Evet, siyasetin riyakâr yüzü, dünya hayatının tek gözlülüğü, felsefenin dinsiz yönü nazarları değiştirmiştir. Her şeyi nefsi ve dünyası için gören fert ve toplumlar
yetiştirmiştir. Nazarların değişmesi, beklentileri ve talepleri de etkilemektedir.
Görenekle açığa çıkan arzu ve istekler ise, bazen fıtri taleplere bile ters düşmektedir.


Bedîüzzaman Hazretleri’nin; “Kırk senelik ömrümde, otuz senelik tahsilimde yalnız dört kelime ile dört kelâm öğrendim” (2) dediği kelimelerden birisi, belki de en önemlisi nazardır. Nazar; bir nesneye sırf ‘bâsıra eylemek’ mânâsınadır ki, bakmak tabir olunur. Nazarda basîret (yani görüp künhe ve hakikate varma) dahi muteberdir. (3) Açısı iyi ayarlanmamış nazar (ki tebeî nazar denilir), muhali yani en uzak ihtimali yakın gibi gösterebilmektedir. Ve keza “nazar ile niyet, mahiyet-i eşyayı tağyir eder (başkalaştırır).” (4)


Eşyanın değişmesi ve zamanın geçmesiyle nazarlar da değişmektedir. “Nasıl ki çarşıda mevsimlere göre, birer meta mergup oluyor (birer mal rağbet görüyor)… Öyle de, âlem meşherinde (sergisinde), içtimaiyat-ı insaniye ve medeniyet-i beşeriye çarşısında (toplum hayatında ve medeniyette), her asırda birer meta mergup olup revaç buluyor. Sûkunda yani çarşısında teşhir ediliyor (sergileniyor); rağbetler ona celp oluyor, nazarlar ona teveccüh ediyor (yöneliyor), fikirler ona müncezib oluyor (kapılıyor). Meselâ: Şu zamanda siyaset metaı ve hayat-ı dünyeviyenin temini ve felsefenin revaçları gibi...” (5) Evet, siyasetin riyakâr yüzü, dünya hayatının tek gözlülüğü, felsefenin dinsiz yönü nazarları değiştirmiştir. Her şeyi nefsi ve dünyası için gören fert ve toplumlar yetiştirmiştir. Nazarların değişmesi, beklentileri ve talepleri de etkilemektedir. Görenekle açığa çıkan arzu ve istekler ise, bazen fıtri taleplere bile ters düşmektedir.

ESKİ HAL MUHAL
İnsanlar yaşadıkları dönemler itibariyle, ya dinden kuvvet alarak ya da dünyevi bakış açıları çerçevesinde sistemler oluşturmuşlardır. Fert ve toplum hayatının selameti için çalışmalarda bulunmuşlardır. Hz. Adem (as)’dan tâ zamanımıza kadar gelen insanlık tarihi, bu mânâda, bir çok fikri ve sosyolojik hal yaşamıştır. Bütün asırlar boyunca hiç değişmezler olduğu gibi, yerini yeni gelişmelere ve açılımlara bırakan hususlar da olmuştur.
Şüphesiz İslâm tarihinin en büyük ve çaplı değişimlerinden birisi, Osmanlı Devleti’nin yıkılmasıyla yaşanmıştır. Bu durum, 20. yüzyılın belirleyici unsuru olmuştur. (6) (Osmanlı’nın varlık anlamının, “i’la-yı kelimetullah”da yattığı hatırdan çıkarılmamalıdır.) Dünyanın ve Osmanlı’nın (Türkiye olarak) kazandığı yeni şekil, Osmanlı bünyesinde yaşayan halkın, yaşattıkları dâvâ cihetiyle, eski ile olan özlemini ve buna bağlı olarak eski hâli istemelerini netice veriyordu. Eski, geri gelsin. Osmanlı dirilsin. Padişahlar dine hizmet etsin. Bedîüzzaman Hazretlerinin, kendisine bu mealde sorulan suale cevabı çok net olmuştur. “Eski hâl muhal (imkânsız). Ya yeni hâl veya izmihlal (yok olmak).”
Eskiyi talep etmek, muhali yani imkânsızı istemektir. Çünkü şimdi, yeniler vardır. Olmayanla değil, olanla muhataplık söz konusudur. İnsanlığa düşen ise, eskideki dekorları, sistemleri, anlayışları, yaşantıları müspet manada etkileyen temel unsurları fark etmek ve onlardan istifade etmektir
.
BUNDAN SONRA DA İSLÂMİYET VE DİN İÇİN HİZMET EDİLECEK Mİ?
Eski hâl muhal ise, “Din elden gitti, bundan sonra dine hizmet edilmeyecek mi?” suali kafaları karıştırıyordu. Zira fert ve toplumun en kuvvetli bağı dindir. Osmanlı ise, yüzyıllardır dine hizmet etmiştir. Eski hâl muhal; öyle ise, nasıl bir yeni hâlden bahsedilebilir?
“Bazı akılsız dinsizler müstesna olmak şartıyla, hükümetin (devleti idare etmenin) hedef-i maksadı, uhuvvet-i imaniye (iman kardeşliği) sırrıyla üç yüz milyonu bir vücut eden ve nuranî olan İslâmiyet’in silsilesini takviye ve muhafaza etmektir. Zira nokta-i istinad (dayanak noktası) ve nokta-i istimdad (yardım isteme noktası) yalnız odur… Kemalin cemali, dindir.” (7)
Osmanlı son dönem toplumunun yaşadığı maddî ve manevî sıkıntılar, insanlarda dehşetli bir ye’si de netice vermişti. Müslüman toplumu, “Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyiniz!” (8) emrine rağmen kıyameti bekler olmuştu. Nazarların çıkmaza sürüklendiği, hiçbir ümit ışığını göremez hale geldiği işte böyle bir zamanda, bir ses şöyle haykırıyordu: “Ümitvar olunuz! Şu istikbal inkılâbı içinde en yüksek gür sadâ, İslâmın sadâsı olacaktır!” (9)
Bedîüzzaman Hazretleri, nazarlarımızı âyetin yüksek emrine çevirerek, Allah’tan ümit kesmeyiniz, demektedir. Zira herkes bir vicdan taşıyor. Eğer onu dinlese, ancak Allah sadâsını işitecektir. Fıtratı yalan söylemeyecek, onsuz olmaz, diyecektir. Onu bulsan her şeyi buldun, onu bulmazsan ne buldun, diye feryat edecektir. Evet, “Fıtratın şahadeti reddedilmez. Fıtratta yalan yoktur; ne dediyse doğrudur.”
Zarûret ve incizab ve temâyül ve tecârüb ve tecâvüb ve tevâtür, toplum olmayı ve toplumun en temel birleştirici unsurunun din olduğunu, bütün zamanların şahadetiyle göstermekte ve idrakimize ders vermektedir. Eğer bizler insanlık ve Müslümanlar olarak fıtratımızın gereğini yerine getirmezsek; elbette sıkıntılara mübtela olacağız. İllâ mutluluk diyorsak da; “Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.” (10) Emrine uyarak kardeşlik ve adalet toplumu içerisinde, ferdin, Allah’ın kulu olmak kaydıyla, hürriyetini ve saadetini temin etmek mecburiyetindeyiz. Bu mecburiyetimizi, zaman geçtikçe artarak hissetmekteyiz.

HÂL ALDATIYOR, ALDANMAYINIZ!
“Hâl aldatıyor, aldanmayınız! İstikbal hesabına konuşuyor; öyle dinleyiniz” diyor Bedîüzzaman Hazretleri. Yarınlar, bugünlerin eseridir. Yaşadığımız zamanın müfessiri, yine zamandır. Bugün sıkıntı gibi gözüken, bizce yanlış olan veya kafamızın almadığı çok şeyler vardır ki, inşaallah ilerinin güzelliklerini netice verir. “Olabilir ki siz, bir şeyden hoşlanmazsınız; oysaki o sizin için bir hayırdır. Yine olabilir ki, siz bir şeyi seversiniz, oysaki o sizin için bir kötülüktür. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” (11)
Diğer taraftan, fıtrat yalan söylemez. Dinsiz bir millet yaşamaz. Allah’ın kulluğundan kaçıp nefsin esareti altına girmek, hamakattir, ahmaklıktır. Toprağa düşen çekirdek ne kadar ağaç olacaksa, dünyaya gelen her bir insan da Allah’a kulluğunu gösterecektir. İslâm’ın hükümlerine uyacaktır. Aksi muhaldir. Zira yaratılış gayesi budur. Aksini yani muhali talep etmek, sadece kendine fenalık etmektir.


Bedîüzzaman Hazretleri’nin devr-i Meşrutiyet’te şarkta aşiretler arasında seyahat ederken te’lif ettiği Münazarat Risalesi’ne bkz.Said Nursî, Mesnevî-i Nuriye, sh. 43Terceme-i Kamus-u Okyanus, c.2, sh.125Bkz. Adı geçen eserSaid Nursî, Osmanlıca Sözler Mecmuası, sh. 153“İyi veya kötü, o zamanların olayları, Osmanlı İmparatorluğunun dağılması ve yeni Türkiye’nin yükselmesiyle, bu yüzyılın tüm tarihini şekillendirdi. 20. yüzyılı anlamak için, Türkiye’nin tarihi, bir anahtardır; ancak, ben inanıyorum ki, Türkiye’nin geleceği, önümüzdeki binyılın ilk yüzyılının şekillenmesinde de son derece önemli bir rol oynayacaktır.” Bill Clinton’ın TBMM konuşmasından (15 Kasım 1999)Said Nursî, Osmanlıca Mektubat II, sh. 352Zümer Sûresi, 53Tarihçe-i Hayat, sh. 133Zariyat Sûresi, 56Bakara Sûresi, 216
(alıntı)