Hizmette ileride olmak; ücret paylaşımında geride kalmayı tercih etmek, Üstadımızın talebelerine tavsiye ettiği makul ve makbul bir durum.
Maddî veya manevî bir karşılık beklentisine girmeden hizmetin en zor olanına, en zahmetlisine tâlip olmak, her hizmet erbabı için bütün takdirlerin fevkinde arzulanan bir davranış.
Velâkin arzulanan bu güzel hizmetleri icrâ ederken, ihlâs ve uhuvvet esaslarını kulak ardı etmemek kaydıyla... Şahsımızı değil; mensubu olduğumuz cemaatin şahs-ı mânevîsini nazarlara vermek şartıyla... Kendimiz adına değil; mensubu bulunduğumuz camiâ adına hizmette bulunduğumuzu, bu noktada başarı ve hasenâtların camiâmıza ait olan bir sonuç olduğnu unutmamak kaydıyla hizmette önde olmak makul ve makbuldur.
Yine bu güzel hizmetleri yaparken, beraber yola çıktığımız dostlarımızın gıpta damarını tahrik edici her türlü hâl ve davranıştan uzak durmalı, sözde değil, fiiliyatta, her türlü üstünlüğü akla getiren yaklaşımlardan şiddetle kaçınmalı.
Bilgimiz, birikimimiz; ünvânımız, makamımız ne olursa olsun, bu kudsî hizmette bulunan dostlarımıza karşı “pederâne” veya “mürşidâne” bir yaklaşımı hatıra getiren her türlü söz, hâl ve tavırlardan mutlaka uzak dunmalı. Çünkü kudsî hizmetimizde kardeşlik prensibi esastır; müellif-i muhteremin ifadesiyle; “Kardeş kardeşe peder olamaz; mürşidlik vaziyetini takınamaz.” Bu noktada o büyük Üstad dahi; “Ben de bir ders arkadaşınızım” dediğine göre, bize ne oluyor ki kardeşlerimize karşı bir üstünlük havasına girelim.
Kudsî hizmetlerimizi sahiplenmek, bu yolda her türlü zorluğu göze almak, her türlü zahmetlere katlanmak elbette özlemini çektiğimiz fedakârlık örnekleridir. Bu yolda örnek hizmet erbabının varlığı dâvâmız adına iftihar vesilesidir. Yüce Allah böylesi hizmet erlerinin sayısını çoğaltsın inşallah.
Bu meyanda nazarlara vermek istediğimiz husus; şahıs endeksli hizmet biçimlerinin muhtemel risk ve tehlikeleridir. Devamlı önde görünme istek ve arzularının, başta kendimize, sonra da mensubu olmakla iftihar ettiğimiz dâvâ ve camiamıza verebileceği zarar ve ziyanlardır. Dahil olduğumuz camiâyı gözardı ederek, şahs-ı mânevîyi görmezden gelerek, ferdî kabiliyetlerimize güvenerek yapılan hizmetlerin, istemeyerek de olsa sıkıntılara sebep olduğunu ve semeresiz kaldığını, yaşayarak geliyoruz.
Yaşanması muhtemel tehlikelerin ilk akla gelenleri; şahsî kabiliyetlerimize güvenerek yapacağımız ferdî hizmetlerimizin istemeyerek de olsa bizde oluşturması muhtemel olan enaniyet, ucb ve gurur halleridir. Ve bunların bir sonucu olarak, herkesle kardeşlik ilişkileri içinde bulunmamız gereken çevremizdeki dostlardan sürekli bir hürmet, bir ihtiram, bir imtiyaz beklentisine girmek ihtimâli...
O halde bu ve benzeri tehlikelerden korunmanın yolu ve çaresi, Bediüzzaman’ın ifadesiyle; “...tarîk-i hakta gidenlere refakatle iftihar etmek; ve arkalarından gitmek; ve imamlık şerefini onlara bırakmak; ve o hak yolunda kim olursa olsun kendinden daha iyi olduğunun ihtimaliyle enâniyetinden vazgeçip ihlâsı kazanmak; ve ihlâsla bir dirhem amel, ihlâssız batmanlarla amellere râcih olduğunu bilmekle ve tâbiiyeti (tâbi olmayı) dahi, sebeb-i mes’uliyet ve hatarlı olan metbûiyete (tâbî olunmaya) tercih etmekle o marazdan kurtulur ve ihlâsı kazanır, vazife-i uhreviyesini hakkıyla yapabilir.” (Lem’alar, s. 215)
Görülüyor ki her zaman önde olmayı arzu etmek, imam olmaya istekli olmak mes’uliyetli, tehlikeli ve riskli bir durum olduğu halde; yerine göre bazen geride durmaya razı olmak, imamın arkasında saf tutmak daha emniyetli, daha selâmetli bir tercihtir.
Bu meyanda yine Bediüzzaman’ın İhlâs Risâlesi’ndeki tavsiyelerini göz ardı etmemek gerekir: “Kardeşlerinizin nefislerini nefsinize şerefte, makamda, teveccühte, hattâ menfaat-i maddiye gibi nefsin hoşuna giden şeylerde tercih ediniz.” (Lem’alar, Yirmi Birinci Lem’a, 3. Düstur) Görülüyor ki bazen gerilerde durmak da hizmettir.

hüseyin gültekin
yeniasya