'ın dersiyle, irşadıyla hakikate bir yol bulmuş, girmiş. Hattâ
* hakikatine mazhar olduğunu, Yeni Said'in Risale-i Nur'uyla göstermiş.
* "Herbir şeyde Onun bir olduğuna delalet eden bir delil vardır."
İbnü'l-Mu'tez'in bir şiirinden alınmıştır. İbn-i Kesir, Tefsirü'l-Kur'ani'l-Azim, 1:24.
Mesnevi Nuriye Mukaddemesinden sayfa 10