Merak edenler için sinek bahsinin tamamını buraya kopyalıyorum:
Sadakatte namdar,safvet-i kalbde mümtaz Süleyman Rüştü ile bir muhavere-i latife:
Güz mevsiminde; sineklerin terhisat zamanına yakın bir vakitte, hodgâm insanlar, cüz'î tâcizleri olan sinekleri itlâf etmek üzere odamıza ilâç istimâl ettiler. Benim fazla rikkatime dokunmuştu. Odamda çamaşır ipi vardı. Bilâhare, o insanların inadına, sinekler daha ziyade çoğaldılar. Akşam vaktinde, o küçücük kuşlar, o ip üstünde gâyet muntazam diziliyorlardı. Çamaşırları sermek için Rüştü'ye dedim: "Bu küçücük kuşlara ilişme; başka yere ser." O da, kemâl-i ciddiyetle, "Bu ip bize lâzımdır; sinekler başka yerde kendilerine yer bulsunlar" dedi.Her ne ise... Bu lâtife münâsebetiyle, seher vaktinde, sinek ve karınca gibi kesretli küçük hayvanlardan bahis açıldı. Ona dedim ki:Böyle nüshaları çoğalan nevilerin ehemmiyetli vazifeleri ve kıymetleri var. Evet, bir kitabın kıymeti nisbetinde nüshaları teksir edilir. Demek, sinek cinsinin de ehemmiyetli vazifesi ve büyük kıymeti var ki, Fâtır-ı Hakîm, o küçücük kaderî mektubları ve kudret kelimelerinin nüshalarını çoklukla teksir etmiş. Evet, Kur'ân-ı Hakîmin
يَاۤ اَيُّهَا النَّاسُ ضُرِبَ مَثَلٌ فَاسْتَمِعُوالَهُ اِنَّ الَّذِينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللَّهِ لَنْ يَخْلُقُوا ذُبَابًا وَلَوِ اجْتَمَعُوالَهُ وَاِنْ يَسْلُبْهُمُ الذُّبَابُ شَيْئًا لايَسْتَنْقِذُوهُ مِنْهُ ضَعُفَ الطَّالِبُ وَالْمَطْلُوبُ
yani, "Cenâb-ı Haktan başka, bütün esbab ve ulûhiyetler ve ehl-i dalâlet tarafından dâvâ edilen. âliheler içtimâ etseler, bir sineği halk edemezler." Yani, "sineğin hılkati öyle bir mûcize-i Râbbâniyedir ve öyle bir âyet-i tekvîniyedir ki, bütün esbab toplansalar, onun bir mislini yapamazlar ve o âyet-i Rabbâniyeye muârazâ edemezler, taklidini de yapamazlar" meâlindeki âyete ehemmiyetli bir mevzu teşkil eden ve Nemrud'u mağlup eden;ve Hazret-i Mûsâ (A.S.) onların tâcizlerine karşı müştekiyâne, "Yâ Rab, bu muacciz mahlûklari ne için bu kadar çoğaltmışsın?" deyince, ilhâmen cevab gelmiş ki: "Ya Mûsâ, sen bir defa sineklere itiraz ettin: Bu sinekler de çok defa sual ediyorlar ki: 'Yâ Rab, bu koca kafalı beşer Seni yalnız bir lisân ile zikrediyor. Bazen de gaflet ediyor. Eğer yalnız kafası kadar kafasından bizleri halk etseydin, binler lisân ile Seni zikredecek bizim gibi mahlûklar olurlardı"' diye, Hazret-i Mûsâ'nın (A.S.) şekvâsına bin itiraz kuvvetinde hikmet-i hılkatini müdafaa eden sineğin; hem gâyet nezâfetperver ve her vakit abdest alır gibi yüzünü, gözünü, kanatlarını temizleyen bu tâifenin, elbette mühim bir vazifesi vardır. Hikmet-i beşeriyenin nazarı kâsırdır; daha o vazifeyi ihâta edememişdir.
Evet, Cenâb-ı Hak, nasıl ki deniz yüzünü temizlemek ve her günde milyarlarla vefiyatı bulunan hayvânât-ı bahriye cenazelerini (Hâşiye-1) toplamak için ve deniz yüzünü cenazelerle âlûde, müstekreh manzaradan kurtarmak için, sıhhiye memurları nev'inden gâyet muntazam âkilüllâhm bir kısım hayvânâtı halk etmiş. Eğer o bahriye sıhhiye memurları gâyet muntazam vazifelerini îfâ etmeseydiler; denizlerin yüzleri ayna gibi parlamayacaktı. Belkide gâyet hazîn ve elîm bir bulanıklık gösterecekti. Hem her günde yabanî hayvanların ve kuşların cenazelerini toplamakla rû-yi zemini o taaffünattan temizlemek ve zîhayatları o elîm ve hazîn manzaralardan kurtarmak için, nezafet ve sıhhiye memurları hükmünde olan kartallar misilli, gizli ve uzak, beş altı saat mesafeden keramet-kârane bir sevk-i Rabbânî ile o cenazenin yerini hisseden ve gidip kaldıran âkilüllâhm kuşları ve vahşî hayvanları halk etmiş. Eğer bu berriye sıhhiye memurları gâyet mükemmel ve intizamperver ve vazifedar olmasa idiler, zemin yüzü ağlanacak bir şekil alacaktı.
Evet, âkil-ül lahm hayvanların helâl rızıkları, vefat etmiş hayvanların etleridir. Hayatta olan hayvanların etleri onlara haramdır. Eğer yeseler, cezâ görürler. حَتَّى يَقْتَصُّ الْجَمَّاءُ مِنَ الْقَرْنَاءِ (ev kemâ kâl). Yani, "Boynuzsuz olan hayvanın kısâsı kıyâmette boynuzludan alınır" diye ifade-i hadîsiye gösteriyor: Gerçi cesetleri fenâ bulur; fakat ervahları bâkî kalan hayvânât mâbeyninde dahi, onlara münâsip bir tarzda, dâr-ı bekâda mücâzat ve mükâfatları vardır. Ona binâen, canavarlara sağ hayvanların etleri haramdır, denilebilir.
Ve hem küçücük hayvanların cenazelerini ve nimetin küçücük parçalarını ve tanelerini toplamak vazifesiyle karıncaları nezâfet memurları olarak tavzif etmiştir. Hem nimet-i İlâhiyenin küçücük parçalarını ve tanelerini telef olmaktan ve çiğnenmekten ve hakâretten ve abesiyetten sıyânet etmekle ve hem küçücük hayvânâtın cenazelerini toplamakla; sıhhiye memurları gibi tavzif olunmuşlardır. Hem aynen onlardan daha mühim olan insanın gözüne görünmeyen, hastalıkların mikroplarını ve madde-i semmiyeyi temizlemekle, sinekler muvazzaftırlar. Sinekler değil mikropların nâkıleleri olmak, bilâkis, muzır mikropları massetmekle yani, emmek ve yemek ile o mikropları imhâ ederler. Ve o madde-i semmiyeyi istihâleye uğratırlar ve çok sârî hastalıkların önünü alırlar. Hem bu sineklerin, hem sıhhiye neferleri, hem tanzifat memurları, hem kimyager olduklarına ve geniş bir hikmete mazhar bulunduklarına delil ise, onların gâyet kesretidir. Çünkü kıymettar ve menfaattar şeyler teksir edilir. (Hâşiye-2)
------------------------------------
(Hâşiye-1): Evet, bir balığın, binlerle yumurtasına ve binlerle yavrusuna ve bazan da bir milyon yumurtadan ibâret olan havyarından çıkan tevellüdat-ı semekiyesine nisbeten vefiyatları da o nisbette bulunacak tâ ki muvâzene-i bahriye muhâfaza edilebilsin. Hem Rahîmiyet-i İlâhiyenin lâtif cilvelerindendir ki, valide balıklar yavrularıyla nisbetsiz bir tefâvüt-i cismîde bulunduklarından, valideleri yavrulara kumandanlık edemiyorlar. Yavruların sokuldukları yerlere valideleri giremedikleri için, Hakîm ve Rahîm, yâvruların içinden onlara küçük bir kumandan çıkarıp, validelik vazifesini o küçük kumandancıklara gördürür.
(Hâşiye-2): Bir sineğin kanadı ve vücudu ne kadar hârika bir san'at-ı Rabbânıye olduğuna lâtifâne bir işaret olarak, meşhur Yunus Emre'nin şu fıkrası ne güzel bildiriyor: [Bir sineğin kanadını kırk kağnıya yüklettim. Kırkı da çekemedi, kaldı şöyle yazılı.]