Konu Kapatılmıştır
1. Sayfa - Toplam 2 Sayfa var 1 2 SonuncuSonuncu
Gösterilen sonuçlar: 1 ile 10 ve 16

Konu: İnşallah Üzerine - Süleyman Kösmene

  1. #1
    Gayyur ŞAHBABA - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Sep 2006
    Bulunduğu yer
    Kahramanmaraş
    Mesajlar
    99

    Standart

    Alıntı sozler Nickli Üyeden Alıntı
    ?NŞALLAH ÜZER?NE

    “Hiçbir şey hakk?nda ‘Yar?n bunu muhakkak yapacağ?m’ deme. Ancak ‘?nşallah’ deyip, Allah’?n dilemesi şart?na bağlarsan müstesnad?r. Unuttuğun zaman da, yine Rabbini an ve ‘Umulur ki, Rabbim beni bundan daha hay?rl? ve doğru bir yola eriştirir’ de.” Kehf Sûresi: 23, 24
    Görüldüğü gibi Cenâb-? Allah gelecekle ilgili konuşmalar?m?zda “?nşallah” dememizi şart koşuyor.
    Çünkü gelecek bizim elimizde değil. Gelecek Allah’?n takdirindedir. Gelecekte nas?l bir tecellî gerçekleşeceğini bilmiyoruz. Sadece olmas?n? arzu ettiğimiz şeyler söz konusu.

    ?şte bunlar? konuşurken Allah’?n dilemesi şart?na bağlayarak konuşmam?z gerekiyor. Ki, “?nşallah” kelâm? bize bunu sağl?yor.


    Bu pencereden bak?nca, “Allah nasip eder inşallah” gibi bir cümlede yanl?şl?k yoktur.
    Fakat bu kelime ile gelecekle ilgili bir şeyler yapmay? kendi üzerimizden atan bir tembelliği veya kendi yapabileceğimiz şeyleri Allah’a havale eden vurdumduymazca bir havaleciliği kastetmemeye dikkat etmeliyiz.

    Yani bu kelimeyi, içerdiği manevî kuvveti sars?c? şekilde kullanmamal?y?z.

    Bu kelime kararl?l?ğ?m?za gölge düşürmüyor.
    Tam tersine, “Allah’?n dileği ile örtüşmesi halinde ben kararl?y?m” mânâs?n? içeriyor.

    Oysa bazen karars?z olduğumuz ve hatta olumsuz düşündüğümüz bir meselede de–s?rf muhataptan kaçmak için—“?nşallah” deyip geçiyoruz.

    Bu yanl?şt?r. Çünkü bu durumda bu kelâm? bir kaç?ş cümlesi olarak kullan?yoruz.

    Muhatab?m?z da çileden ç?k?yor. “?nşallah’la, maşallahla olmaz!” gibi nezaketsiz sözler sarf ediyor.

    Bu nezaketsizlikte bizim de pay?m?z?n olduğunu unutmamal?y?z.

    Süleyman KÖSMENE
    ?nşallah kelimesi üzerine

    Said Bey: “?nşallah’?n mânâs? nedir? ‘Allah nasip eder inşallah’ gibi bir cümlede yanl?şl?k olabilir mi?”

    ?nşallah kelimesi, Allah’?n geleceğe dönük cümlelerimiz aras?nda kullanmam?z? istediği bir vahiy kelâm?d?r.
    Bir k?s?m Yahudi ve müşrikler Peygamber Efendimiz’e (asm) mağarada üç yüz y?ldan fazla yatan gençlerin hikâyesinin ne olduğu, Zülkarneyn hakk?nda ne bildiği ve ruhun ne olduğu hakk?nda sorular sormuşlard?. Peygamber Efendimiz (asm) de o an cevap vermemiş, her gün kendisine gelerek âyetler indirip duran Cebrail’in (as) bu sorularla ilgili de derhal âyetler indireceği kanaatiyle, “Yar?n gelin, cevap vereyim” demiş, “inşallah” dememişti.
    Fakat Cebrail’in inmesi ve vahyin gelmesi haftalarca gecikti. Peygamber Efendimiz (asm) bundan müteessir oldu. Nihayet haftalar sonra Hazret-i Cebrail (as) gelince Peygamber Efendimiz (asm) bunun sebebini sordu. Hazret-i Cebrail (as) de s?rayla Meryem Sûresinin 64. âyetini, Kehf Sûresinin 23. ve 24. âyetlerini ve Duhâ Sûresini indirdi.
    O an indirilen âyetleri buraya alal?m:
    “Biz ancak Rabbinin emriyle ineriz. Gelecek olan, geçmiş olan ve ikisi aras?nda bulunan ne varsa O’nun ilminde ve kudretindedir. Rabbin hiçbir şeyi unutmuş değildir.”1
    “Hiçbir şey hakk?nda ‘Yar?n bunu muhakkak yapacağ?m’ deme. Ancak ‘?nşallah’ deyip, Allah’?n dilemesi şart?na bağlarsan müstesnad?r. Unuttuğun zaman da, yine Rabbini an ve ‘Umulur ki, Rabbim beni bundan daha hay?rl? ve doğru bir yola eriştirir’ de.”2
    Görüldüğü gibi Cenâb-? Allah gelecekle ilgili konuşmalar?m?zda “?nşallah” dememizi şart koşuyor. Çünkü gelecek bizim elimizde değil. Gelecek Allah’?n takdirindedir. Gelecekte nas?l bir tecellî gerçekleşeceğini bilmiyoruz. Sadece olmas?n? arzu ettiğimiz şeyler söz konusu. ?şte bunlar? konuşurken Allah’?n dilemesi şart?na bağlayarak konuşmam?z gerekiyor. Ki, “?nşallah” kelâm? bize bunu sağl?yor.
    Bu pencereden bak?nca, “Allah nasip eder inşallah” gibi bir cümlede yanl?şl?k yoktur. Fakat bu kelime ile gelecekle ilgili bir şeyler yapmay? kendi üzerimizden atan bir tembelliği veya kendi yapabileceğimiz şeyleri Allah’a havale eden vurdumduymazca bir havaleciliği kastetmemeye dikkat etmeliyiz. Yani bu kelimeyi, içerdiği manevî kuvveti sars?c? şekilde kullanmamal?y?z.
    Bu kelime kararl?l?ğ?m?za gölge düşürmüyor. Tam tersine, “Allah’?n dileği ile örtüşmesi halinde ben kararl?y?m” mânâs?n? içeriyor. Oysa bazen karars?z olduğumuz ve hatta olumsuz düşündüğümüz bir meselede de–s?rf muhataptan kaçmak için—“?nşallah” deyip geçiyoruz. Bu yanl?şt?r. Çünkü bu durumda bu kelâm? bir kaç?ş cümlesi olarak kullan?yoruz. Muhatab?m?z da çileden ç?k?yor. “?nşallah’la, maşallahla olmaz!” gibi nezaketsiz sözler sarf ediyor. Bu nezaketsizlikte bizim de pay?m?z?n olduğunu unutmamal?y?z.
    ***
    ?sim belirtmeyen okuyucumuz: “Peygamber Efendimiz (asm) en faziletli amel sorulduğunda, ‘Vaktinde k?l?nan namaz’ buyurmuştur. Bunu aç?klar m?s?n?z? Vaktinde k?l?nan namaz ne demektir? Kazaya b?rak?lmadan k?l?nan namaz m?, yoksa ezan okunduktan hemen sonra k?l?nan namaz m? demektir?”

    Vaktinde k?l?nan namaz, vakti ç?kmadan önce k?l?nan namazd?r. Şafiî ve Malikî mezheplerine göre bir farz namaz?n ilk rekât? vakti içinde k?l?nm?şsa, bu namaz vaktinde k?l?nm?ş namazdan say?l?r. Hanefi ve Hanbelî mezheplerinde bu ölçü daha da geniş tutulmuş, bir farz namaz?n iftitah tekbiri vakti içinde al?nm?şsa, bu namaz?n vakti içinde k?l?nd?ğ? kabul edilmiştir. Yani namaza başlanm?ş ve “Allahü ekber” denerek eller bağland?ktan sonra diğer bir vaktin ezan? okunmuşsa, bu namaz k?l?n?r ve vaktinde k?l?nan namazdan say?l?r.
    Bununla beraber namaz? böyle son dakikalara kadar geciktirmek günaht?r. Namaz için en faziletli vakit, ezan okunduktan hemen sonra, cemaatle namaz k?lma imkân? da bulunan zaman dilimidir. Eğer cemaatin geç toplanma durumu söz konusu ise, cemaatin toplanmas?n? bekleyerek cemaatle k?lmak, tek baş?na k?lmaktan daha faziletlidir.
    Dipnotlar:
    1- Meryem Sûresi: 64 2- Kehf Sûresi: 23, 24

    09.02.2007

    E-Posta: fikihgunlugu@yeniasya.com.tr

    Konu MuhammedSaid tarafından (26.05.07 Saat 09:41 ) değiştirilmiştir.
    MARAŞLIM,
    BİR HAMESET DESTANI NAKŞEDİLDİ BAĞRINA,YURDUMUN ASLANLARI ÖLDÜ İMAN UĞRUNA,RUHLARDA BAYRAKLAŞAN ALLAH İÇİN SAVAŞTIR,BU ŞEHİTLER DİYARI İŞTE BU YER MARAŞTIR!!!

  2. #2
    1kul
    Guest 1kul - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart

    Süleyman KÖSMENE
    Kısmetimizi ararken




    Hasan Bey: “Evlilik olayı tamamen nasip ve kısmet işi midir? İnsanın cüz’î ihtiyarı bunda ne kadar etkilidir? Erkek bu konuda daha özgürdür. Oysa kızlar gelenlerden seçiyor! İzlenecek yol ne olmalıdır? Kızlar sadece oturup beklemeli mi? Kız tarafı olarak âilenin yapabileceği nedir?”
    Nasip, Cenâb-ı Hakkın bir şeyi bizim için tensip buyurması, uygun görmesi ve onu takdir etmesidir. Kısmet de, Cenâb-ı Hakk’ın herkese kendi özel şartlarında, kendine lâzım olacak şeyleri, diğer sayısız seçeneklerden seçip ayırıp vermesidir. Her ikisi de Allah’ın tensip ve takdiri demektir.
    Elbette her şey tamamen nasip ve kısmet işidir. Fakat bu, cüz’î irâdemizi inkâr etmemiz ve yok saymamız mânâsına da gelmiyor. Bir şeyde her ikisini birden algılayabilmeliyiz.
    Evleneceğimiz adayı tesbit ederken, önce Allah’tan hep hayırlısını isteriz. Sonra bizim için hayırlı olabileceğini umduğumuz şahıslara ilgi duyarız. Ardından, ilgi duyduğumuz şahıslara haberci gönderip, “Allah’ın emriyle, Peygamber’in (asm) kavliyle” evlenmek niyetimizi açıklarız. Bu aşamaların hepsinde, bu teşebbüsümüzün bizim için hayırlı olmasını, bizi hayra yönlendirmesini Cenâb-ı Hak’tan hep isteriz. Hem isteriz, hem de teşebbüslerimize devam ederiz. Bir yerlerde bir olumsuzluk çıktığında, akl-ı selimle hareket edip çözmeye çalışırız. Olumsuzluklar artarsa, akl-ı selimi yine elden bırakmayız. Bu esnada etrafımıza ve çevremize de akıl danışırız, istişâre ederiz. Olumsuzlukları aşamaz, fakat bu tercihimizin bizim için hayırlı olacağını hâlâ umarsak; Allah’a dayanarak ve Allah’tan hayır bekleyerek çözüm üretmeye devam ederiz. Pes etmeyiz. Ümitsiz olmayız. Fakat olmayacak duâya da “âmin!” demeyiz. “Hayırsızsa da bu olsun, hayırlıysa da bu olsun!” tarzında bir ısrar ile hayır duâmızı bulandırmayız. Hayır istemekten vazgeçmeyiz. İşimiz yolunda gitmediğinde her şeyin bittiği evhamına kapılmamıza gerek yoktur. Allah’ın bizim için bir hayır tercihi yaptığını düşünürüz. Tevhid inancı bunu gerektirdiği gibi, huzur ve saadet de bundadır!
    Evlilik tercihi meselesinde kızların seçici olmadığını söylemek yanlıştır. İslâmiyet’te erkekler kadar kızlar da, edep ve hayâ çerçevesinde kalmak şartıyla, evlenecekleri erkeği seçmekte hür ve muhtardırlar.
    Kadına seçicilik hakkı veren, edebin her türlüsünü şahsında toplayan1 Resûlullah’tan başkası değildir. Kızın veya kız tarafının da bir erkeğe talip olması söz konusu olabilir. Sehl bin Sa’d (ra) bildirdi ki: Bir kadın geldi ve bir toplulukta kendisini Resûlullah’a arz etti. Dedi ki: “Yâ Resûlallah! Ben evlilik için kendimi size arz ediyorum. Nasıl isterseniz öyle yapın! İster kendiniz alın, ister başkasıyla evlendirin!”
    Bunun üzerine topluluktan birisi kalkarak:
    “Yâ Resûlallah! Beni onunla evlendirin!” dedi.
    Resûlullah da (asm):
    “Öyleyse haydi git, araştır. Demir de olsa bir yüzük bul, getir!” buyurdu.
    Adam gitti, fakat demir bir halka bile bulamadı. Bunun üzerine Resûlullah (asm):
    “Kur’ân sûrelerinden ezberinde bir şey var mı?” buyurdu. Adam:
    “Evet!” deyince, Resûl-i Ekrem (asm), ezberinde olan Kur’ân sûreleriyle adamı o kadınla evlendirdi.2
    Anlaşılıyor ki, kızın veya kız tarafının da bir erkeğe talip olması söz konusu olabilir. Kız ailesi uygun gördüğü erkek tarafına yakın durabilir, haber gönderebilir. Bu ne ayıptır, ne de günahtır! Yeter ki, âdâb, erkân, ahlâk ve hayâ çerçevesinde olsun.
    Öyleyse unutmayalım ki, “Kısmet ne ise, o olur” deyip eli kolu bağlayıp durmak doğru olmadığı gibi; hiç şüphesiz, seçicilik yapacağım diye arsız, edepsiz ve hayâsız davranmak da doğru değildir.

    Dipnotlar:
    1- Bediüzzaman, Lem’alar, 181 2- Nesâî, Nikâh, 1, 69

    04.03.2009

    E-Posta: fikihgunlugu@yeniasya.com.tr



  3. #3
    Ehil Üye Bîçare S.V. - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Mar 2008
    Bulunduğu yer
    İstanbul/Üsküdar
    Mesajlar
    2.407

    Standart

    "Anlaşılıyor ki, kızın veya kız tarafının da bir erkeğe talip olması söz konusu olabilir. Kız ailesi uygun gördüğü erkek tarafına yakın durabilir, haber gönderebilir. Bu ne ayıptır, ne de günahtır! Yeter ki, âdâb, erkân, ahlâk ve hayâ çerçevesinde olsun.
    Öyleyse unutmayalım ki, “Kısmet ne ise, o olur” deyip eli kolu bağlayıp durmak doğru olmadığı gibi; hiç şüphesiz, seçicilik yapacağım diye arsız, edepsiz ve hayâsız davranmak da doğru değildir."

    *********************
    S A
    Allah hepimizi muhafaza etsin. Amin.
    [ Böyle düşünenlerden ]
    (Ecirnaminennar.)
    "İyyake nâ'büdü ve İyyake nesteîn."

    'Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım isteriz' (Fâtiha Sûresi)


    "İnsanlara teşekkür etmeyen, Allah'a da şükretmez.!" (H.Ş.)

    'Bırak bîçare feryâdı, belâdan; gel tevekkül kıl' (17.Söz.)

    "Şimdi 'OKU' kabirde okuyamazsın" (Z.Gündüzalp)

    'ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR' (YENİASYA)

    Selâm ve duâyla. Bîçare S.V.

  4. #4
    1kul
    Guest 1kul - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart

    Alıntı Bîçare S.V.;349282[B Nickli Üyeden Alıntı
    *[/B]
    S A
    Allah hepimizi muhafaza etsin. Amin.
    [ Böyle düşünenlerden ]
    (Ecirnaminennar.)
    Vealeyküm selam
    Amin...

  5. #5
    1kul
    Guest 1kul - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart

    Süleyman KÖSMENE
    Peygamber mu’cizeleri




    Maltepe’den Havva Hanım: “Aklı aciz bırakan Peygamber mu’cizeleri, teklif sırrına uygun düşer mi? Yani mu’cizeyi gören insanlar inanmak zorunda kalmazlar mı? Kur’ân-ı Kerim Hazret-i Muhammed’in (asm) bir mu’cizesine yer vermiş mi?”

    Önce bu iki kavramı tanıyalım: Mu’cize, bir peygamberin, kendi hakkâniyetini ve doğruluğunu ispat etmek için Allah’ın izniyle gösterdiği olağandışı, fevkalâde, benzerini insanların yapmaktan âciz kaldıkları hâdisedir. İmtihan ve teklif sırrı ise, insanların kendi hür irâdeleriyle îman etmelerini gerektirir; îmanda icbâr ve zor kullanmayı aslâ kabul etmez.
    Bütün peygamberler mu’cize göstermişlerdir; ama aslâ icbâr kullanmamışlardır. Mu’cizenin, kâinât Hâlık’ı tarafından peygamberin dâvâsına bir tasdikten ibâret olduğunu beyan eden1 Bedîüzzaman Hazretleri, peygamberlik dâvâsını ispat etmek ve münkirleri iknâ etmek için buna ihtiyaç olduğunu, bunun icbâr etmek için verilmediğini ve bu amaçla da kullanılmadığını kaydeder. Bu sırdan dolayıdır ki, mu’cizeleri sadece peygambere muhatap olanlar görmüşler; onun dışında diğer insanlara bizzat gösterilmemiştir. Meselâ, ayın ikiye bölünmesi mu’cizesi yeryüzü halkının tamamı tarafından görülebilecek bir mâhiyette iken, sadece Peygamber Efendimiz’e (asm) muhatap olanlar görebilmişler; diğerleri muhtelif sebepler perdesi altında görmekten uzak tutulmuşlardır. Çünkü bütün yeryüzü halkına göstermek icbâr mânâsı taşıyabileceğinden, teklif sırrına uygun düşmezdi. Oysa îman sadece teklif sırrı ile akla kapı açmayı, ama ihtiyârı elden almamayı gerektirmektedir.2
    Kur’ân-ı Kerim’de ayın ikiye bölünmesi mucizesi yer almıştır. Kur’ân, “Ay ikiye bölündü”3 buyurarak, Peygamber Efendimiz’in (asm) bir gece müşriklere kendisinin Allah’ın elçisi olduğunu ispat için mübarek parmağıyla ayı ikiye bölmesini haber veriyor. Keza yine Peygamber Efendimiz’in (asm) bir gece vakti Mescid-i Haram’dan Mescid-i Aksa’ya bir anda gittiği haberi Kur’ân’da yer almıştır.4
    Peygamberler insanlar içinde seçilerek Allah elçiliği vazifesiyle görevlendirilmişler; ara sıra mu’cize göstermekle berâber, ekseriyetle normal insanlar gibi yaşamışlardır. Genelde münkirlerin isteğine nazaran Cenâb-ı Hakk’ın takdir buyurduğu mu’cizeleri dışında, hiçbir olağan üstü hayatları ve yaşantıları olmamıştır. Normal insanlar gibi, hattâ daha da ağır şartlarda aç kalmışlar, susuz kalmışlar, yorulmuşlar, çile çekmişler, hastalanmışlar ve ızdırap içinde yaşamışlardır. Bütün bu olumsuz hallerde en mükemmel şekilde insanlığa numûne olmuşlar; sabrı, sebatı, îmanı, teslimi, tevekkülü ve Allah’a güvenmeyi hem öğretmişler, hem de bilfiil yaşayarak göstermişlerdir.
    Peygamberler tarihine bir göz attığımızda, mu’cizelerin icbâr yönünün değil, bilakis iknâ edici yönünün tamâmen ön plâna çıktığını görmekte gecikmeyiz. Ne Hazret-i Salih Peygamberin (as) devesi, ne Hazret-i İbrâhim’in (as) ateşi, ne Hazret-i Mûsâ’nın (as) değneği, ne Hazret-i Îsâ’nın (as) hastalara şifâ vermesi ve ölüleri diriltmesi; ne de Hazret-i Peygamber Efendimiz’in (asm) şakk-ı kameri, elinden su akıtması, Mescid-i Aksâ yolculuğu ve sâir mu’cizeleri... Hiçbirisi icbâra vesîle teşkîl etmemiştir. Bütün mu’cizelerde gördüğümüz ortak tepki şu olmuştur: Bir kısım insanlar hidâyetle şereflenirken; yine çoğunluk ya sihir veya büyü demişler; ya da peygamberin mecnun ve deli olduğu zehabına kapılmışlardır. Ebû Bekir gibi elmas ruhlu adamlarsa ancak bu teklif sırrı kriterinin korunmasıyla ortaya çıkmışlardır.
    Aslında insanoğlunun olağan ve sıradan zannettiği tabiat olaylarının her birisi de Allah’ın birliği, büyüklüğü, azameti, izzeti, cemâli...ve sâir sıfatlarını tanımak için yeterli mu’cize örnekleriyle doludur; en azından hiçbirisi sıradan değildir, hiçbirisi âdiyâttan değildir. Fakat gelin görün ki, kevnî mu’cizeler bazılarının îmanlarını artırırken, bazılarının da inkârlarını kalınlaştırıyor. Yani yine icbar yapılmama sırrı muhafaza ediliyor; yine teklif sırrı korunuyor. Îmanda nasibi olanlarsa küçük bir emâreyi ve işâreti bile hidâyeti için vesîle kabul edebiliyor.

    Dipnotlar:
    1- Mektûbât, s. 91
    2- Sözler, s. 538
    3- Kamer Sûresi: 1 4- İsra Sûresi: 1

    05.03.2009

    E-Posta: fikihgunlugu@yeniasya.com.tr



  6. #6
    1kul
    Guest 1kul - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart

    Süleyman KÖSMENE
    On sekiz bin âlem üzerine




    Fâtih Bey: “On sekiz bin âlem sözünden ne anlamalıyız?


    Cenâb-ı Hak bu hadsiz-hudutsuz kâinatı hadsiz, hesapsız âlemlerin iç içe bulunduğu bir gül goncası gibi yaratmıştır. Biz farkındayız veya değiliz; milyarlarca âlem birbiri içinde, birbirine yakın veya birbiriyle temas hâlinde. Meselâ ışık âlemi, harâret âlemi, hava âlemi, enerji âlemi, elektrik âlemi, cezbe âlemi, esîr âlemi, misâl âlemi ve berzâh âlemi birbiri içinde veya birbirine yakın bulunmalarına rağmen aralarında sürtüşme ve yer darlığı yoktur. Hepsi ihtilâlsiz küçük bir yerde bir arada bulunabilmektedirler. Pek geniş gaybî âlemlerin de bu yerkürede bir arada bulunduklarını söylemek mümkündür. Hava âlemi ve su âlemi, insanlık âlemi ile iç içedir. Işığın geçmesine cam engel değildir. Röntgen şuâı, katı cisimlerden rahatlıkla geçebilmektedir. Demirin içine harâret akar; akla bilgi nûru nüfûz eder; melek rûhu engel tanımaz; elektriğin cereyânı akışkan maddelerden akar gider. Bu kesif şehâdet âleminde rûhânîler, cinnîler, melekler, insanlar, hayvanlar ve bitkiler âlemi ayrı ayrı şartlar içinde; ayrı ayrı âlemlerde; ama aynı kürede bir arada yaşayabilmektedirler.1
    “On sekiz bin âlem” tabiri İslâm literatürüne çokluktan kinâye olarak girmiştir. Yoksa sayı ile on sekiz bin adet âlem var demek değildir. Bu tabir genellikle tefsirlerde Fâtihâ Sûresindeki “Rabbi’l-Âlemîn” âyetinin tefsîrinde geçmekte; tefsirler, bu âyetteki “âlemîn”, yani “âlemler” lâfzını on sekiz bin sayısı ile ifade ederek, Cenâb-ı Hakk’ın böyle hadsiz âlemlerin Rabbi olduğunu ifâde etmeye çalışmaktadırlar.
    Rakam üzerinde net ve sahîh bir nass olmadığından, rakama takılıp kalmamakta fayda vardır. Günümüzde artık rakamlar için sonsuzluk kavramını keşfeden Matematik İlmi, bizi, bu âyetin tefsîrinde de hiç olmazsa “sonsuz âlemlerin” var olduğu netîcesine götürmelidir. Nitekim Üstad Hazretleri (ra) bu âyetin tefsirinde; “Semâvatta binler âlem var; yıldızların bir kısmı, her biri birer âlem olabilir. Yerde de her bir cins mahlûkât, birer âlemdir; hattâ her bir insan dahî küçük bir âlemdir. ‘Rabbü’l-Âlemîn’ tabiri ise, ‘Doğrudan doğruya her âlem, Cenâb-ı Hakk’ın Rubûbiyetiyle idâre ve terbiye ve tedbîr edilir’ demektir”2 diye beyan etmektedir.
    Bu beyanı biraz açacak olursak; göklerdeki sadece günümüze kadar müşâhede edilebilen sekiz yüz milyon galakside bulunan katrilyonlarca dev yıldızın her birisini; yerdeki kuşlar, kurtlar, böcekler, sinekler, balıklar, bitkiler, ağaçlar dâhil milyonlarca cins mahlûkâtın her birisini; ve nihâyet milyarlarca insanın her birisini birer âlem olarak kabul edecek olursak; yalnız şu cümlede bile sayısız âlemin varlığı üzerinde tefekkürümüzü yoğunlaştırmış oluruz.
    Burada önemli olan, böyle sayısız âlemlerin her birisinin idâresinin, terbiyesinin ve tedbîrinin Cenâb-ı Hak tarafından tanzim edildiğini bilmemiz ve itikat etmemiz; yani tevhid inancını rencîde edecek düşüncelere müdrikemizde ve zihnimizde yer vermememizdir.

    Dipnotlar:


    1- Mesnevî-i Nûriye, S. 118. 2- Mektubat, S. 316.

    07.03.2009

    E-Posta: fikihgunlugu@yeniasya.com.tr



  7. #7
    1kul
    Guest 1kul - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart

    Süleyman KÖSMENE
    İlm-i ledün üzerine




    Ceyhan Bey: “İlm-i ledün nedir? Önemi nedir? Delilleri var mıdır? Kimlere verilir?”

    İlim sıfatı Allah’a ait bir sıfattır. Alîm olan, her şeyi kayıtsız şartsız bilen, ilmi gaybı ve şehadeti ile bütün kâinatı kuşatan ve ilmi sonsuz olan Allah’tır. Kur’ân bildiriyor ki: “Gaybın anahtarları O’nun katındadır. Onları ancak Allah bilir. Karada ve denizde ne varsa Allah bilir. Düşen hiçbir yaprak yoktur ki, Allah onu bilmesin. Yerin karanlıklarında hiçbir dâne yoktur ki, Allah onu bilmesin. Yaş ve kuru hiçbir şey yoktur ki,—apaçık bir kitapta bulunur—Allah onu bilmesin.”1
    İnsanın bilgisi, Allah’ın sonsuz ilmi yanında hiç mesabesindedir. İnsanlar ancak Allah’ın bildirdiği kadar bilirler. Bu bağlamda insana, meleklerin dediği gibi “Allah’ım! Seni tesbih ederiz, Senin bize bildirdiklerinden başka bizim bilgimiz yoktur. Şüphe yok ki sonsuz ilim ve hikmet sahibi olan Sensin!”2 demekten başka bir şey yakışmaz.
    İnsanın iki türlü bilgi edinme yolu vardır: 1-Kendi kesbi ile (Kendi gayret ve çabası ile) 2-Allah’ın vehbi ile (Allah’ın doğrudan kendisine ilim vermesi sûretiyle)
    İnsan zahirî ilimleri, yani varlıkların bize bakan, sebeplerle izah edilen yönünü kendi aklı ile; yaşayarak, görerek, okuyarak, tecrübe ederek, bilgi edinerek öğrenir. Buna kendi çabamızla elde ettiğimiz bilgiler manasında kesbî ilimler diyoruz.
    Vehbî ilimlere gelince… Bâtınî ilimler de denen, varlıkların içyüzünün bilgisini ise insan kesbiyle değil; Allah’ın vehbiyle, yani öğretmesiyle öğrenir. Nitekim Kur’ân, “Allah Âdem’e esmayı öğretti”3 buyurmuştur. Anlaşılıyor ki insanlık, Hz. Âdem’den beri Allah’ın güzel isimlerini, bu güzel isimlerin varlıklar üzerindeki tecellilerini, varlıkların fizik ötesi boyutları bulunduğunu ve bu boyutların ancak Allah’ın lütfu ile öğrenilebileceğini öğrenmiş bulunuyor.
    İlm-i ledün kavramı, Kehf Sûresinin 65. âyetinde geçen bir kavram nedeniyle fikir dünyamıza girmiştir. Söz konusu âyette Allah (cc) buyuruyor ki: “Nihayet kullarımızdan bir kul (olan Hızır’ı) buldular ki, biz ona, katımızdan bir vahy vermiş ve katımızdan (gayblara dair özel) bir ilim öğretmiştik.”4 Bu âyette geçen “Allemnâhu min ledunna ilma” kelimesi “Ona katımızdan bir ilim öğrettik” demektir. Ki, ledün kelimesi bu âyetten alınmış ve gayba ait özel bir ilim alanı olarak zihinlerde yer etmiştir.
    Asla bakarsanız; zahirî olsun, batınî olsun, kesbî olsun, vehbî olsun, bütün ilimler Allah’a aittir ve Allah katındandır. Ve yine kelimenin aslına bakarsanız, peygamberlere vahiy yoluyla gelen bütün ilimler ledünnî ilimden sayılır. Çünkü bütün vahiyler Allah katındandır. Fakat ledün kelimesi, İslâm düşünce tarihi boyunca, zahiri bilgilerle ulaşılamayan, eşya ve olayların perde arkası ve perde ötesi ile ilgilenen özel bir ilim dalının adı olarak kullanılagelmiş ve bu kullanışla da kavramlaşmıştır.
    Ledünni alan, Allah’ın hususi kullarına öğrettiği hususi bir alandır. Meselâ Kehf suresinde Hz. Musa (as) ile bir gemiye binen Hz. Hızır’ın (as) macerası hikâye edilir. Hz. Hızır (as) durup dururken bindikleri gemiyi deliyor. Bunun sebebini de Hz. Musa’ya (as) daha sonra şöyle açıklıyor: “O gemi, denizde çalışan birtakım yoksul kimselere ait idi. Onu yaralamak istedim, çünkü onların ilerisinde, her gemiyi zorla ele geçiren bir kral vardı.”5 Hz. Hızır (as) ileride olacakları ledünni ilmiyle keşfederek gemiyi yaralıyor; böylece yoksulları zalim kralın hışmından koruyor.
    Keza, Hz. Süleyman’a ve Hz. Davud’a (as) kuşların dilinin öğretilmesi6, Hz. Süleyman’a (as) rüzgârın, cinlerin ve şeytanların itaatkâr kılınması7, Hz. Davud’un (as) dağları, taşları ve kuşları zikirle konuşturması ve demiri yumuşatması8, Hz. Yusuf’a (as) verilen rüyaların yorumu ilmi9, Hz. Yakub’un (as) Hz. Yusuf’un (as) yaşadığını biliyor olması10, Peygamber Efendimiz’in (asm) Hendek savaşında kazı sırasında Kisra ve Bizans saraylarının yıkılacağını ve İslam topraklarının genişleyeceğini görmesi ve ümmetini müjdelemesi peygamberlerin mazhar oldukları ilm-i ledün örneklerinden sadece bir kaçıdır.
    Ledün ilmine evliyadan da mazhar olanlar olmuştur.
    İlm-i ledünnün sayılarla ilgili alanına Cifir ilmi denmiştir. İlm-i ledünne mazhar olan ve Cifir ilmine hâkim olan Bediüzzaman Hazretleri, Kur’ân ve imân esaslarının hakikatlerini kesin delillerle ümmete ders vermek hizmetinin, ilm-i cifir gibi gizli ilimlerin yüz derece daha üstünde bir meziyeti ve kıymeti olduğunu ifade ederek, bu kudsî vazifede Kur’ân ve imân esasları gibi kesin ve muhkem delillerle bildirilen hakikatlerin sû-i istimâle meydan vermediğini beyan ediyor ve Risâle-i Nur’da ilm-i cifrin ihtiyaca göre kullanıldığını bildirerek, bu ilmin herkesçe kullanılmasına izin vermiyor.11

    Dipnotlar: 1- En’am Suresi: 59, 2- Bakara Suresi: 32, 3- Bakara Suresi: 31, 4- Kehf Suresi: 65, 5- Kehf Suresi: 79, 6- Neml Suresi: 16-17, 7- Enbiya Suresi: 81-82; Sebe Suresi: 12, 8- Sebe Suresi: 10-11, 9- Yusuf Suresi: 21, 10- Yusuf Suresi: 87, 11- Lem’alar

    19.03.2009

    E-Posta: fikihgunlugu@yeniasya.com.tr



  8. #8
    1kul
    Guest 1kul - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)

    Standart

    Süleyman KÖSMENE
    Dilimiz dönmese bile doğru niyetimiz yeter!




    Hanım okuyucumuz: “Kur’ân okumasını bilmeyen birisinin, başka birisine parayla Kur’ân okutmasının hükmü nedir? Bir nevî yardımlaşma olmuyor mu?”

    Yüce Dînimiz yardımlaşmayı teşvik eder. Bilhassa mü’minler arası yardımlaşma ve mü’minlerin birbirlerinin işlerini takip etmeleri, ihtiyaçlarına ilgi duymaları ve gidermeleri Peygamber Efendimiz’in (asm) itikâf ibâdetinden daha üstün tuttuğu bir salih ameldir.
    Kur’ân okumak ve Kur’ân’ı hatmetmek de amellerin en güzelidir. Cevşen okumak, Yâsîn okumak, Tefrîciye ve sair duâları okumak ise kulluğun güzelliklerindendir. Her şey okumaktan geçer, her ilerleyiş okumaya bağlıdır. Okuyan insan öğrenir, okuyan insan kendisini olgunlaştırır, okuyan insan feyizlenir ve kemâlâta doğru adım adım ilerler, okuyan insan ibâdet ve taatini mümkün mertebe eksiksiz yapar, okuyan insan Allah’a îmânını inkişaf ettirir, teslim ve tevekkülün sırrına erer. Okumak biz yaşayanlar için bulunmaz bir tefeyyüz ve tekemmül vesîlesidir. Okumaktan vazgeçemeyiz.
    Ölülerimiz için okumaya gelince: Biz kendimiz için okuruz, ama aldığımız feyizleri ve sevapları onlara da bağışlayabiliriz. Böylece bizim sevabımız eksilmediği halde, onların da hissedâr olmalarını sağlamış oluruz. Bu mümkündür ve güzeldir.
    Kendimiz okumayı bilmediğimizde, öğreniriz. “Öğrenemiyorum, dilim dönmüyor, aklım almıyor, vaktim yetmiyor...!” bahaneleri, dehşetli bir yanılgıdan başka bir şey değildir. Oysa öyle zekîyizdir ki, Üstad Hazretlerinin ifâdesiyle, bir üzümü birisiyle paylaşmak istesek, zekâvetimizle ona ayaküstünde elli türlü hile yapabiliriz.1 Kur’ân’ı neden öğrenmeyelim? Neden öğrenemeyelim? Mademki başkasına okutacak derecede, bunun bizim için ihtiyaç olduğunu kabul ediyoruz. O halde geriye ne kaldı? Bir gayretten ve çabadan başka? O halde–söz meclisten dışarı—niçin öğrenmeye ve öğretmeye gayret etmiyoruz, neden başkasına okutmak ile yetiniyoruz? Ya da yetinilmesine göz yumuyoruz? Peygamber Efendimiz (asm) “Sizin en hayırlınız, Kur’ân’ı öğrenen ve öğretendir”2 buyururken; Allah katında “insanların en hayırlısı olmak” gibi bir zirve hedef bize yeterli teşvik olmuyor mu?
    Kaldı ki, dilimiz dönmese bile, Kur’ân’ı öğrenmek için verdiğimiz gayretler ve sarf ettiğimiz çabalar sonucunda kekeleyerek ve takılarak elde ettiğimiz bir okuma düzeyi, emin olun, bizim için “en hayırlı” okuma şeklidir. Nitekim Peygamber Efendimiz (asm) buyurur ki: “Kur’ân’ı gereği gibi okuyan ve amel eden, şerefli meleklerle berâberdir. Kur’ân’ı zorlandığı halde kekeleyerek okuyanlar için ise iki kat sevap vardır.”3 Demek, biz kendi ellerimizle kapatmaz isek, iki kat sevap almanın kapısı ardına kadar açıktır.
    Başkalarına okutmak mı? Bir Müslüman’ın başka bir mü’min kardeşinin ölenlerine sevap bağışlaması elbet mümkündür. Fakat onun hatırı için okuyarak değil. Kur’ân okuyup sevabını bağışlayacaksa eğer, yine o Kur’ân’ı veya sair duâları kendisi için okur; sevabını bağışlarken “tüm ehl-i îmânı” da duâları içine ve bağışlama kapsamına alır veya hâssaten söz konusu mü’minin geçmişlerine bağışlayacaksa, ismen de zikredebilir. Burada bir problem yok.
    Problem, bunu para ile mübâdele etme çabasındadır. İhtiyacı olsun olmasın, Kur’ân okuyanın, sırf Kur’ân okuduğu için kendi şahsına her- hangi bir ücret talep etmesi, alması veya verileni kabul etmesi haramdır. Çünkü Cenâb-ı Allah açık bir şekilde: “Âyetlerimi az bir karşılık ile satmayın, yalnız benden korkun”4 buyuruyor.
    Toplumumuzda bu iş için bir ısrarın ve hattâ bir gönül koymanın da yerleştiğini esefle görüyoruz. Kabul etmediğiniz zaman, güceniyor. Ancak; 1- Bu hurâfeyi kaldırmanın, 2- Kur’ân’ın para ile okunmayacağını öğretmenin ve 3- Kendisini de Kur’ân okumaya ve öğrenmeye teşvik etmenin, başka yolu yoktur. Adam, “bu iş nasıl olsa böyle olup gidiyor; ihtiyaç duyduğumda param ile okuturum” zannına kapıldığı an vahâmete düşmüş olacak, gerçekte hiçbir şey okutmuş olmayacak, bizler de bu garâbete sadece seyirci kalacağız!

    Dipnotlar:
    1- Münazarât, s. 32
    2- Buhârî, 11/1776
    3- Riyâzü’s-Sâlihîn, 991 4- Bakara Sûresi: 41

    20.03.2009

    E-Posta: fikihgunlugu@yeniasya.com.tr



  9. #9
    Ehil Üye Bîçare S.V. - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Mar 2008
    Bulunduğu yer
    İstanbul/Üsküdar
    Mesajlar
    2.407

    Standart

    "Başkalarına okutmak mı? Bir Müslüman’ın başka bir mü’min kardeşinin ölenlerine sevap bağışlaması elbet mümkündür. Fakat onun hatırı için okuyarak değil. Kur’ân okuyup sevabını bağışlayacaksa eğer, yine o Kur’ân’ı veya sair duâları kendisi için okur; sevabını bağışlarken “tüm ehl-i îmânı” da duâları içine ve bağışlama kapsamına alır veya hâssaten söz konusu mü’minin geçmişlerine bağışlayacaksa, ismen de zikredebilir. Burada bir problem yok.
    Problem, bunu para ile mübâdele etme çabasındadır. İhtiyacı olsun olmasın, Kur’ân okuyanın, sırf Kur’ân okuduğu için kendi şahsına her- hangi bir ücret talep etmesi, alması veya verileni kabul etmesi haramdır. Çünkü Cenâb-ı Allah açık bir şekilde: “Âyetlerimi az bir karşılık ile satmayın, yalnız benden korkun”4 buyuruyor.

    Toplumumuzda bu iş için bir ısrarın ve hattâ bir gönül koymanın da yerleştiğini esefle görüyoruz. Kabul etmediğiniz zaman, güceniyor. Ancak; 1- Bu hurâfeyi kaldırmanın, 2- Kur’ân’ın para ile okunmayacağını öğretmenin ve 3- Kendisini de Kur’ân okumaya ve öğrenmeye teşvik etmenin, başka yolu yoktur. Adam, “bu iş nasıl olsa böyle olup gidiyor; ihtiyaç duyduğumda param ile okuturum” zannına kapıldığı an vahâmete düşmüş olacak, gerçekte hiçbir şey okutmuş olmayacak, bizler de bu garâbete sadece seyirci kalacağız! "

    Dipnotlar:
    1- Münazarât, s. 32
    2- Buhârî, 11/1776
    "İyyake nâ'büdü ve İyyake nesteîn."

    'Ancak Sana kulluk eder, ancak Senden yardım isteriz' (Fâtiha Sûresi)


    "İnsanlara teşekkür etmeyen, Allah'a da şükretmez.!" (H.Ş.)

    'Bırak bîçare feryâdı, belâdan; gel tevekkül kıl' (17.Söz.)

    "Şimdi 'OKU' kabirde okuyamazsın" (Z.Gündüzalp)

    'ASYA'NIN BAHTININ MİFTAHI , MEŞVERET VE ŞÛRÂDIR' (YENİASYA)

    Selâm ve duâyla. Bîçare S.V.

  10. #10
    Vefakar Üye dr_lal - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Apr 2008
    Bulunduğu yer
    ...
    Yaş
    39
    Mesajlar
    390

    Standart

    Alıntı Bîçare S.V. Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
    "Başkalarına okutmak mı? Bir Müslüman’ın başka bir mü’min kardeşinin ölenlerine sevap bağışlaması elbet mümkündür. Fakat onun hatırı için okuyarak değil. Kur’ân okuyup sevabını bağışlayacaksa eğer, yine o Kur’ân’ı veya sair duâları kendisi için okur; sevabını bağışlarken “tüm ehl-i îmânı” da duâları içine ve bağışlama kapsamına alır veya hâssaten söz konusu mü’minin geçmişlerine bağışlayacaksa, ismen de zikredebilir. Burada bir problem yok.
    Problem, bunu para ile mübâdele etme çabasındadır. İhtiyacı olsun olmasın, Kur’ân okuyanın, sırf Kur’ân okuduğu için kendi şahsına her- hangi bir ücret talep etmesi, alması veya verileni kabul etmesi haramdır. Çünkü Cenâb-ı Allah açık bir şekilde: “Âyetlerimi az bir karşılık ile satmayın, yalnız benden korkun”4 buyuruyor.

    Toplumumuzda bu iş için bir ısrarın ve hattâ bir gönül koymanın da yerleştiğini esefle görüyoruz. Kabul etmediğiniz zaman, güceniyor. Ancak; 1- Bu hurâfeyi kaldırmanın, 2- Kur’ân’ın para ile okunmayacağını öğretmenin ve 3- Kendisini de Kur’ân okumaya ve öğrenmeye teşvik etmenin, başka yolu yoktur. Adam, “bu iş nasıl olsa böyle olup gidiyor; ihtiyaç duyduğumda param ile okuturum” zannına kapıldığı an vahâmete düşmüş olacak, gerçekte hiçbir şey okutmuş olmayacak, bizler de bu garâbete sadece seyirci kalacağız! "

    Dipnotlar:
    1- Münazarât, s. 32
    2- Buhârî, 11/1776
    Söylenecek çok söz vardı;ama kelimeler kifayetsiz kaldı...

Konu Kapatılmıştır

Konu Bilgileri

Users Browsing this Thread

Şu an 1 kullanıcı var. (0 üye ve 1 konuk)

     

Benzer Konular

  1. Siddik süleyman (kervanci)...
    By gamze-i_dilruzum in forum Bediüzzaman'ın Talebeleri
    Cevaplar: 1
    Son Mesaj: 07.11.12, 00:53
  2. Siddik süleyman (kervanci)...
    By gamze-i_dilruzum in forum Bediüzzaman'ın Talebeleri
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 07.11.12, 00:46
  3. Hz. Süleyman (a.s.) İle Karınca
    By zeynelabidin in forum Kıssadan Hisseler, İbretli Öyküler
    Cevaplar: 4
    Son Mesaj: 21.02.08, 09:15
  4. Süleyman Ateş de Saçmaladı!
    By Ömer Said in forum Gündem
    Cevaplar: 2
    Son Mesaj: 26.10.06, 08:31

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
Google Grupları
RisaleForum grubuna abone ol
E-posta:
Bu grubu ziyaret et

Search Engine Friendly URLs by vBSEO 3.6.0