Zafer AKGÜL
Bombalı günler




İsrail’in hiçbir tarif ve tanıma sığmayan vahşetinin 19. günü.. Hâlâ, Gazze’ye gökten bombalar atılıyor. Masumların, çocukların, hastaların, halsizlerin, çaresizlerin üzerine yağmur gibi bomba yağıyor. Ve vicdanları tefessüh etmişler sinemada film seyreder gibi seyrediyorlar bütün dünyanın gözü önünde.
Türkiye’de ise aynı süreçte ayrı ilginç gelişmeler oluyor kaç gündür. Yer altından bombalar çıkıyor. Birinde gökyüzünden bomba indirilirken diğerinde yeryüzünden daha doğrusu yer altından bomba çıkarılıyor. Tabiî bizde de hiçbir şey olmamış gibi davrananlar hem suçlu, hem güçlü tavrını takınanlar, ağzından tükürükler saçarak veya kör parmağım kör gözüne diye işaret parmaklarını sallayarak ne kadar çok bağırırsa o kadar çok haklı sayılacağını sananlar, hangi gömüden neler çıkacağını, televizyonlarda yayınlanan eğlence programlarında olduğu gibi hangi kutudan nelerin zuhur edeceğini izler gibi seyredenler var.
Ta işin başında ifade ettiğimiz gibi, cin şişeden çıkmıştır bir kere. Artık geriye dönüşü olmayan bir süreçteyiz. Ne İsrail için artık her şey eskisi gibi olacak, ne de bizdeki derin güçler veya derin devlet için. Bundan geri hiçbir şey önceki gibi olmayacak. Çünkü gizlilik perdesi yırtıldı. Masumiyet şalı sıyrıldı. En büyük güç ve avantaj sayılan bilinmezlik, gizlilik özellikleri deşifre oldu. Aslında bilinmiyor değildi bu gerçekler. Ama bu kadar büyük çapta ve bütün kamuoyu önünde ilk defa aleniyet kazandı.
Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin “Diktatörlüğü cumhuriyet; rezaleti fazilet; zulmü adalet; vahşeti medeniyet” gösterenlerin dünyaya siyaseten hakim oldukları karanlık dönemlerde söylediği güzel ve bizlere daima ümit saçan şu sözlerini hatırlamamak mümkün mü? “Elbet bir gün doğar şems-i hakikat. Hiç böyle müebbet mi kalır zülûmât-ı âlem?”
Evet cücelerin yüce, yücelerin cüce gösterildiği, vatan hainlerinin kahraman, kahramanların hain ilân edildiği yalan tarih, yalancı tarihçilerin devri elbette bir gün bitecekti. Bir kısım insanlar belirli bir süre kandırılabilirlerdi, ama tüm insanlığı ilânihaye kandırmak mümkün değildi… Bu işler 12 Eylül döneminde mi başlamıştı, yoksa l960 ihtilâlinde mi? Bu çeteler Cumhuriyet döneminde mi kurulmuştu yoksa tâ Osmanlı zamanında mı? İhtilâlci bir albay mı başlatmıştı bu kumpasları yoksa İttihat Terakkici Talat paşa mı? Maraş olayında mı Alevî-Sünnî çatışması çıkarıldı yoksa Sivas Madımak Oteli kundaklamasında mı? 6-7 Eylül yağması tertibinde mi rol almışlardı, yoksa 12 Eylül sürecinde mi? Eşref Bitlis Paşanın ölümünü ya da Apo’nun kaçışını mı sağlamışlardı yoksa Danıştay saldırısı ile Hrant Dink suikastını mı? Hangisi olursa olsun, ne zaman olursa olsun artık fark etmiyor. Bir kere karanlıklar perdesi yırtıldı, zulümat dağıldı artık. Gidişata baktığımızda şunları göreceğiz: Dünyada hangi milletten olursa olsun İsrail’in haksızlıklarına ve zulümlerine karşı bütün insanlık nasıl birleşiyorsa, ülkemizde de Alevisi, Sünnisi, Kürd’ü Türk’ü, solcusu sağcısı artık oyuna getirilmiş olmanın verdiği içerleme ve sitemlerle zaman içinde kenetlenip birleşecekler ve yarının barış dolu dünyasını yeniden kuracaklardır İnşaallah. Ümitvarız…

YENİASYA 16.01.2009