Şükür ki, can veriyoruz. Uğrunda can verilen inanç bizim inancımız; çok şükür. Hatırına can vermeye değiyorsa, o inanç canlıdır. Hem de canlara can veren canlar canıdır.

Candan vazgeçiliyorsa uğrunda, o iman candan fazlasıdır, bir ömürden ziyade ömür vaadi vardır. Adına kurban ediliyorsa hayatlar, terk ediliyorsa yaşamaklar, demek ki "İslam"ın hayatı vardır, yaşamaktadır, kalbi kıpır kıpır atmaktadır. Kokuşmuş inançların yaltakçıları, çürümüş akidelerin şakşakçıları can veremezler; en fazla can alırlar, küstahça hayata kastederler.

Güçle ayakta duran ilkeler, güçlükle ayakta duruyor demektir. Adını tank gürültüsüyle haykırmak zorundaysa bir iktidar, çoktan ezilip silinmiştir. Hükmünü ateşle barutla yazdıran muktedirlerin itibarı hepten infilak etmiş demektir. Adını taşlaşmış heykellerle yüceltenlerin adı çoktan batmıştır. Yüzünü zoraki asılan çerçevelere çivilemek zorunda kalanların hatırları çoktan bitmiştir. Mecburiyetlerin sığıntısı olmuşlardır. Kalpsiz buyrukların merhametsiz elinde paçavralaşacaktır bundan böyle şanları da şöhretleri de. O zorbaların inançlarının damarlarından kan çekilmiştir, kalpleri en fazla cüruf pompalamaktadır. Canları kalmamıştır, kaybettiklerini anlamışlardır. Ölümden ölesiye korkmaktadırlar. "Can pahası" bir inançları yoktur ki, can vermeye can atsınlar. Paylarına korkaklık düşmüştür. Ölmeye gelmezler. Öldürülmeye değmezler. İlle de öldüren tarafındadırlar, ille de yok etmeye heveslenirler. Uğursuz adlarını Nemrut'ların yanına yazdırırlar. Yıkılası boylarını Firavun'ların tarafına ağdırırlar. Biz niye ağlayacakmışız ki?.. Onlar üzülsünler, onlar kahrolup ağlasınlar. Onlar korkulu gecelerde, başlarını duvara çarpa çarpa yansınlar. Şükür ki biz o tarafta değiliz, ey Rabbim. Şükür ki, öldürülüyoruz. Şükür ki, öldürülmeye değer görülüyoruz.

Rahatsızlık veriyoruz çok şükür. Adımız bile batıyor onlara. Varlığımızdan ödleri kopuyor! Ahmed bebek öldürülüyor kundağında. Adı Muhammed olan kavruluyor kör Tomahawk'ların ateşinde. Mustafa'lar cansız düşüyor kaldırıma. Fatıma'nın yüzünde hâlâ o tebessüm var. Saçlarına bulaşan çamur, yüzünü solduran barut perdeleyemiyor mazlumca can verişinin göz aydınlığını. Onu vuranların şom ağızlarına yaşarken bile uğramayacak o eşsiz güzellik, o meleksi gülücük Ayşe'nin ölü dudağını yuva seçmiş kendine. Zeynep de kardeşi Ali'nin yanı başında. Cansız uzanıyor. Nice canlara değen bir can verişle... Dünyanın telaşına nanik çekiyor ölü yüzleri. Yeryüzünün fesatlarına, hırslarına sünger çekiyor Ali'nin şehit kirpikleri.

İsimlerine can kurban o canların: Ali, Muhammed, Fatıma, Osman, Ömer, Ahmed, Mus'ab, Eyyub, Hasan, Hüseyin, Zeynep, Bekir, Meryem, Ümeyye... Onlar isimleri yüzünden öldürülüyorlar. Çok şükür ya Râb, uğrunda ölünesi, mezar taşında bile düşmanı kahredesi, seslendiğinde bile O'nu (asm) hatırlatası, O'nun duruşunu, O'nun devrimini başlatası isimlerimiz var bizim. Çok şükür... Yoklamada ben de varım. Benim de adımı yazın öldürülecekler listesine. Evim uzağınızda değil; merhametsiz füzelerinizin hedeflerinin başına yazın menekşeli penceremi. Secdelere yazılmış alnımı da gelin dağlayın bıçaklarınızla. Mazlum duasının evi olmuş o masum ellerden, ebedî cennet müjdesinin ışığını görmüş o göz bebeklerinden, sıkıysa çekip alın, gasp edin o ebedî teselliyi. Var mı Muhammed'in adını delik deşik edecek kurşununuz! Var mı Fatıma'nın itibarını paramparça edecek mayınlarınız? Var mı hep kaçtığınız ölümü öldürmeye gönderecek F-16'larınız? Var mı dizlerinizi zangırdatacak, gözlerinizi yuvasından fırlatacak olan o hesap gününü silip süpürecek misket bombalarınız? Var mı Mus'ab'a şehitlik vaad eden, Ayşe'lere ebedî gençlik bahşeden Kitab'ın sesini kısabilecek generalleriniz?

Hadi ordan! Başka kapıya! Sakın gözümüze görünmeyin. Etten kemikten tabutlarınıza bu gece bir kez daha tıkılın. Sabah olur olmaz, ateş dolu kabirlerinize doğru yürümeye devam edin: Marş marş! Toz kaldırmayın. Sakın arkanıza bakmaya kalkmayın! Elinde sapanıyla Hanzala,* somurtuk suratlarınızı gözlemektedir. Unutmuşsunuzdur; hatırlatayım. Hâlâ, 10 yaşında Hanzala. Hâlâ, sırtı dönük dünyaya. Hâlâ daha sadece bir çizgi. Hâlâ daha füzeleriniz vuramadı onu. Hâlâ daha bin ümit Hanzala. Hâlâ daha füzelerinizin altında ezdirdiğiniz, kibrinizle taşa çevirdiğiniz vicdanlarınız adına bekçimiz. Çizerini (Naci el Ali) öldürmüştünüz yani hani. Gücünüz etten kemikten bedenine yettiydi ama çizgisini silemediniz hâlâ.

Hanzala, sizinle bizim aramızda bir çizgi... Şükredelim diye öldürüldüğümüze.. Ya öldürenlerden olsaydık, n'olurdu halimiz? Ya öldürdüğümüze şükredenlerden olsaydık! Ya kendi zulmümüze gülenlerden olsaydık! Ya öldürdüğümüz bebek yüzlerinin tebessümlerini kıskandığımızı kendimize bile itiraf edemeyen bahtsızlardan olsaydık... Şükür, çok şükür, ey Rabbim. Şükür ki, öldürülüyoruz. Öyleyse, niye ağlıyoruz? (*)

Bakınız: www.timeturk.com Mehmet Tepe, "Acının çizgisel tanığı, roketlerin öldüremediği Hanzala"

Senai DEMİRCİ