+ Konu Cevaplama Paneli
Gösterilen sonuçlar: 1 ile 3 ve 3

Konu: Kırmızı Kitap

  1. #1
    Ehil Üye fanidünya... - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Nov 2013
    Yaş
    43
    Mesajlar
    4.292

    Standart Kırmızı Kitap

    Dün gibi hatırlıyorum. Çünkü dün gibi yakın, dün gibi taze. Belki gerçekten dündü. Belki de aradan geçen otuz yıl aslında bir tek gündü.

    On yaşındaydım. Ellerim, şeklini ve müşfik dokunuşunu şu satırları karalarken bile yeni baştan hissettiğim öğretmenimin ellerindeydi. Sıcak bir nisan günüydü. Çok mutluydum. Nasıl olmam! Öğretmenimi çok seviyordum. O güne kadar tanıdığım en bilgili insandı. Bugün öğrendiğim/öğrenebildiğim ne varsa ondan öğrendiklerimin farklı aynalardaki tekrarı sadece. Sonraları birçok öğretmenim oldu; ama o hâlâ gördüğüm en iyi öğretmen.

    Cumartesi öğleden sonra. Arkadaşlarım mahallede bir oyundan diğerine koştururken öğretmenim ve ben Demirevler Durağı’nda otobüsten indik. Elimi daha bir sıkı kavradı yolun karşısına geçerken. Sonra bu kadarı bile yeterli gelmemiş olacak ki, omzumdan tuttu. O daracık yoldan karşıya geçerken niye o kadar telâşlandığını çok uzun zaman sonra kendi talebelerimle gittiğim ilk gezide anlayacaktım. "Emanet" ağırmış meğer.

    SSK işhanının arkasındaki sokaklardan yürüyüp şimdi adını hatırlamadığım bir apartmana girdik. Hafızamda hiç öğrenmemiş, hiç görmemiş, hiç duymamış olmayı dilediğim onca şey dururken, niye hayatımın o en güzel gününe dair bir şeyi unuttum ki? "Nisyan ile maluliyet"in en acı yanı, neyi unutacağımızı seçememek olsa gerek.

    Üçüncü katta bir dairenin ziline bastı öğretmenim. Kapı, arkasında bekleniyormuş gibi hemen açıldı. İçeri girmemiz, ayakkabılarımızı almamız ve bizi karşılayan kişinin merdivenlere şöyle bir baktıktan sonra kapıyı kapatması birkaç saniye içinde olup bitiverdi. Bunun sebebini de tıpkı öğretmenimin okulda hep yalnız olmasının sebebi gibi sonradan anlayacaktım. İlkokula başladığım yılın eylülünde kopan bir fırtınanın dört yıl sonra bile nasıl sert esmekte olduğunu idrak edebilecek yaşta değildim.

    Uzunca holü geçip salona girdik. Kapının karşısında üzerinde yazılar da olan bir tablo asılıydı. Bir bebek, yemyeşil bir bahçe gökkuşağına benzeyen bir ışık tayfı... "İnsan bir yolcudur..." diye başlayan yazıda "haşir, sabavet, ebed" gibi mânâsını bilmediğim kelimeler vardı. Öğretmenim mutlaka biliyordu. İlk fırsatta sormak için henüz zayıflamamış hafızamın bir köşesine bu kelimeleri kaydettim. Öğretmenim ve bizi içeri alan kişi -ağabey demek gerektiğini sonra öğrendim- kucaklaştılar. Bakışlar bana döndü. İsmim soruldu. "Said" dedim. Biraz çekingen, biraz utangaç... Önce bir "maşallah" dedi ağabey, sonra "Gel bakalım şöyle bir kucaklaşalım." Öyle bir sıkı sarıldı ki, nefesim kesiliyor sandım. O gün o sarılmayla ben zaman zaman kaybetsem de, hep bir şekilde buldurulan bir şeyi kazandım. Katışıksız, hasbi sevgiyi öğrendim. Ne yazık ki, o apartman gibi, o ağabeyin adını da unutmuşum. Yüzünü bile hayal meyal hatırlıyorum. Ama o samimi sarılma şimdi bile her zerremde mahfuzdur.

    Bütün çekingenliğim uçup gitti. Babamın sarılışından farklı değildi bu. Artık kendimi yabancı hissetmiyordum. Tebessüm ettim misliyle karşılık buldu. "Taptaze çayımız var içer misiniz?" dedi ağabey. On yaşında da olsak, Erzurumluyuz nihayetinde. Çaya hayır dendiği nerede görülmüş.

    Eskimiş, uçları hafiften sökülmüş; ama tertemiz bir halıya bağdaş kurup oturduk. Az sonra ağabey elinde çay tepsisiyle içeri girdi. Tepsiyi önümüze koyduktan sonra deminden beri bütün dikkatimle süzmekte olduğum kitaplıktan bir kitap aldı ve oturdu. "İşte böyle Said Efendi." dedi. "Kırmızı çay içip, kırmızı kitaplar okuyoruz." Ve okumaya başladı. "Bismillah" dedi önce. Sonra birlikte bir "temsili hikâyeciğe bak(ıp) dinle"dik. Kenarları çevrilmekten aşınmış kitabı kim bilir kaçıncı okuyuşuydu ağabeyin. Ama üçümüz de o hikâyeciği ilk kez dinliyorduk.

    Birden o kırmızı kitabın sayfalarından fışkıran bir "nur" salonun duvarlarını ortadan kaldırıverdi. Dörtnala koşan bir küheylandı hayalim. Bir ân "Bedevi Arap çölleri"nde seyahat ederken, az sonra elimde yirmi dört altınla bir yolun başında duruveriyordum. Dehşetli kükreyen aslandan kaçarken düştüğüm kuyuda da padişahımın emriyle gittiğim çiftlikte de öğretmenim hep yanımdaydı. Ne zaman bir yol ayrımına denk gelsem, orada oturuyor bulduğum yaşlı bilge de aslında öğretmenimdi. Ve o beni hep zahmetsiz ve yolcularının onda dokuzunun kâr ve rahatlık bulduğu yola iletiyor. Birlikte bir sürü maceralara atılıyoruz ve hikâyelerimiz hep mutlu sonla bitiyor

    Ağabey "vesselam" diyor, "gerçeğin çölü"ne geri dönüyoruz. Zaten hayalci bir çocuk olan ben, o gün büsbütün soğuyorum "realite"nin cenderesinden. O gün bugündür hikâyelere sevdalıyım. Kırmızı kitabı okuyan ağabey, acaba bu değişimi tahmin etmiş midir? Peki ya talebesini içi ve dışıyla "sezen" öğretmenim? Kim bilir...

    Daha sonraları birçok kez gidiyorum o eve. Bazen daha önce dinlediğim sayfalar yeniden okunuyor. Ama her defasında hikâyeler bambaşka oluyor. Çünkü ben her defasında başka biri oluyorum. Yıllar sonra delikanlılığımda "Aynı nehirde iki defa yıkanılmaz." sözünü duyduğumda bu değişimi anlıyorum.

    İlkokul bitiyor. Büyümek diyorlarmış buna. Hayallerim büyüyor, farkındayım. Çocukluğumun dünyaları minnacık geliyor artık. Ne zaman tek başına kalsam, dalıp giden gözlerimin içinde kurulup yıkılan evrenlerin haddi yok. Elle tutulamayan şekli olmayan bir mayi gibi tahayyülüm.

    Kırmızı kitaplar yine yanımda. Görünenin ötesine (de) bakmayı bana onlar öğretiyor. Bazen bir ağabey iki satır okuyup sonra bir saat boyunca o iki satırı anlatıyor. Anlıyorum ki, "satır aralarında" kalemin dokunmadığı bambaşka sözler var. Ama bu gizli satırlar çok nazlı çok ketum. Peşine düşülsün, yalnız kendine sarfınazar edilsin arzu ediyor.

    İşte o zaman bu gonca, yapraklarını kat kat açıp rayihası başdöndüren bir güle dönüşüyor. Ve herkes istidadı ve mesaisi ölçüsünde bu havayı teneffüs ediyor. Büyümekte olan bir çocuğun kıvrak hayali için biçilmiş kaftan.

    Ama... Bir de "ama"sı var büyümenin işte. Her şey olmaya müsait çocuk ruhunun merkezinde tam bu yaşlarda bir katılaşma başlar. Çocuk bu yaşlarda maske takmayı öğrenir. Oynamayı, olmadığı gibi davranmayı... Acıyı hayal kırıklığını öğrenir. Ve o yumuşacık kalb katılaşmaya başlar.

    Kırmızı kitaplarımdan böyle koptum işte. Çok uzun zamanlar o efsunlu dünyadan uzak kaldığım oldu. İki kapak arasındaki sonsuzluk hikâyeleri kitaplığımın içinde oradan oraya taşınıp durdular. Onlar mahzun ve terk edilmişti, ben gayesiz ve zayi olmakta… Bazen kulaklarıma belli belirsiz bir ses çalınırdı. Küçük bir odada elinde bir bardak çayla küçük bir çocuk görürdüm. Ruhumda bir ferahlık esintisi dolaşırdı. Ama bırakmazdı beni hayatım. Sait Faik’in o en sevdiğim hikâyesi "Süt"teki gibi biraz sonra o boş hayata geri dönerdim. Ses işitilmez olur, görüntü kaybolur, ferahlık esintisi üşüten bir rüzgâra dönüşürdü.

    Yıllar sonra, hiç beklemediğim bir yerde, müjdelenmiş şehirde, kırmızı kitaplarımla yeniden buluştum. Aynı küçük salon, aynı ses, aynı berrak çay. O zaman anladım ki, kitaplarım aslında hep benimleydi. Ruhumun ve algımın üstüne günahlarımdan kendi ellerimle dokuyup da örttüğüm kalın perde bunu anlamamı engellemişti. Kırmızı kitaplarım beni bırakmamıştı. Kırmızı çayın tadının damağımı terk etmediği gibi. Peki ama niye?

    Bu sorunun cevabı yok... Bu sorunun cevabı çok... Belki öğretmenimin duasıydı, hâlâ omuzlarımdan tutuyordu elleri, sahil-i selâmete çıkabileyim diye. Belki o ağabeyin sımsıkı sarılmasıydı. Bir talebe yurdunda, gecenin bir vakti yarı uyanık yarı uykulu edilen dualardı. Çay bardağının yarısını limonla dolduran bir adanmışın tebessümüydü. Belki de terk etsem de gerçekten sevmemdi.

    Demem o ki, bir defa hesapsız gerçekten severseniz, kırmızı kitaplar sizi terk etmiyor. Bundan sonra da etmeyecek.

    On yaşında bir kitap tanıdım. Sonra ne bir kitaptan korktum ne de kırmızı kitaplarıma olan sevgimin bilinmesinden…

    Said Güven


  2. #2
    Müdakkik Üye CEVELAN - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Feb 2016
    Mesajlar
    828

    Standart

    Biz bakıyoruz, bu zamanda en büyük ihsan, imanı kurtarmaktır. Ve görüyoruz, imanı hârika bürhanlarla kurtaran başta Risale-i Nur'dur. - Kastamonu L.

  3. #3
    Müdakkik Üye ercanahmet - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Oct 2020
    Mesajlar
    847

    Standart

    Risale-i Nur Kur'an semalarından bir sema-yı maneviyenin güneşleri, ayları ve yıldızlarıdır. - Emirdağ L.

+ Konu Cevaplama Paneli

Konu Bilgileri

Users Browsing this Thread

Şu an 1 kullanıcı var. (0 üye ve 1 konuk)

     

Benzer Konular

  1. Kırmızı..
    By CaferS in forum Klip, Video, Film ve Animasyon
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 27.06.12, 17:00
  2. Cevaplar: 21
    Son Mesaj: 13.11.08, 18:45
  3. Kırmızı Başlıklı Kız
    By zahid in forum Resim - Fotoğraf Galeri
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 06.12.07, 08:02
  4. Kırmızı Araba
    By Tılsım in forum Şiirler
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 06.11.07, 19:09
  5. Kırmızı Gül
    By duaci in forum Mizah
    Cevaplar: 3
    Son Mesaj: 27.10.06, 22:19

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
Google Grupları
RisaleForum grubuna abone ol
E-posta:
Bu grubu ziyaret et

Search Engine Friendly URLs by vBSEO 3.6.0