MELEKLERLE AYNI SAFTA

Safları sık tutalım ki rahmet insin!
Ümmetin derdiyle dertlenmek… Tüm dünya Müslümanlarıyla bir olmak. Hakan Albayrak neler anlatmadı ki bu kitapta.


Hakan Albayrak, önceden yayımlanan yazılarından oluşan son kitabı Meleklerle Omuz Omuzaya henüz başlarken “Zaferle değil, üzerimize düşeni yapmakla mükellefiz” diyerek kavgaya tutuşuyor. Sıktığı yumruğu bir an bile sönmeden, bir nefes bile dinlenmeden tüm kitap boyunca yanı başımızda duruyor.
Albayrak, ayağını kendi topaklarına koyarak bir pergel gibi tüm mazlumların, ezilmişlerin feryatlarını kulaklarımıza kadar getiriyor.
Kitabın ilk bölümünde kendi kültür mirasımızı nasıl kaybettiğimizi, modernitenin insanımızı nasıl mutsuz nasıl umutsuz kıldığını, tüketim toplumu olmanın aslında ilk önce toplumu nasıl tükettiğini anlatıyor bir bir, yorulmadan. Tüm bütün bunlara “Allahu Ekber!” diyerek kıyama yürüyor.


Filistin’den yükselen ses
Yolculuğunun ilk adımında Kudüs’te görüyoruz onu: Ramallah’ta, El-Halil’de bir çocukla birlikte Siyonist İsrail’i taşlarken, “Haksızlık karşısında susan dilsiz şeytandır.” sözünün bilinciyle haykırıyoruz “Katil İsrail!”. Hamas ve El-Fetih’in “Batı Medeniyeti”nin kurbağa diliyle ifade ettiği gibi terörist olmadığını anlıyoruz. Filistinli Müslümanların, Filistinli Müslüman şehitlerin yüzde otuz sekizinin çocuk olduğunu da Albayrak’ın tercümesiyle okuyoruz. Filistinde ekmeğin fiyatını kan olarak biçen İsrail kasabı Şaron’un dişlerinden sızan kanın Şeyh Ahmed Yasin’i şehadete götüren, sahil-i selamete ulaştıran denizin damlası olduğunu bir kez daha not alıyor ve Gazze sokaklarının şahitliğine bir ses de biz oluyoruz: La ilahe illallah - veşşehid habibullah (Allahtan başka ilah yoktur ve şehit, Allah’ın sevgilisidir)
Kafkas cihadını unutmayalım!
Biraz yukarı doğru adımlıyoruz dünyayı Kuzey Kafkasya’dayız şimdi. “Büyük” Rus ordusunun sindiremediği bir avuç mücahidin Rusların boğazında nasıl çakılıp kaldığını Çeçen Mücahidlerin haklı davalarının dünya vicdanında nasıl terörist eylemler olarak yansıtıldığını izliyoruz. Caharkale’de, Grozni’de köylerin nasıl yakıldığını, içme sularına nasıl zehir katıldığını ve ekmeği Çeçenistan’a nasıl haram saydıklarını okuyoruz bir bir. Zelimhan’ı, Mashadov’u ve Dudayev’i resmediyor bize. İki yüz yıllık direnişi, Kafkas Ordularımızı nasıl geri çekmek zorunda kaldığımızı, bu acıya duyarsızlığımızı bir tokat gibi hissediyoruz yüzümüzde ama yine de susmak yok: La ilahe illallah, sevdamızsın Çeçenya!
Buradan bir acı kanamış boyuna
Ve şimdi Bosna’dayız : “Buradan bir acı kanamış boyuna”. Masallar ülkesi Bosna’nın “Bilge Kral”la nasıl doğrulduğunu nasıl yanıp piştiğini bu küllerden nasıl yeniden doğduğunu dinliyoruz ince, mahçup, utanarak. Avrupa’nın dördüncü büyük ordusu Yugoslavların modern silahlarına, teçhizatlı askerlerine pencerelerden kaynar sular dökerek mukavemet eden anaları izliyoruz. Srebrenitsa, Bırçka, Bosonski Brad’da acının vücuda gelmiş halini Aliya İzzetbegoviç’in bu yaraları nasıl sardığını bu kuruluş ve kurtuluş destanını nasıl yazdığını dinliyoruz. Ve Aliya’nın cenazesinde yüz yirmi beş yıllık yara: Ama yeniden ve yeniden Allah-u Ekber ve Lillahilhamd!
Acı ve dirilişin coğrafyaları
Afganistan çöllerine gidiyoruz: Taliban rejiminin Sam amcanın iştahını nasıl kestiğini on beş binlik küçük bir kuvvetle ülkenin yüzde doksan beşinde sağladığı adalet ve güveni ve Batı dünyasıyla olan mücadelesini dinliyoruz.
Irak’ta sıra. Irak halkında… Müthiş donanımlı “süper güç”ün nasıl afalladığında sıra… Bir ihtiyarın derme çatma tüfeğiyle düşürdü helikopter de... Ümmü Kasr’ın muhkemliğinde, “Mum kimin yanan Kerkük’te”… Ve Sam Amcanın ablak suratına inen yumruklarda sıra. “Dans et şampiyon” çığlıklarında.
Sıra sıra dizilmiş “Meleklerle Omuz Omuza” olmakta sıra.
Hakan Albayrak dünyaya şık bir bakış, İslama dair basiretli bir duruş, hayata dair hakikatli bir duyuş olarak dünyanın yörüngesine taş koyuyor.
Okuyalım…


Bedrettin Kara