Başa gelen her işte iki sebeb var; biri zahirî, diğeri hakikî. Ehl-i dünya zahirî bir sebeb oldu, beni buraya getirdi. Kader-i İlahî ise, sebeb-i hakikîdir; beni bu inzivaya mahkûm etti. Sebeb-i zahirî zulmetti; sebeb-i hakikî ise adalet etti. Zahirîsi şöyle düşündü: "Şu adam, ziyadesiyle ilme ve dine hizmet eder, belki dünyamıza karışır" ihtimaliyle beni nefyedip üç cihetle katmerli bir zulüm etti. Kader-i İlahî ise benim için gördü ki, hakkıyla ve ihlasla ilme ve dine hizmet edemiyorum; beni bu nefye mahkûm etti. Onların bu katmerli zulmünü muzaaf bir rahmete çevirdi. Madem ki nefyimde kader hâkimdir ve o kader âdildir; ona müracaat ederim.
(Mektubat’tan)
bu mektupta dikkat çekmek istediğim hususlar:
1. Başa gelen her işte iki sebeb var
burada dikkat; ‘’her işte’’ ve ‘’her şeyde’’ yani başa gelen şeyleri düşünürken iki sebebi birden düşümeyi ihtar ediyor…
2. biri zahirî, diğeri hakikî
zahiri sebeb; bazı gayeler gereği şehadet alemi Hikmetler üzere teçhiz edilmiş… bu hikmekleri zahiri sebeb bilmeliyiz zira illet değiller…
hakikî sebeb; imkan aleminin, vucub aleminin tasarrufunda olması hakikatine binaen; illet denilen sebebdir…
zahiri sebeb ile hakiki sebeb arasındaki farklardan;
zahiri sebeb alem-i şehadete münasib ve imtihan perdesini yırtmadan neticeye uygun olan görünüşteki sebebtir… çirkin telakki edilir… adalet terazisine gelemez..
fakat hakiki sebeb ise o adil dir, bizzat güzeldir… rahmettir…