+ Konu Cevaplama Paneli
Gösterilen sonuçlar: 1 ile 3 ve 3

Konu: Cemaatliler ve Cemaatçilere Dair

  1. #1
    Yasaklı Üye hasandemir - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Nov 2006
    Mesajlar
    458

    Standart Cemaatliler ve Cemaatçilere Dair

    Cemaatliler ve cemaatçilere dair
    Murat Türker


    CEMAATLİLİK BİR mensubiyetin, cemaatçilik müfrit bir tarafgirliğin ifadesidir. İlkinde cemaat araç, ikincisinde amaç hükmündedir.
    Cemaatli, cemaatin ferd için; cemaatçi, ferdin cemaat için var olduğuna iman etmiştir. İstediğiniz kadar, seleflerimizin “Hak haktır; büyüğüne küçüğüne bakılmaz” düsturundan hareketle insana verdikleri değeri gösteren misallerden dem vurun; cemaatçi kafaya birşey anlatamazsınız. Aslında o da şanlı tarihe sık sık atıfta bulunur ama, söylemi ile eylemi arasındaki uçurum rahatsız edici boyutlardadır.
    Örneğin kendisini dinleyenlere Oruç Reis’in kıssasını anlatır.
    Oruç Reis ve leventleri, karada düşmanın ani bir saldırısına mâruz kalırlar. Kahramanca çarpışırken bir asma köprüye rastlar ve karşı tarafa geçerler. Bu geçişten sonra bir de köprünün ipleri kesilir, düşmanın gelmesi engellenirse, bu, kurtuluşları olacaktır. Belindeki palasına davranan Oruç Reis tam ipi kesecektir ki, karşı taraftan seslenen bir levendinin sesiyle irkilir. Bir mücahit, düşmanın çemberini yaramamış ve karşı tarafta kalmıştır. Ne yapar Oruç Reis? İpi kesmez ve yanındakilerle, kalan bir levendi de kurtarmak için karşıya geçer. Düşman bir kez daha üzerlerine çullanır. Akşam karanlığı çöktüğünde bu kâfir güruhtan geriye sadece birkaçı sağ kalır, ama Oruç Reis ve mücahitlerinin hepsi şehid olmuştur.
    Bir insan içindir tüm yapılanlar. Bir insan kolay kazanılmamaktadır; o halde kolay harcanmamalıdır. Bugün, çok olduğundan olsa gerek(!), insanın fazla kıymeti yoktur. Hele ki zihni cemaatçi kodlarla şekillenmiş birilerinin nezdinde…
    Peki kimdir bu cemaatçi tipler? Mümeyyiz vasıfları nelerdir?
    Bu sorular ve devamında yapılacak analizlerle belli bir kesimin hedeflendiği düşünülmemelidir. Zaten yapılması gereken birilerine yüklenmek değil; bugün ehl-i din için tehlike arzeden bir zihniyetin deşifre edilerek önünün alınmasını sağlamaktır.
    Artık mü’minler, problemlerin üzerine korkusuzca gitmeyi başarmalıdır. Ümmetin iç enerjisini tüketen ve tefrikaya sebep olan çıkışlarla; yürekten gelen ve amacı daha güzel, daha sahih bir din anlayışını tahkim etmek olan eleştiriler aynı kefeye konulmamalıdır. Düşmanın değil, dostun acı söylediği unutulmamalıdır.
    Birbirini al gülüm ver gülüm tavırlarla idare eden ve sorunların üstünü örten dostluklar mı; yoksa, yanlışa yanlış diyebilenlerin tesis ettiği kardeşlikler mi daha tercihe şâyandır?
    Bir ‘cemaatçi’ için bu sorunun cevabı bellidir. O, çevresinden hep pohpohlanma bekler. Cemaatinin, partisinin, vakfının her hâlükârda övülmesini arzu eder. Yapıcı da olsa tenkide tahammülü yoktur. Kırılan kolun yen içinde kalması gerektiğine inanır; çünkü cemaatinin ‘imaj’ı mevzubahistir.
    Kendisi çok ulvî işlerin peşinde koştuğundan dostâne uyarıları müstehzî bir tavırla kulak ardı eder. Bunlar boş işlerdir! Felsefe değil, icraat yapılmalıdır!
    ‘Cemaat’ten anladığı şey, toplumdan izole edilmiş, kendi içinde organize bir yapıdır. Sürekli başkalarından farklı—aslında üstün—olduklarını vurgulama gereği hisseder.
    Can sıkacak ölçüde inhisarcıdır. Âdeta hakikati tekeline almıştır. Yolunun ‘en iyi’ değil, ‘tek iyi’ yol olduğuna inanır. Başkalarını nazara verişi, genelde durumu kurtarmaya matuf bir manevradır.
    Dindarlığı ilmî değil hissî, müktesebatı kitabî değil şifahîdir. Bilimsel temele sahip analizlerdense hamasî nutukları tercih eder. ‘Dava’ya mantığı ile değil hissiyatıyla bağlandığından, net bir duruşu yoktur.
    Vazife verdiği şahıslardan insanüstü bir gayret bekleyecek ölçüde determinist, ferdî mağduriyetler karşısında ise alabildiğine kadercidir. Biri zulme maruz kaldığında yaptığı ilk tesbit, kaderin adalet ettiğidir. Bu tavrıyla, düşene bir de onun tekme attığının farkında değildir.
    Güçlünün yanında konumlanmaya özen gösterir. Himmetini, toplumun kalburüstü kesimlerine teksif ederek ‘hedef’e daha çabuk ulaşacağını düşünür; anlayacağınız, epey kurnazdır. Ona göre, eklektik bir hizmet anlayışı bu devirde kaçınılmazdır. İşler parasız dönmüyordur. ‘Dava’ya maddî katkı sağlayamayacak tiplerle kaybedecek zamanı yoktur.
    İflah olmaz bir pragmatisttir. Aslında sevmediği, dünya görüşünü beğenmediği bazı insanlara, sırf cemaat hakkında sarf ettikleri üç-beş olumlu sözden ötürü şirin gözükmeye çalışır. Bir taraftan onları över, onurlandırır; diğer taraftan farklı meşrepteki bir mü’mini ufak bir hatasıyla ademe mahkûm eder. İlkesizlik illetiyle malûldür.
    Raiyyetine enaniyeti zemmeden nutuklar atar, ama sağda solda ‘cemaat enaniyeti’ ile mülemmâ sözler sarf etmekte beis görmez.
    Zihninde kurguladığı cemaat tasavvurunda, birilerinin payına hep tevazu, fedakârlık, itaat; başka birilerinin payına da yönetme, emretme ve hesap sorma düşer. Tipik bir Mallarme psikozuna duçâr olmuştur: “Biz düşünürüz, yazarız, çizeriz, emir veririz. Yaşamak mı? Kölelerimiz ne güne duruyor!”
    ‘Dış’a karşı sergilediği abartılı uzlaşmacı yaklaşımı, nedense ‘iç’tekilerden genellikle esirger. Bu durum, içeridekilerin dışarıdakileri kıskandığı ironik bir tablonun oluşmasına yol açar.
    Dava arkadaşlarını icabında refüze etmekten çekinmez. Bir tür ‘aforoz’ mekanizmasını dahilde acımasızca işletir. Bir şekilde ‘daire’nin dışına çıkanları da neredeyse ‘mürted’ ilân eder. Bu yönüyle amansız bir çelişki içindedir.
    Hiyerarşik yapının müfrit savunucusudur. Amir-memur diyalogundaki dikey ilişkiyi, uhuvvetteki yatay ilişkiye tercih eder.
    Liderinin hata yapabileceğini teoride kabullense de, bu kabulünü pratik hayata yansıttığını gören pek olmamıştır. Ne de olsa lideri, her işini peygamberle istişare ederek yapmaktadır! “Madem böyle bir istişare yolu vardı da, sahabeler niye birçok mevzuda ihtilafa düşüp karar verme zorluğu yaşadılar?” gibi basit sorulara vereceği bir cevabı da yoktur.
    Zaten genel olarak, doğrularını tartışılmaz bir alana çekmesiyle temayüz etmiştir. Bu durum muhataplarında hep bir şüphe meydana getirmiş ve onları işkillendirmiştir.
    Hizmet çizgisini ‘kurum’larla takviye etmeyi şiar edinmiş; kurumları idare eden ve idareye talip olan şahısların insanî zaaflarının yol açacağı sorunları öngörememiştir. Bu sorunların en önemlileri, uhuvvetin zedelenişi ve davanın gitgide ticarî mantığın hakim olduğu sektörel bir yapıya bürünmesidir.
    Kurumun varlığı, kaçınılmaz olarak, bu gayri İslâmî piyasa şartlarında ayakta kalabilmek için tavizler vermeyi gerektirmekte, kurallarını başkalarının koyduğu bir oyuna âlet olunmakta ve özden uzaklaşılmaktadır.
    Bu değerlendirmeler birilerince abartılı bulunabilir; birilerini de kızdırabilir. Fakat cemaatli değil, cemaatçi bakışı tenkid ettiğimiz gözden kaçırılmamalıdır.
    O beylik ifadeyle söyleyecek olursak, hepimiz aynı geminin yolcusuyuz. Amacımız selâmet içinde bir seyahattir. Gemi bir yerlerden su almaktadır.
    Diyoruz ki; gelin, elbirliğiyle delikleri tıkayalım. Problemi teşhis edip hepimizi gayrete çağıranları, ‘başımıza iş açmak’la suçlamayalım. “Gemi ne kadar güzel giderken, bu da nereden çıktı böyle?” demeyelim.
    Hem bizden önce ümmet gemisini yürütenlerin hâlini iyi etüd edelim.
    Onlar da bizim gibi malla, servetle, makamla, dünyayla, en önemlisi birbirleriyle sınanmadılar mı? Elbette sınandılar. Ama dünyaya bel bağlamadılar. Mükâfatı öteye tehir ettiler.
    Hata ettiklerinde birbirlerini uyardılar. Bundan asla gocunmadılar. İhtilaftaki rahmetin farkına varmışlardı. Canlarından öte sevdikleri Efendileri’nin bıraktığı mirasa sahip çıkmayı ve onu gelecek nesillere dosdoğru ulaştırmayı vazife addettiler.
    Hâl böyle olunca, hakikate zarar gelmemesi için titizlendiler; birilerini gücendirme pahasına da olsa doğru bildiklerini haykırdılar.
    Onlar Hakk’ın hatırını diğer tüm hatırlardan âli tuttular. İşte hayatlarından bir-iki kesit:
    • Ebu Zer Gıfarî ile Bilal-i Habeşî aralarında münakaşa yaptıkları sırada, Ebu Zer Bilal’e:“Ey siyah kadının oğlu!” diye hakarette bulunmuştu. Bunu duyan Resulullah kızmış, Ebu Zer’in yüzüne kızgın bir nazar atfederek şöyle demişti: “Ey Ebu Zer! Ölçü taştı, sözünü geri al, beyazın oğlunun siyahın oğluna hiçbir üstünlüğü yoktur.”
    Ebu Zer mahcup ve perişan… Efendimiz aleyhissalâtu vesselamın sözleri bütün sıcaklığı ile Ebu Zer’in kalbine işler. O çirkin sözün keffaretinden dolayı “Bilal ayağını başıma basmadıkça başımı yerden kaldırmayacağım” der.
    • Hz. Ömer, itaat anlayışını istismar eden bir yöneticiye : “Anaların hür olarak doğurduğu insanları, kendinize köle mi edeceksiniz?” diye çıkışır.
    Bu misallerde ve hayatlarının bütününde göze çarpan önemli bir husus, onların zihinsel özgürlüğe sahip oluşlarıdır.
    Eleştirebilme özgürlüğüne… Hatalarını kabul ve itiraf edecek kadar hazm-ı nefs etmiş oldukları da dikkate değer bir başka noktadır.
    O halde gelin; kanaatlerimizi ve yöntemlerimizi mü’minlerin firasetli değerlendirmelerine açık tutalım. Amacımız hakikatle kucaklaşmak ise ön kabullerimizi bir kenara bırakalım. Tahkik ve ‘zihin teri’ ile ulaşılan doğrulara sahip olmanın kıvancını kendimizden esirgemeyelim.
    Ve artık, “Kanaatlerim namusum değildir. İcabında onlardan feragat edebilirim” diyen düşünüre kulak verelim.
    Konu elff tarafından (26.08.07 Saat 19:11 ) değiştirilmiştir.

  2. #2
    Ehil Üye aşur - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Jul 2006
    Mesajlar
    1.446

    Standart

    Cemaat Mensubu olmak ile, cemaatçi olmanın farklarını Murat Türker çok güzel bir ifade ile ve Risale-i Nur'daki esaslara uygun şekilde izah etmiş. Arkadaşlar cemaatçi olmanın bir mantığı yok. Cemaat mensubu olmak bize yeter. Kalbimizi, gönlümüzü cemaatimize muhabbet ile doldurabiliriz. Muhabbet o kadar çok olsun ki, nefret ve düşmalığa yer kalmasın.

  3. #3
    Vefakar Üye zerre06 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Oct 2007
    Bulunduğu yer
    ANKARA
    Mesajlar
    510

    Standart

    Alıntı aşur Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
    Cemaat Mensubu olmak ile, cemaatçi olmanın farklarını Murat Türker çok güzel bir ifade ile ve Risale-i Nur'daki esaslara uygun şekilde izah etmiş. Arkadaşlar cemaatçi olmanın bir mantığı yok. Cemaat mensubu olmak bize yeter. Kalbimizi, gönlümüzü cemaatimize muhabbet ile doldurabiliriz. Muhabbet o kadar çok olsun ki, nefret ve düşmalığa yer kalmasın.

    "Subhansın ya Rab!senin bize bildirdiğinden başka ne bilebiliriz ki?herşeyi hakkiyle bilen,herşeyi hikmetle yapan Sensin."(Bakara suresi 2/32)

    "insan ilim tahsil ettikçe cehlini anlar.ilmin nihayeti de yoktur."

    ”bu zamanda feragat ve fedakarlık bir iksir gibi,magnetizma gibi tesir eder.”

+ Konu Cevaplama Paneli

Konu Bilgileri

Users Browsing this Thread

Şu an 1 kullanıcı var. (0 üye ve 1 konuk)

     

Benzer Konular

  1. Yalnızlığa Dair...
    By inci_tanem in forum Şiirler
    Cevaplar: 26
    Son Mesaj: 21.04.09, 14:18
  2. Aşk'a Dair
    By yakaza in forum Edebiyat
    Cevaplar: 1
    Son Mesaj: 16.12.08, 11:28
  3. Ney'e Dair...
    By Majâz in forum Resim - Fotoğraf Galeri
    Cevaplar: 35
    Son Mesaj: 01.11.08, 14:06
  4. Cemaatliler ve Cemaatçiliğe Dair
    By sarıca in forum Bediüzzaman ve Risale-i Nur Çalışmaları
    Cevaplar: 7
    Son Mesaj: 24.09.08, 12:25
  5. Aşka Dair
    By vakti_nehar in forum Edebiyat
    Cevaplar: 4
    Son Mesaj: 30.12.07, 15:10

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
Google Grupları
RisaleForum grubuna abone ol
E-posta:
Bu grubu ziyaret et

Search Engine Friendly URLs by vBSEO 3.6.0