Bu kâinatta hayır-şer, lezzet-elem, ziya-zulmet, hararet-bürudet, güzellik-çirkinlik, hidayet-dalalet birbirine karşı gelmesi ve içine girmesi, pek büyük bir hikmet içindir. Çünki şer olmazsa, hayır bilinmez. Elem olmazsa, lezzet anlaşılmaz. Zulmetsiz ziya, ehemmiyeti olmaz. Soğukla, hararetin dereceleri tahakkuk eder. Çirkinlik ile, hüsnün tek bir hakikatı, bin hakikat ve binler çeşit hüsün mertebeleri vücud bulur. Cehennem'siz Cennet'in pek çok lezzetleri gizli kalır. Bunlara kıyasen, herşey bir cihette zıddıyla bilinebilir. Ve bir tek hakikatı, sünbül verip çok hakikatlar olur. Madem bu karışık mevcudat dâr-ı fâniden dâr-ı bekaya akıp gidiyor; elbette nasılki hayır, lezzet, ışık, güzellik, iman gibi şeyler Cennet'e akar. Öyle de şer, elem, karanlık, çirkinlik, küfür gibi zararlı maddeler Cehennem'e yağar. Ve bu mütemadiyen çalkanan kâinatın selleri o iki havuza girer, durur.

ASA-YI MUSA



Hayır: İyilik, dine uygun faydalı ve sevaplı iş.
Şer: Kötülük, fenalık.
Lezzet: Zevk, tad, hoş ve güzel olan.
Elem: Acı. Keder. Kaygı. Dert.
Ziya: Işık.
Zulmet: Karanlık. *Sıkıntı.
Hararet: Sıcaklık, ısı.
Bürudet: Soğukluk. Hararetsizlik.
Hidayet: Doğruluk, Kur’anın gösterdiği doğru ve gerçek yol.
Dalalet: İman ve islamiyetten ayrılmak. Sapıtma, doğru yoldan ayrılma.
Hikmet: Gözetilen fayda ve gaye.
Ehemmiyeti: Önemi.
Tahakkuk: Doğruluğu meydana çıkma, gerçeklik kazanma, ortaya çıkma.
Hüsn: Güzellik.
Hakikat: Gerçek.
Mertebe: Derece, basamak, rütbe, makam.
Kıyasen: Kıyasla, kıyaslayarak, benzeterek.
Cihet: Yön, taraf.
Zıdd: Zıt, ters, karşıt.
Mevcudat: Varlıklar.
Dâr-ı fâni: Geçici yer, bu dünya.
Dâr-ı beka: Sonsuz yaşanacak yer olan öbür dünya.
Mütemadiyen: Devamlı olarak, sürekli olarak.
Kâinat: Yaratılan bütün varlıklar, evren.