İslam tarihi boyunca hakiki mürşidler idareye karışmamış, sadece gerek gördüğü yerlerde tavsiye ve ikazlarda bulunmuştur. Asrımızda Bediüzzaman Hazretleri ise, müsbet olarak nitelendirdiği Demokrat Partinin dindar başbakanını ve bazı bakan ve mebuslarını sadece ikaz etmiş ve bazı tavsiyelerde bulunmuştur. Sonuçta da bu tavsiye ve ikazları nazara aldılar veya almadılar diye onları sorgulamamıştır. Bunun yanında siyasete girmek isteyen hocaları ve nurları okuyanları serbest bırakmış ve şahsı adına girebileceklerini söylemiştir. Yani dini, dindarlığı veya hocalığı veya camide bulduğu cami cemaatini veya iman dersi için gelenleri, kişinin şahsi nufuzuna kullanmasını uygun bulmamıştır.
Şahsın, siyasete, idareye, hülasa geniş daireye iştihası varsa şahsı adına girer, orada hizmet eder. Yoksa hem Nur talebeliği, hem Hocalık ünvanını bulunduracaksın, hem de bilfiil siyasete müdahele edecek tayin ve terfileri idare edeceksin. Dünyevi okul kursları için mücadele edeceksin. Hem de milletin teveccühüne mazhar olmuş Hükümet ve idarecilerle mücadele edeceksin... Bu doğru değildir.Bu hususlarda çok mektublarından en önemlilerinden birisi budur:
«Risale-i Nur, dünyada her cereyanın fevkinde bulunması ve umumun malı olması cihetiyle, bir tarafa tâbi ve dahil olmaz. Belki mütecaviz dinsizlere karşı haklı tarafa yardımcı olur ve dost olur ve ihtiyat kuvveti hükmünde onlara bir nokta-i istinat olur. Fakat siyaset hesabına değil, belki Nur’ların intişarı ve maslahatı hesabına, bazı kardeşler, Nurlar namına değil, belki kendi şahısları namına girebilir.» (Emirdağ Lâhikası-I sh: 160