Savaşın en çetin anlarıydı. Ortalık kılıç şakırtılarıyla dolmuştu. Bu şanlı anı seyre dalan melekler, Müslümanların zafer kazanmaları için dua etmekteydiler.

Hazret-i Ali (radiyallahu anh) bir düşman askerini bir solukta yere serdi ve kılıcını çekti. Tam vurmak üzereydi ki, o da ne, düşman askeri yüzüne tükürmüştü.

Hazret-i Ali (radiyallahu anh) elini yüzüne götürdü, eline gelen tükürüğü sildi. Öfkeden yüzü kıpkırmızı kesilmişti. Birden daha hızlı bir darbe indirerek düşmana dünyanın kaç köşe olduğunu göstermek istedi ki, bundan derhal vazgeçti ve derhal düşmanı serbest bırakarak ayağa kalktı.

Düşman savaşçı bir an şaşırdı, sonra derhal fırlayıp o da ayağa kalktı.

Hazret-i Ali (radiyallahu anh):

“Yürü git! Seni öldürmeyeceğim! Serbestsin” dedi.

Savaşçı şaşkın bakışlarla:

“Hayret! Maksadım beni çabuk öldürmen için seni öfkelendirmekti! Beni alt edip öldürmek üzereyken neden vazgeçtin?” diye sordu.

Hz. Ali (radiyallahu anh):

“Ben seninle ALLAH (cellecelaluhu) yolunda ve ALLAH’ın (cellecelaluhu) rızasını kazanmak için savaşıyorum ve onun için seni öldürecektim. Sen yüzüme tükürünce kinlendim, sana kızdım, işin içine nefsim karıştı; eğer o an seni öldürseydim sana kızgınlığımdan bunu yapmış olacaktım. Yani seni ALLAH (cellecelaluhu) rızası için değil, kendi nefsim için öldürmüş olacaktım ve katil olacaktım. Bu yüzden katil olmaktan ALLAH’tan korktum, kendime hakim oldum ve seni serbest bıraktım” dedi.

Düşman savaşçının şaşkınlığı bir kat daha artmıştı. Bir dinin öfke anında bile bir adamı ne kadar terbiye ettiğine, ne denli saygın hale getirdiğine şahit oluyordu.

Düşman savaşçı kılıcını yere attı ve şehadet kelimesi getirerek Müslüman oldu.