Yeryüzünde tüm olup bitenler, siyasal ve sosyal tartışmalar, mücadeleler, gelip şu soruda düğümleniyor: İnsanlar için asıl olan nedir, arız ve türedi olan nedir? Asıl olan, alemlerin Rabbine teslimiyet demek olan İslami hayat mıdır, yoksa insan hevasının hükümranlığı anlamına gelen laik/seküler hayat tarzı mıdır?
Allah selamet versin, başörtüsüne ve başörtülülere yönelik halen de devam etmekte olan laikçi zulüm sürecinde okulundan uzaklaştırılan ve ardından avukatları aracılığıyla başvurduğu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi(AİHM)de "zulme maruz kalan bir Müslümansa biz de bu zulmün arkasındayız" cevabıyla karşılaşan bir kardeşimiz, konuk olduğu bir televizyon programında, bu her şeyin gelip dayandığı "asıl olan ne, türedi olan ne" meselesiyle çok yakın ilgisi olan bir cümle sarf etmişti ki sanırım benim gibi programı izleyen birçok Müslümanı hayal kırıklığına uğratmıştı.
Karşısında, laik/seküler statükonun savcısı edasıyla oturup, bu edayla konuşmakta olan program sunucusu bayan ve diğer konuk Yazgülü Aldoğan adlı "köşe yazarı"nın taarruzları karşısında maalesef garip bir şekilde sığınmacı ve savunmacı bir tutum takınan kardeşimizin unutamadığım o talihsiz cümlesi şu olmuştu:
"…Biz de sizin gibi insanız. Biz başka bir dünyadan gelmedik…"
Doğrusu bu cümle karşısında kahrolmamak elde değildi. Kim kime neyi ispat etmeye çalışıyordu, bu cümlenin arkasında nasıl bir algılama biçimi, nasıl bir duruş vardı?
Ne yazık ki sözünü ettiğimiz o cümle, karşısında durupta başörtüsünü laik/seküler statüko ve yaşam tarzı adına yargılamaya kalkışan o başı açık toplum mühendislerini zihninde "asıl olan" konumuna yerleştirip, kendini, "normal bir insan oluşu" ispata muhtaç bir yabancı ve öteki gibi gören bir savunmacı ve sığınmacı yaklaşımı çağrıştırmaktaydı. "Biz de sizin gibi insanız" cümlesinde ifadesini bulan kendi kendini yabancılaştırma ve ötekileştirme tutumu, aynı zamanda daha baştan mücadeleyi kendi zihninde kaybetmiş olmanın dışavurumu anlamı da taşımaktaydı.
Dahası, bu tutum, kişinin kendi dünyasında meşruiyet sorunu yaşadığını göstermenin yanı sıra, asıl türedi ve yabancı olan laik/seküler yaşam tarzı ve onun jakoben temsilcilerini, kendisini sorgulamaya yetkili görme, en azından böyle bir durumu normalleştirme halini de içermekteydi ne acıdır ki.
Oysa şayet bireysel ya da toplumsal anlamda ve yaşam tarzı bağlamında türedi ve yabancı olandan bahsedilecekse, bu asla İslami yaşam tarzı olmamalıdır. Çünkü İslami yaşam tarzı, her şeyin yoktan var edicisi olan, mülkün mutlak sahibi, hayatın ve ölümün var edeni olan alemlerin Rabbi yüce Allahın yaratıp yeryüzünün halifeleri kıldığı insanlar için öngördüğü ölçü ve ilkelerin toplamından başka bir şey değildir. Dolayısıyla İslami yaşam tarzının türedi ve yabancı olması söz konusu bile edilemez.
Böyle bir şeyden söz edilecekse, türedi ve yabancı olanın, seküler/laik yaşam tarzı ve onu kendisine din edinen ve onu insanlara tepeden inme yöntemlerle dayatan, Batılı laik/seküler yaşam tarzı adına insanların başörtüsüne dil ve el uzatma cüretini kendinde bulabilen, fıtratına yabancılaşmış, heva ve hevesini ilah edinmiş olanlardan başkası olmadığı rahatlıkla söylenebilir.
Çünkü laik/seküler yaşam tarzı, en başta yaratılışa/fıtrata yabancıdır, hayatı, ölümü, hesap gününü ve ahiret hayatını var eden yüce Allahın insanlar için seçip beğendiği dinin dışında, türedi bir algılama ve yaşam tarzını ifade etmektedir. Ayrıca içerisinde yaşadığımız toplum açısından değerlendirdiğimizde de, Batıdan ithal edilmiş olup tepeden inme yöntemlerle bu topluma dayatılmaya çalışılmış ve çalışılmakta olan tamamen yabancı/türedi bir yaşam tarzı olduğunu belirtmemiz gerekir. Gerçekten de, Batı(l) menşeli seküler yaşam tarzı, üzerinde yaşadığımız topraklara tepeden inmeci yöntemlerle, baskılarla, İstiklal Mahkemeleriyle dayatılmak istenmiştir. Batının şapkası uğruna başta İskilipli Atıf Hoca olmak üzere nice masumlar darağacında sallandırılmış, iffetin temel değerlerden olduğu bir toplumdan; batıl(l)ılaşma adına 10 yılda Keriman Halis´ler çıkarılıp Batı(l)ılar mest edilmiştir. (1932 yılında Belçikada düzenlenen "Dünya Güzellik Yarışması"nda Türkiyeden katılan Keriman Halis "Dünya Güzeli" seçilmiştir. Bu da Batılılar tarafından "Osmanlı iffetine karşı kazanılan bir zafer" olarak değerlendirilmiştir.)
Bu dayatma günümüzde daha sofistike yöntemlerle yapılmaktadır. Medyatik kuşatmalarla, okullardaki laik/seküler öğretim ve eğitim süreçleriyle Batı(l) yaşam tarzı toplumda hızla yaygınlaştırılmaktadır.
Yüce Rabbimiz Kitab-ı Keriminde şöyle buyurmaktadır:
"İşte bunlar; Allahın nimet verdiği peygamberlerden, Adem, neslinden, Nuh ile beraber gemide taşıdıklarımızın neslinden, İbrahim ve İsrail(Yakub) neslinden, yol gösterdiğimiz ve seçtiğimiz kimselerdendir. Onlara Rahmanın ayetleri okunduğu zaman ağlayarak secdeye kapanırlardı. Onlardan sonra yerlerine öyle bir nesil geldi ki, namazı zayi ettiler, şehvetlerine uydular. Onlar kötülük bulacaklardır." (Meryem 19/59-60)
Bu ayet-i kerime, yeryüzünde "asıl olan" nedir ve kimlerdir ve "türedi olan" nedir ve kimlerdir sorusunu açık ve net bir şekilde yanıtlamaktadır.
Evet, namaz ve namazını koruyup ikame edenler asıl olan, namazsızlık ve namazsızlar türedi olandır. Zekat, infak ve bu yükümlülükleri yerine getirenler asıl olan, faiz ve faiz yiyenler türedi olandır. İyiliği emr, kötülükten nehy yükümlülüğü ve onu yerine getirenler asıl olan, kötülük ve onu yaygınlaştıranlar türedi olandır. İffet ve iffeti hayatına ölçü edinenler asıl olan, her türlü aşırılık (fuhşiyyat) ve fuhşiyyatı işleyip yaygınlaştıranlar türedi olandır. Adalet ve adaletin tarafında yer alanlar asıl olan, zulüm ve zulmün taraftarları türedi olandır.
Alemlerin Rabbinin emri olan başörtüsü ve onu kendilerine taç edinenler asıl olan, başörtüsüzlük ve başörtüsüne karşı savaşanlar türedi olandır.
Kısacası, her şeyi yoktan var eden ve dönüşün kendisine olacağı alemlerin Rabbi yüce Allaha itaat ve hayatını Rablerine itaat bilinci içerisinde olanlar (ki alemlerin Rabbi yüce Allaha itaat bilinci, insanı her türlü batıl bağımlılıktan, kula ve eşyaya kulluktan bağımsızlaştıran yegane tutumdur) asıl olan, alemlerin Rabbine itaatsizlik ve Onun ölçülerine karşı savaşanlar türedi olandır.
Bizler Rabbimize hamdolsun ki, Müslümanız. Alemlerin Rabbine teslimiyet bilincine ulaşmış insanlarız. Dolayısıyla yaşadığımız coğrafyada olsun, tüm yeryüzü genelinde olsun "asıl olan"ı temsil ediyoruz. Alemlerin Rabbi yüce Allaha itaatsizlik içerisinde bulunan, dolayısıyla da "türedi olan"ı temsil edenler asla bizleri yargılama, bizim imanımıza ve Rabbimize olan teslimiyetimize sınır koyma hak ve yetkisine sahip değillerdir, olamazlar. Allahın arzında, Onun ölçülerine ve o ölçülere tabi olan insanlara parya muamelesi yapmaya kalkışan zalimler bulunsa da, bizler dik ve sarsılmaz duruşumuzla, asıl olanlar olduğumuz bilinciyle yolumuza devam etmek durumundayız. Türedi olanların bu konumlarını, onlara her zaman hissettirmek zorundayız.
Türedi olanlara asıl, kendimize türedi olan muamelesi yapmaktan titizlikle kaçınmalıyız. Bunun kendi ellerimizle işleyeceğimiz ve mağduru da kendimiz olacak büyük bir zulüm olduğunu bilmeliyiz.
Adalet ise her şeyi yerli yerine koymak, haklıya hakkını teslim etmektir. Asıl olan asıldır, türedi olansa türedidir ve o şekilde muamele görmek durumundadır.
Şükrü Hüseyinoğlu