Gecenin yatsıdan sonraki verimsiz zamanlarını sabahın değerli vakitlerine aktarmayı seviyorum. Güne erken başlayıp erken veda ediyorum. Seher vakti okumalarım bereketlidir ve daha çok yatırım maksatlıdır. Bugünlerde bir âdet daha edindim. Yürümek. Yürüyorum sahilde. Deniz kâh mavi kâh kurşuni. Güneş henüz doğmamış. Bu sabah ki okumalarım resmi geçit yapıyor zihnimde. Tekitleşiyoruz belkide. İmam-ı Suyutî dedi ki bana: “Çocuklarda beş şey vardır. Bunlar büyüklerde olsa evliya makamına çıkarlar: Bir, rızık için endişe etmezler. İki, hastalıklarında yaratana şikâyet etmezler. Üç, yalnız yemeyi sevmezler. Dört, korktuklarında ağlayıp gözlerinden yaş akıtırlar. Beş, kavga ettiklerinde kin tutmayıp hemen barışırlar.” Yürüyorum sahilde. Deniz bazen dalgalı, bazen sakin; ama görüyorum hep güzel. Rabbim bu sabah kitabı vasıtasıyla dedi ki bana: “Şeytanın izini takip etme. Şüphesiz ki o, senin için apaçık bir düşmandır. O; seni ancak kötülüğe, fuhşa ve hayâsızlığa, Allah hakkında bilmediğin şeyleri söylemeye teşvik eder.” Sahili bıraktım. Hayalen çöllerdeyim şimdi. Okuduğum sayfalar asr-ı saadete götürüyor beni. Eline iki taş alıyor Hazreti Peygamber. Fırlatıyor ikisini de. Biri yakına düşüyor, biri uzağa. Ve diyor ki yanındakilere: “Uzağa düşen insanın emeli. Yakına düşen ise insanın eceli.” Yürüyorum Asr-ı Saadette. Namaz sonrası bir sohbetteyim. Peygamberimiz diyor ki: “Mü’min kişiye nefsini küçük düşürmesi yaraşmaz.” Soruyorlar: “Kişi nefsini nasıl küçük düşürür?” Cevaplıyor: “Gücünün yetmediği işlere kalkışır, sonra da başı birçok belaya duçar olur.” alıntı