On ?kinci Mukaddeme
Lübbü bulmayan, k?ş?r ile meşgul olur. Hakikati tan?mayan, hayalâta sapar. S?rat-? müstakîmi göremeyen, ifrat ve tefrite düşer. Muvazenesiz ve mizans?z olan çok aldan?r, aldat?r.
Zahirperestleri aldatan bir sebep, k?ssan?n hisseyle münasebeti ve mukaddemenin maksutla zihinde mukareneti, vücud-u haricîde olan mukarenetle iltibas olunmas?d?r. Bu noktaya dikkat et, sonra muhtaç olacaks?n.
Hem de ihtilâlât? tevlid eden, ihtilâfat? ika eden, hurafat? icad eden, mübalâgat? intaç eden esbab?n birisi ve belki en birincisi, hilkatte olan hüsün ve azamet ve ulviyete adem-i kanaattir. Hâşâ, zevk-i fâsidesiyle istihfaf-? nizam etmektir. Halbuki, ak?l ve hikmet nazarlar?nda herbiri kudretin en bâhir mucizelerinden olan hakaik-i âlemde olan hüsn-ü intizam ve kemal ve ulviyet, o derece dest-i hikmetle nakşolmuş ki, bütün hayalperestlerin ve mübalâğac?lar?n hülyalar?ndan geçmiş olan harikulâde hüsün ve kemâle nispet olunsa, o harikulâde hayaller gayet âdi ve o âdâtullah gayet harikulâde bir hüsün ve haşmet gösterecektir. Fakat cehl-i mürekkebin hemşiresi ve nazar-? sathînin annesi olan ülfet, mübalâğac?lar?n gözlerini kapatm?şt?r. Böyle gözleri açmak içindir: Me’lûf olan âfâk ve enfüste dikkat-i nazara, Kitab-? Hakîm emreder.
Evet, gözleri açan, yaln?z nücûm-u Kur’âniyedir. Öyle nücum-u sâk?bedirler ki, cehlin zulmünü ve nazar-? sathînin zulümat?n? def ettikleri gibi; âyât-? beyyinat, yed-i beyzâyla, ülfet ve sathiyetin hicaplar?n? ve zahirperestliğin
perdesini parça parça ederek, ukulü, âfâk ve enfüsün hakaikine tevcih edip irşad etmişlerdir.
Hem de meylü’l-mübalâgat? tevlid eden, beşerin kendi meylini kuvveden fiile ç?karmas?na meyelân-? f?triyesidir. Zira, meyillerinden birisi, hayret verecek acip şeyleri görmeye ve göstermeye ve teceddüde ve icada olan meylidir. Buna binaen, vakta beşer, nazar-? sathîyle kâinat kaplar?nda ülfet kapağ? alt?nda olan g?dâ-y? ruhânîyi zevk edemediğinden, kab? ve kapağ? yalamakla usanmak ve kanaatsizlik ve harikulâdeye meyil ve hayalâta iştihadan başka netice vermediğinden, meyl-i harikulâdeyle ya teceddüd veya terviç için meylü’l-mübalâğa tevellüd eder. O mübalâğa ise, dağ tepesinde bir kartopu gibi yuvarlamakla tâ hayalin yüksek zirvesinden lisana kadar tekerlense, sonra lisandan lisana yuvarlan?p giderken kendi hakikatinin çok parçalar?n? dağ?tmakla beraber, her lisandan meylü’l-mübalâğa ile çok hayalât? kendine toplar, şâpe gibi büyür. Hattâ kalbe değil, belki s?mahta, belki hayalde bile yerleşemiyor. Sonra bir nazar-? hak gelir; onu tecrid etmekle ç?plak ederek tevâbiini dağ?t?p asl?na ircâ eder. "Hak gelir, bât?l ölür" s?rr? da zâhir olur.
Ezcümle: Bugünlerde bir hikâye buna misal olabilir. Fahr olmas?n, zaman-? sabâvetimden beri üssü’l-esas-? meslekim, ifrat ve tefritle hakaik-i ?slâmiyete sürülen lekeleri temizlemek ve o elmas gibi hakikatlerine saykal vurmak idi. Bu mesleğime tarih-i hayat?m, pek çok vukuat?yla şehadet eder. Bununla beraber, bugünlerde küreviyet-i arz gibi bedihî bir meseleyi zikrettim. O meseleye temas eden mesail-i diniyeyi tatbik ve tevfik ederek düşmanlar?n itirazat?n? ve muhibb-i dinin vesveselerini def eyledim. Nas?l ki mesailde mufassalan gelecektir.
Sonra, gulyabânî gibi hayalâta al?şan zahirperestlerin dimağlar? kabul etmeyecek gibi göründüler. Fakat as?l sebep, başka garaz olmak gerektir. Güya göz yummakla gündüzü gece veya üflemekle güneşi
söndürmeye ihtimal vermek gibi bir hareket-i mecnunanede bulundular. Güya onlar?n zann?nca, küreviyet-i arza hükmeden, dinde çok mesaile muhalefet ediyor! Onu bahane ederek büyük bir iftiray? ettiler. O derecede kalmad?. Vesveseli ezhan?, iftiran?n büyümesine müsait bir zemin bulduklar?ndan, iftiray? o derece büyüttüler ki, ehl-i diyanetin hakikaten ciğerlerini dağdar ve ehl-i hamiyeti ?slâm terakkiyat?ndan meyus ettiler. Lâkin bu hal büyük bir derstir. Beni ikaz etti ki, cahil dost, düşman kadar zarar verebilir. Öyleyse, şimdiye kadar yaln?z düşman?n taraf?na bak?p, eldeki elmas k?l?çla onlar?n tefritlerini k?rard?m. Fakat şimdi mecburum, öyle dostlar?n terbiyeleri için, onlar?n avamperestane ve ifratkârâne olan hayalâtlar?na, o k?l?c? bir derece iliştireceğim. Eğer çendan böyle şahsî şeylerin böyle mebahisatta zikirleri lâz?m değildir. Fakat şahsiyette kalmad?. Medreselerin hayatlar?na taallûk eder bir mesele-i umumî hükmüne geçti. O zahirperestler emin olsunlar ki, sa’yleri beyhudedir. Şimdiye kadar böyle avamperestane safsatalarla bizi cahil b?rakt?lar. Bundan sonra bizi cahil b?rakmakla cehlimizden istifade etmek istiyorlar. Olmaz ve olamaz; medreseler hayatlanacakt?r vesselâm.
Hem de zahiriyyunun efkâr?n? teşviş eden ve hayalât?n? intizamdan ç?karan s?dk-? enbiyan?n delâili yaln?z harikulâdelerde münhas?r olduklar?n? itikad etmeleridir. Hem de Peygamberimizin cümle hali veya ekseriyeti, harika olmak itibar etmeleridir. Bu ise, vücut müsaade etmediği için, mütehayyelâtlar? intizam bulam?yor. Halbuki, böyle itikad, s?rr-? hikmet ?lâhiyeden ve hilkat-i âlemde cârî olan kavanîn-i ?lâhiyeye Peygamberlerin teslim ve ittibâlar?ndan gaflet, pek büyük bir gafletin neticesidir. Evet, Peygamberimizin herbir hal ve hareketi, s?dk?na delâlet ve hakka temessüküne şehadet etmekle beraber; Peygamber de âdâtullaha ittiba ve ink?yad ediyor. Makale-i Salisede bu s?rra tenbih edilecektir. Hem de harikulâdenin izhar? tasdik-i nübüvvet içindir. Tasdik ise, zahir olan mu’cizât?yla, ekmel-i vecihle hâs?l olabilir. Eğer hâcetten fazla harika olsa, ya abestir veya s?rr-? teklife münafidir. Zira, teklif, nazarî olan şeyde bir imtihand?r. Bedihiyat veya bedahete yak?n olan şeylerde, ednâ, âlâ ile müsavi olabilir. Veyahut cereyan-? hikmetin s?rr?na teslim ve itaate muhaliftir. Halbuki, Peygamberler herkesten ziyade ubudiyet ve teslime mükelleftirler.
Ey şu perişan sözlerime nazar eden talib-i hak! Senin mahiyetinde ekilmiş olan müyûlât, şu On ?ki Mukaddemede, sükûnuyla beraber cereyan eden şems-i hakikat?n ziyas?yla neşvünema bulup çiçekler açacakt?r.
(Muhakemat)