Ömer Faruk Paksu'nun yazısı:
(Bediüzzaman'la Yaşayan Öyküler kitabından)
Kuşları avlamayın!
Jandarma komutanı:
– Bak oğlum, dedi. Bu Hoca Efendi’yi alıp Barla’ya götüreceksin. Bu zat meşhur Bediüzzaman Said Efendi’dir. Vazifen çok mühim. Oranın karakoluna teslim edip evrakları imzalattıktan sonra durumu bana bildireceksin.
Jandarma Şevket göz ucuyla, komutanın tarif ettiği kişiye baktı:
Kırk yaşlarında görünüyordu. Başında sarığı, sırtında cübbesi, ayağında lastik ayakkabı vardı. Bakışı ve duruşu heybetli, fakat mütevazıydi.
– Emredersiniz komutanım, dedi.
Bediüzzaman önde, kendisi arkada odadan çıktılar.
Yolda:
– Hocam sen benim atamsın. Kusura bakma, ne yapalım vazifedir, dedi.
Bediüzzaman:
– Sen vazifeni yap kardeşim, dedi. Kadere itiraz edilmez.
Sahile geldiler. Hava soğuktu. Eğirdir Gölü, yer yer buz tutmuştu. Karşıya geçecek bir kayık bulmakta zorlandılar. Bir kayıkçıyla 50 kuruşa anlaştılar.
Bediüzzaman cüzdanını çıkardı, kayıkçıya parasını verdi. Jandarma Şevket’e de 10 kuruş verdi:
– Kardeşim, şu paraya da çekirdeksiz kuru üzüm al, yolda hep beraber yeriz, dedi.
Bir elinde sepet, sepetin içinde bir çaydanlık, birkaç bardak, bir seccade; diğer elinde de Kur’an-ı Kerim vardı.
Jandarma Şevket geldikten sonra yola koyuldular. Beş kişiydiler: İki kayıkçı, kayıkçının bir tanıdığı, iki de onlar…
Kayıkçının biri elinde uzun bir sopa ile buzları kırarak, kayığa yol açıyordu.
Günler kısaydı. İkindi vakti girmişti. Bediüzzaman yerinden doğruldu:
– Kardeşim, dedi. Benim namaz kılmam lazım.
Kayıkçı:
– Hay hay Hocam, dedi ve kayığın yönünü kıbleye çevirdi.
Bediüzzaman’ın namaz kılışı, diğerlerinin içinde bir ürperti meydana getirdi. Böyle bir namaz ilk defa görüyorlardı.
– Allahü Ekber, demesiyle birlikte, sanki kayık sarsılmıştı. Zor zapt ettiler.
Ve Bediüzzaman’ı namazın sonuna kadar, hayran hayran seyrettiler.
– Zahmet ettiniz kardeşim, dedi. Allah razı olsun.
Kayıkçı daha bir istekle küreklere asıldı.
İki saat sonra Barla iskelesine gelmişlerdi. Korucu Burhan sırtında tüfeğiyle sahilde geziniyordu.
Jandarma Şevket seslendi:
– Hey oğlum, gel buraya!
Korucu koşarak geldi.
Bu hareketlilik, az ileride ağaçların dallarına tünemiş keklikleri havalandırmıştı.
Kayıkçı, bir hamleyle Korucu Burhan’ın tüfeğini kaptı. Ve tüfeği kapar kapmaz, havaya nişan vaziyeti aldı.
– Gelmişken eli boş dönmeyelim, dedi. Kendimize bir ziyafet çekelim.
Bediüzzaman, beklenmedik bir tavırla tüfeğin namlusunu kavradı.
– Yok yok, dedi. Yapma kardeşim. Bahar yakındır. Bu kuşların yavrulama mevsimidir. Yazıktır, vazgeç bu işten…
Kayıkçı şaşırmış ve bir o kadar mahcup olmuştu. Tüfeği indirdi:
– Kusura bakma Hocam, düşünemedim, dedi ve tüfeği korucuya uzattı.
Ve helalleşerek ayrıldılar.
Keklikler, Barla’ya kadar yeni Barla misafirine eşlik ettiler.