+ Konu Cevaplama Paneli
Gösterilen sonuçlar: 1 ile 6 ve 6

Konu: Kör Sağır ve Çıplak..

  1. #1
    Ehil Üye HüZnÜ HaZan - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Aug 2008
    Mesajlar
    4.452

    Standart Kör Sağır ve Çıplak..

    KÖR, SAĞIR VE ÇIPLAK




    Saba şehri pek büyük bir şehirdi, öylesine büyüktü ki büyüklüğü bir tepsi kadar.
    Saba şehri aynı zamanda çok ulu, çok kocaman, çok geniş, çok uzun ve çok azametli bir şehirdi, öylesine kocamandı ki tıpkı bir soğan kadar.
    Bu tuhaf şehirde üç tuhaf insan yaşıyordu. Biri kör, biri sağır diğeri de çıplaktı. Kör olan uzakları görür, sağır olan çok iyi işitirdi
    Bir gün üçü bir aradayken kör: “Bakın uzaklardan atlılar geliyor, onların hangi kabîleye mensup bulunduklarını ve kaç kişi olduklarını tek tek görüyorum.” dedi.
    Sağır: “Evet evet ben de seslerini duydum ve ne dediklerini çok açık anlıyorum” dedi.
    Çıplak.”Eğer buraya gelirlerse bizi soyarlar diye korkuyorum” dedi.
    Kör: “Bakın yaklaşıyorlar, haydi onlar gelmeden, bizi yakalayıp bir zarar vermeden kaçalım” dedi.
    Sağır: “Davranın dostlar, gürültü gittikçe yaklaşıyor, onlar gelmeden kaçalım” dedi.
    Böylece şehri bırakıp kaçtılar, koşa koşa bir köye vardılar. O köyde çok semiz bir kuş buldular. Kuş o kadar besiliydi ki, vücudunda zerre kadar et yoktu. Kemikleri bile incelmiş ipliğe dönmüştü.
    Üç arkadaş o kuşu yediler, karnı doymuş filler gibi şiştiler. O kadar doyup şiştiler ki, âdetâ âleme sığmaz oldular. Böylesine şişmiş olmalarına rağmen bir kapının çatlağından geçerek bir evden içeri girdiler.


    Hur bajo,Kur bajo
    Ga mêşine...








    Kendini tevil et!...






  2. #2
    Ehil Üye HüZnÜ HaZan - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Aug 2008
    Mesajlar
    4.452

    Standart

    Hikayenin açıklaması..



    Bu hikâyeye bir mizah örneği, sembolik anlatım veya “şathıye” tarzı ifâde nazarıyla bakılabilir.
    Mesnevî şârihlerine göre buradaki Sebe (Saba) şehri, insan bedeninin sembolüdür. Şehir ahâlisinden maksat, insandaki rûhânî ve cismânî kuvvetlerdir. İnsanı şehre benzetmek bizim kültürümüzde yaygın bir metafordur. Hacı Bayram’ın meşhur şiiri “Çalabım bir şâr yaratmış iki cihan arasında” diye başlar. Buradaki “şâr” yâni şehirle kasdedilen insan gönlüdür. Gönül de insanı remzeder.
    Muhyiddin İbn Arabi’nin Tedbîrât-ı İlâhiyye adlı eserinin ismi de bu manâyı çağrıştırır. Kitabın tam adının Türkçesi şöyledir: “İnsan memleketinin ıslahı hakkında ilâhî tedbirler.” Burada insanın manevî eğitimiyle ülke yönetimi arasında bir paralellik kurulur. (Bk. İbn-i Arabi- Ahmet Avni Konuk, Tedbîrât-ı İlâhiyye Tercüme ve Şerhi, hazırlayan: Mustafa Tahralı, İz yayıncılık, İstanbul, 2001)
    Komik bir şekilde anlatılan üç kişinin neleri temsil ettiğini Hz. Mevlânâ olayın devâmında bizzat kendisi şöyle açıklamaktadır:
    Sağır istektir, dilektir. Hayattan çok şeyler uman, çok şeyler isteyen, bir türlü gözü doymayan insan tipini göstermektedir. O başkalarının ölümünü duyar da, kendi öleceğini hiç aklına getirmez.
    Uzağı gören kör de hırs duygusunu temsil etmektedir. O halkın ayıbını kıldan kıla görür, hattâ mahalle mahalle dolaşır, onları söyler.
    Çıplak, eteğimi kesecekler diye korkar durur. Çıplağın eteği olur mu, olmaz. Çıplakla kasdedilen, dünyâya tapan müflistir. Soyulacağını düşünerek korkular içinde yaşar. Halbuki o dünyâya çıplak geldi, çıplak gidecektir. Öyle iken hırsız korkusu ile yüreği kan ağlar.

    *

    Hırs, açgözlülük, tamahkârlık, bitmez tükenmez arzu ve istekler, dünya ve makam sevgisi, insan için ayak bağıdır; onun mânevî gelişmesini engeller. Aşırı dünya ve madde ilgisi bütün ilahî dinlerde yerilmiştir. Kalbini bunlara bağlayan kişi, mânevî değerleri, Allah’ı, âhireti, öleceğini unutur. Böyle davranmaya yol açan sebeplerden biri de cehalettir, bilgisizliktir.
    Peygamberimizin ümmetinin hırs ve uzun emele dalmasından ve nefislerinin hevâsına uymalarından korktuğu rivâyet olunmaktadır. Uzun emel âhireti unutturur, nefsin isteklerine uymak ise kişiyi doğru yoldan saptırır. Dünya sevgisini gönülden çıkarıp atmak cidden zordur. Bu zorluğu başarmak âhiret gününe inanmakla ve ölümü düşünmekle mümkündür.
    Hadiste mal ve şöhret hırsının kişiye verdiği zararın, bir koyun sürüsünün içine giren iki aç kurdun verdiği zarardan daha fazla olacağı belirtilir. Aşırı hırs ve tamahkârlık duygusu herkesin yaradılışında vardır. Yine Peygamberimiz buyurur: “İnsanoğluna bir vâdi dolusu altın verilse ikincisini iste, ikincisi verilse üçüncüsünü ister; onun gözünü ancak toprak doyurur” (Buhari, rikak, 10)
    Hırsın vereceği zararlardan Mevlâna ve benzerlerinin tavsiye ettiği eğitim yoluyla kurtulmak mümkündür. Bu eğitimce amaç hırsın, arzu ve isteklerin tamamen yok edilmesi değil, onların kontrol altına alınması ve iyi yönde kullanılmasıdır. Bir çok defa belirttiğimiz gibi “ölmeden evvel ölmek” veya nefsin öldürülmesinden maksat, fiziki ve maddi ölüm değildir. Burada kasdedilen nefsin aşırı isteklerinin kontrol altına alınmasıdır.
    Sağnak yağmurlardan veya ilk baharda karların erimesinden sonra başı boş akıp giden coşkun sular, taşkınlara veya sel baskınlarına sebep olur. Ama o sular bir baraj arkasında biriktirilirse, lâzım olan yerde ölçülü bir biçimde kullanılınca ne kadar faydalı olur.
    Tasavvuf eğitiminde insanın doğuştan getirdiği yetenekleri ve potansiyeli yok etmek amaçlanmaz. Asıl maksat onların ıslahıdır ve iyi yönde kullanılmasını sağlamaktır.
    Hz. Ömer Müslüman olmadan önce çok celâlli ve sert mizaçlı biriydi. O kadar ki Hz. Peygamber’i öldürmeyi bile göze almıştı. Müslüman olunca bu özellikleri yok olmadı, ama iyiye yöneldi, faydalı işlerde kullanılır oldu. Ve sonunda Ömer, adaletin, şefkat ve merhametin timsali haline geldi.


    Hur bajo,Kur bajo
    Ga mêşine...








    Kendini tevil et!...






  3. #3
    Ehil Üye HüZnÜ HaZan - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Aug 2008
    Mesajlar
    4.452

    Standart

    arkadaşlar hikayenin açıklaması alt tarafta çok manidar bir hikaye..


    Hur bajo,Kur bajo
    Ga mêşine...








    Kendini tevil et!...






  4. #4
    Ehil Üye h.polat - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Jul 2007
    Yaş
    47
    Mesajlar
    1.245

    Standart

    çok güzeldi kardeşim ALLAH razı olsun...
    seni ilgilendirmeyen şeylerle uğraşma......
    Düşmanından uzaklaş......
    ölünün neyine gıpta edersen,diriyede öyle gıpta et....
    senin ihtiyacını gidermeyi önemsemeyen bir kişiden bir istekte bulunma..


  5. #5
    Ehil Üye HüZnÜ HaZan - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Aug 2008
    Mesajlar
    4.452

    Standart

    Allah sendende razı olsun abla..


    Hur bajo,Kur bajo
    Ga mêşine...








    Kendini tevil et!...






  6. #6
    Ehil Üye seyyah_salih - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Dec 2007
    Bulunduğu yer
    Şan(S)lıUrfa'DaN
    Yaş
    55
    Mesajlar
    15.435

    Standart

    Alıntı HüZnÜ HaZan Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
    arkadaşlar hikayenin açıklaması alt tarafta çok manidar bir hikaye..
    Hüzn- hazan kardeşim..Mesneviden aktardığın bu hikaye gerçekten..çok manidardı hele açıklması öyle güzel VE LEZZETLİ geldiki, nurlardan hepsine ayrı ayrı yazası geliyor insanın, yani tefekkür ufkunu o kadar genişlettin diyebilirim...tüm paragraflara ayrı yazamayacağım ama mananın geneline nurların verdiği feyiz , feyiz verdi sanırım...

    Evet, hakiki terakkî ise, insana verilen kalb, sır, ruh, akıl, hattâ hayal ve sâir kuvvelerin hayat-ı ebediyeye yüzlerini çevirerek, her biri kendine lâyık hususi bir vazife-i ubûdiyet ile meşgul olmaktadır. Yoksa, ehl-i dalâletin terakkî zannettikleri, hayat-ı dünyeviyenin bütün inceliklerine girmek; ve zevklerinin her çeşitlerini, hattâ en süflîsini tatmak için bütün letâifini ve kalb ve aklını nefs-i emmâreye musahhar edip yardımcı verse, o terakkî değil, sukuttur.


    Şu hakikati bir vâkıa-i hayaliyede, şöyle bir temsilde gördüm ki:
    Ben büyük bir şehre giriyorum. Baktım ki, o şehirde büyük saraylar var. Bâzı sarayların kapısına bakıyorum; gayet şenlik, parlak bir tiyatro gibi, nazar-ı dikkati celb eder, herkesi eğlendirir bir câzibedarlık vardı. Dikkat ettim ki, o sarayın efendisi kapıya gelmiş, it ile oynuyor ve oynamasına yardım ediyor. Hanımlar, yabânî gençlerle tatlı sohbetler ediyorlar. Yetişmiş kızlar dahi, çocukların oynamasını tanzim ediyorlar. Kapıcı da, onlara kumandanlık eder gibi bir aktör tavrını almış. O vakit anladım ki, o koca sarayın içerisi bomboş; hep nâzik vazifeler muattal kalmış. Ahlâkları sukut etmiş ki, kapıda bu sûreti almışlardır.


    Sonra geçtim, bir büyük saraya daha rast geldim. Gördüm ki, kapıda uzanmış vefâdar bir it ve kaba, sert, sâkin bir kapıcı ve sönük bir vaziyet vardı. Merak ettim: Ne için o öyle, bu böyle? İçeriye girdim; baktım ki, içerisi çok şenlik. Daire daire üstünde, ayrı ayrı nâzik vazifelerle, saray ehli meşguldürler. Birinci dairedeki adamlar sarayın idaresini, tedbîrini görüyorlar. Üstündeki dairede kızlar, çocuklar ders okuyorlar. Daha üstünde, hanımlar, gayet latîf sanatlar, güzel nakışlarla iştigal ediyorlar. En yukarıda, efendi, padişahla muhâbere edip halkın istirahatini temin için ve kendi kemâlâtı ve terakkiyâtı için kendine has ve ulvî vazifeler ile iştigal ediyor gördüm. Ben onlara görünmediğim için, "Yasak!" demediler; gezebildim.


    Sonra çıktım, baktım. O şehrin her tarafında bu iki kısım saraylar var; sordum.


    Dediler: "O kapısı şenlik ve içi boş saraylar, kâfirlerin ileri gelenlerinindir ve ehl-i dalâletindir. Diğerleri, nâmuslu Müslüman büyüklerinindir."


    Sonra bir köşede bir saraya rast geldim. Üstünde "Said" ismini gördüm. Merak ettim. Daha dikkat ettim, sûretimi üstünde gördüm gibi bana geldi. Kemâl-i taaccübümden bağırarak, aklım başıma geldi, ayıldım.


    İşte, o vâkıa-i hayaliyeyi sana tâbir edeceğim. Allah hayır etsin.


    İşte, o şehir ise, hayat-ı içtimâiye-i beşeriye ve medîne-i medeniyet-i insaniyedir. O sarayların her birisi, birer insandır. O saray ehli ise, insandaki göz, kulak, kalb, sır, ruh, akıl gibi letâif ve nefis ve hevâ ve kuvve-i şeheviye ve kuvve-i gadabiye gibi şeylerdir. Her bir insanda herbir latîfenin ayrı ayrı vazife-i ubûdiyetleri var; ayrı ayrı lezzetleri, elemleri var. Nefis ve hevâ, kuvve-i şeheviye ve gadabiye, bir kapıcı ve it hükmündedirler.


    İşte o yüksek letâifi, nefis ve hevâya musahhar etmek ve vazife-i asliyelerini unutturmak, elbette sukuttur, terakkî değildir. Sâir cihetleri sen tâbir edebilirsin..23.söz
    Marifet ufku....

    Muhabbet denizinde çalan bir melodi gibidir

+ Konu Cevaplama Paneli

Konu Bilgileri

Users Browsing this Thread

Şu an 1 kullanıcı var. (0 üye ve 1 konuk)

     

Benzer Konular

  1. Çıplak bir yazı
    By Ensardan in forum Edebiyat
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 03.06.13, 13:38
  2. Kör Dilsiz Ve Sağır
    By Beste-i Rana in forum Serbest Kürsü
    Cevaplar: 37
    Son Mesaj: 28.12.08, 19:51
  3. Ahlak Çıplak!!!
    By esra aktürk in forum Serbest Kürsü
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 04.10.08, 21:13
  4. Sağır Kalbim
    By m_safiturk in forum Edebiyat
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 19.01.08, 09:50
  5. Manaların Kalbden Çıkınca Suretlerden Çıplak Hayale Girmesi?
    By karatoprak1975 in forum Açıklamalı Risale-i Nur Dersleri
    Cevaplar: 17
    Son Mesaj: 18.10.07, 17:23

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
Google Grupları
RisaleForum grubuna abone ol
E-posta:
Bu grubu ziyaret et

Search Engine Friendly URLs by vBSEO 3.6.0