Sual:
Şeytanların kâinatta icad cihetinde hiçbir medhalleri olmadığı, hem Cenab-ı Hak rahmet ve inayetiyle ehl-i hakka tarafdar olduğu, hem hak ve hakikatın cazibedar güzellikleri ve mehasinleri ehl-i hakka müeyyid ve müşevvik bulunduğu, hem dalaletin müstekreh çirkinlikleri ehl-i dalaleti tenfir ettikleri halde, hizb-üş şeytanın çok defa galebe etmesinin hikmeti nedir? Ve ehl-i hak, her vakit şeytanın şerrinden Cenab-ı Hakk'a sığınmasının sırrı nedir?
--------------------------------------
İcad: Vücuda getirme, yoktan var etme.
Medhalleri: Etkileri, parmak karıştırmaları, girilecek yerleri.
Rahmet: Merhamet, acıma, şefkat etme.
İnayet: İyilik, yardım.
Hakikat: Gerçek.
Cazibedar: Çekici, beğenilen, hoş.
Mehasin: İyilikler, güzellikler, iyi ahlaklar.
Ehl-i hak: İman, İslam ve Kur’anın gerçek ve doğru yolunda olanlar.
Müeyyid: Teyid eden, destekleyen, kuvvetlendiren, yardım eden.
Müşevvik: Teşvik edici, ilgi ve istek arttırıcı, coşturucu.
Dalalet: Sapıtma, doğru yoldan ayrılma, iman ve İslam yolundan sapmak.
Müstekreh: Tiksindirici, iğrenç.
Tenfir: Nefret ettirme, korkutma.
Hizb-üş şeytan: Şeytanın gurubu, şeytana uyan topluluk.
Galebe: Yenme, galip gelme, üstün gelme.
Elcevab:
Hikmeti ve sırrı şudur ki: Ekseriyet-i mutlaka ile dalalet ve şerr, menfîdir ve tahribdir ve ademîdir ve bozmaktır. Ve ekseriyet-i mutlaka ile hidayet ve hayır, müsbettir ve vücudîdir ve imar ve tamirdir. Herkesçe malûmdur ki: Yirmi adamın yirmi günde yaptığı bir binayı, bir adam, bir günde tahrib eder. Evet bütün âzâ-yı esasiyenin ve şerait-i hayatiyenin vücuduyla vücudu devam eden hayat-ı insan, Hâlık-ı Zülcelal'in kudretine mahsus olduğu halde; bir zalim, bir uzvu kesmesiyle, hayata nisbeten ademî olan mevte o insanı mazhar eder. Onun için "Et-tahribü eshel" durub-u emsal hükmüne geçmiş.
------------------------
Ekseriyet-i mutlaka: Tam çoğunluk, büyük çoğunluk.
Dalalet: Sapıtma, doğru yoldan ayrılma, iman ve İslam yolundan sapmak.
Şerr: Kötülük, fenalık.
Menfî: Olumsuz.
Ademî: Yokluğa ait, hiçlikle ilgili.
Hidayet: Doğruluk. Hakkı hak, bâtılı da bâtıl olarak görüp doğru yola girmek. Dalâletten ve bâtıl yoldan uzaklaşmak.
Müsbet: Olumlu.
Vücudî: Vücuda ait, varlıkla ilgili, var olmakla alakalı.
İmar: Onarma, yapma.
Malûm: Bilinen, belli olan.
Şerait-i hayatiye: Yaşantı ve hayatla ilgili şartlar.
Kudret: Güç
Mevt: Ölüm.
Et-tahribü eshel: Tahrip, yıkmak ve bozmak çok kolaydır.
Durub-u emsal: Atasözleri, meşhur sözler.
İşte bu sırdandır ki: Ehl-i dalalet, hakikaten zaîf bir kuvvet ile pek kuvvetli ehl-i hakka bazan galib oluyor. Fakat ehl-i hakkın öyle muhkem bir kal'ası var ki, onda tahassun ettikleri vakit, o müdhiş düşmanlar yanaşamazlar, bir halt edemezler. Eğer muvakkat bir zarar verseler, ﻭَﺍﻟْﻌَﺎﻗِﺒَﺔُ ﻟِﻠْﻤُﺘَّﻘِﻴﻦَAkıbet, Allah’ın emir ve yasaklarına karşı gelmekten sakınanlarındır. : A’raf Suresi: 128.) sırrıyla ebedi bir sevab ve menfaatle o zarar telafi edilir. O kal'a-i metin, o hısn-ı hasîn ise, şeriat-ı Muhammediye (A.S.M.) ve sünnet-i Ahmediyedir (A.S.M.).
------------------------------------
Ehl-i dalalet: Dalalet ehli. Kur’anın gösterdiği yoldan ayrılanlar, iman ve İslam yolundan sapanlar.
Hakikaten: Gerçekten.
Glip: Üstün, yenen.
Ehl-i hak: Hak ehli, iman, islam ve Kur’anın gerçek ve doğru yolunda olanlar.
Muhkem: Sağlam, kuvvetli.
Kal'a: Kale.
Tahassun: Sığınma.
Muvakkat: Geçici, az bir zaman için.
Kal'a-i metin: Sağlam ve dayanıklı kale.
Hısn-ı hasîn: Çok sağlam ve kuvvetli kale ve sığınak.
Şeriat-ı Muhammediye: Hz. Muhammed`in(asm) Allah`tan getirdiği İslâm dîni. Hz. Muhammedin şeriatı.
Sünnet-i Ahmediye: Hz Muhammedin(asm) sözleri, hareketleri ve davranışları.
Bediüzzaman Said Nursi