"Dünyadaki bu hayatımın hakiki lezzeti ve saadeti nedir?"

diye,
yine bu
âyetine baktım. Gördüm ki:

Bu hayatımın en saf lezzeti ve en halis saadeti imandadır.
Yani, beni yaratan ve yaşatan bir Rabb-ı Rahîmin mahlûku ve masnuu ve memlûkü ve
terbiyegerdesi ve nazarı altında olmasına ve Ona her vakit muhtaç bulunmasına ve
O ise Rabbim, hem İlâhım, hem bana karşı gayet merhametli ve şefkatli
bulunduğuna katî imanım öyle kâfi ve vâfi ve elemsiz ve daimî bir lezzet ve
saadettir ki, tarif edilmez. Ve "Elhamdülillahi alâ nimet-il îman" ne kadar
yerindedir diye âyetten fehmettim.
İşte hayatın hakikatine ve hukukuna ve vazifelerine ve mânevî
lezzetine ait olan bu dört mesele gösterdiler ki, hayat, Zât-ı Bâki-i Hayy-ı
Kayyûma baktıkça ve İmân dahi hayata hayat ve ruh oldukça, hem beka bulur, hem
bâki meyveler verir. Hem öyle yükseklenir ki, sermediyet cilvesini alır; daha
ömrün kısa ve uzunluğuna bakmaz diye bu âyetten dersimi aldım. Ve niyet ve
tasavvur ve hayalce bütün hayatların ve zîhayatların namına
dedim.