sa
kalp gözünün açılması için risale-i nurları okumanın önemi ? yahut nasıl bir metod izlemeliyiz?
saygılarımla.
sa
kalp gözünün açılması için risale-i nurları okumanın önemi ? yahut nasıl bir metod izlemeliyiz?
saygılarımla.
Düşmüşüm bir garip sevdaya
Yanmışım Ateş-i aşkına
Al beni sevdanın koynuna
Allahım, SULTANIM!
Risale i nuru en iyi anlama ve en çabuk keskin kavrama yolu hiçbir dünyevi ve uhrevii maddi ve manevi ezvak keramat ve lezaizi gaye-i maksat yapmamakta ve doğrudan doğruya Kuranın üstadlığıyla ve Rıza-ı ilahiyyeye müteveccih olmakladır.
Her keder bir kader ile takdir edilir.Kedere değil kadere teslim olan tathir edilir.
Evet Öyledİr hocam rİsale okursaNIZ ÇokÇa kalp gÖzÜnde aÇilir uyanik daha İlerİ gÖrÜŞlÜ bİlgİlİ de olursunuz eĞİtİmlİ olursunuz eŞyaninda hİkmetlerİnİ gÖrebİlİrsİnİz İnŞ. Hocam...........
Aleykum selam. Kalp gözünün açılmasını, vicdanın içyüzünün ışıklanması olarakta tanımlayabiliriz.
"İman, Sa’d-ı Taftazani’nin tefsirine göre; "Cenab-ı Hakkın, istediği kulunun kalbine, cüz-ü ihtiyarının sarfından sonra ilka ettiği bir nurdur" denilmiştir. Öyleyse, iman, Şems-i Ezeliden vicdan-ı beşere ihsan edilen bir nur ve bir şuadır ki, vicdanın içyüzünü tamamıyla ışıklandırır."
Buradan vicdanın içyüzünü tamamıyla ışıklandırmanın iman ile mümkün olduğunu, tahkiki imanı ne kadar fazla elde edersek o kadar fazla aydınlanacağını anlıyoruz.
Tahkiki imanı elde etmek noktasında da Risale-i Nur'un çok büyük rolü vardır, zira Risale-i Nur'un en büyük meselesi iman-ı tahkikiyi neşretmektir.
"Eğer komünistler mürekkep ve kağıdı yok etmek imkanını da bulsalar, benim gibi birçok gençler ve büyükler fedai olup hakikat hazinesi olan Risale-i Nurun neşri için, mümkün olsa derimizi kağıt, kanımızı mürekkep yapacağız."
-Zübeyir Gündüzalp-
Silsile-i Nakşînin kahramanı ve bir güneşi olan İmam-ı Rabbânî (r.a.), Mektubat’ında demiş ki: "Hakaik-i imaniyeden bir meselenin inkişafını, binler ezvak ve mevâcid ve kerâmâta tercih ederim."
Hem demiş ki: "Bütün tariklerin nokta-i müntehâsı, hakaik-i imaniyenin vuzuh ve inkişafıdır."
Madem hakikat böyledir. Ben tahmin ediyorum ki, eğer Şeyh Abdülkadir Geylânî (r.a.) ve Şah-ı Nakşibend (r.a.) ve İmam-ı Rabbânî (r.a.) gibi zatlar bu zamanda olsaydılar, bütün himmetlerini, hakaik-i imaniyenin ve akaid-i İslâmiyenin takviyesine sarf edeceklerdi. Çünkü saadet-i ebediyenin medarı onlardır. Onlarda kusur edilse, şekavet-i ebediyeye sebebiyet verir. İmansız Cennete gidemez; fakat tasavvufsuz Cennete giden pek çoktur. Ekmeksiz insan yaşayamaz, fakat meyvesiz yaşayabilir. Tasavvuf meyvedir, hakaik-i İslâmiye gıdadır. Eskiden kırk günden tut, tâ kırk seneye kadar bir seyr ü sülûk ile bazı hakaik-i imaniyeye ancak çıkılabilirdi. Şimdi ise, Cenâb-ı Hakkın rahmetiyle, kırk dakikada o hakaike çıkılacak bir yol bulunsa, o yola karşı lâkayt kalmak elbette kâr-ı akıl değil. İşte, otuz üç adet Sözler, böyle Kur’ânî bir yolu açtığını, dikkatle okuyanlar hükmediyorlar.
Madem hakikat budur. Esrar-ı Kur’âniyeye ait yazılan Sözler, şu zamanın yaralarına en münasip bir ilâç, bir merhem ve zulümatın tehacümatına maruz heyet-i İslâmiyeye en nâfi bir nur ve dalâlet vâdilerinde hayrete düşenler için en doğru bir rehber olduğu itikadındayım.
Bilirsiniz ki, eğer dalâlet cehaletten gelse, izalesi kolaydır. Fakat dalâlet fenden ve ilimden gelse, izalesi müşküldür. Eski zamanda ikinci kısım binde bir bulunuyordu. Bulunanlardan ancak binden biri irşadla yola gelebilirdi. Çünkü, öyleler kendilerini beğeniyorlar. Hem bilmiyorlar, hem kendilerini bilir zannediyorlar. Cenâb-ı Hak şu zamanda, i’câz-ı Kur’ân’ın mânevî lemeâtından olan malûm Sözleri, şu dalâlet zındıkasına bir tiryak hâsiyetini vermiş tasavvurundayım.
Mektubat, Sayfa 26, 27
"Eğer komünistler mürekkep ve kağıdı yok etmek imkanını da bulsalar, benim gibi birçok gençler ve büyükler fedai olup hakikat hazinesi olan Risale-i Nurun neşri için, mümkün olsa derimizi kağıt, kanımızı mürekkep yapacağız."
-Zübeyir Gündüzalp-
İmam Rabbbani şöyle diyor,
''Sirhindî’ye göre, letâif, beşerî kusurlardan temizlendikten sonra, sâlikin terbiyecisi ve feyz kaynağı olan “ilâhî isimden” gelecek tecellîlere, yansımalara ve feyizlere ayna olma kâbiliyetine sâhip olur . Yani ilâhî isimler, kulun letâifine yansır, tecellî eder. İlâhî feyz de, kula doğrudan gelmez, Allah’ın isim ve sıfatlarından, bir peygamberin rûhâniyeti vâsıtası ile kulun latîfelerine gelir. ''
peki risale-i nur bu latifler arası ilişki nelerdir? Mesela nakşiler lafitlefer üzerine zikir çekiyorlar. Lakin risale-i nur okuma ile bu letaifler nasıl ilişki içerisindedir.
selamlar.
Düşmüşüm bir garip sevdaya
Yanmışım Ateş-i aşkına
Al beni sevdanın koynuna
Allahım, SULTANIM!
29. Mektup (s. 478) 'de geçen bir bahis bu konuyla tam alakadar mıdır bilmiyorum ama büyük zatların gölgelerinin bizlere de zaman zaman sirayet etmesi mümkün olabilir gibi geliyor.
"...Kardeşim! Nasılki kanun-u saltanatın, sadrazam dairesinden tâ nahiye müdürü dairesine kadar bir tarzda cüz'î-küllî cilveleri var; öyle de velayetin ve kutbiyetin dahi, öyle muhtelif daire ve cilveleri var. Herbir makamın çok zılleri ve gölgeleri var. Sen, sadrazam-misal kutbiyetin azam cilvesini, bir müdür dairesi hükmünde olan kendi dairende o cilveyi görmüşsün, aldanmışsın. Gördüğün doğrudur, fakat hükmün yanlıştır. Bir sineğe bir kap su, bir küçük denizdir." O zât şu cevabımdan inşâallah ayıldı ve o vartadan kurtuldu.
Hem ben müteaddid insanları gördüm ki, bir nevi Mehdi kendilerini biliyorlardı ve "Mehdi olacağım" diyorlardı. Bu zâtlar yalancı ve aldatıcı değiller, belki aldanıyorlar. Gördüklerini, hakikat zannediyorlar. Esmâ-i İlâhînin nasılki tecelliyatı, Arş-ı Azam dairesinden tâ bir zerreye kadar cilveleri var ve o esmâya mazhariyet de, o nisbette tefavüt eder. Öyle de mazhariyet-i esmâdan ibaret olan meratib-i velayet dahi öyle mütefavittir. Şu iltibasın en mühim sebebi şudur:
(Orjinal Sayfa480)
Makamat-ı evliyadan bazı makamlarda Mehdi vazifesinin hususiyeti bulunduğu ve kutb-u azama has bir nisbeti göründüğü ve Hazret-i Hızır'ın bir münasebet-i hâssası olduğu gibi, bazı meşahirle münasebetdar bazı makamat var. Hattâ o makamlara "Makam-ı Hızır", "Makam-ı Üveys", "Makam-ı Mehdiyet" tabir edilir.
İşte bu sırra binaen, o makama ve o makamın cüz'î bir nümunesine veya bir gölgesine girenler, kendilerini o makamla has münasebetdar meşhur zâtlar zannediyorlar...."
Şu an 1 kullanıcı var. (0 üye ve 1 konuk)