Yapraksız ağaç fert değil, mürekkepsiz kalem ferd değil... En küçük de olsa bir bütünlük varsa ferdiyet var.

Bediüzzaman, “En büyük bir ihsan-ı ilâhî, ihsanını ihsas etmemektir” diyor. En büyük bir imtihan-ı ilâhînin ise, ihsanını ihsas etmesi olduğunu düşünüyorum...


“Niyet fıtri ahvali öldürür” diyor Bediüzzaman. O halde, duygulu bir yazı yazmaya niyet edilirse, gerçekte, yazıdaki duygu boyutunu öldürmüş; hasbîliğin yerine hesabîliği ikame etmiş oluruz. Oysa malumdur; gerçek şelaleden akan su ile yapma şelaleden akan su bir olmaz.


Herkes bir değil, o halde herkesten herşeyi istememeli, herşeyi de herkesle paylaşmamalı. Bilakis, insanlara ‘almaya talip olduğu kadar’ vermeli, gerisini dert etmemeli.

Sürüden ayrılanı kurt kapar, derler. Sürüysen doğru!


Sair mü’minlerin yükselmesi için omuzuna basılan biri olmayı, yükselmek için başkalarının omuzlarına basan biri olmaya tercih ederim.

Mimar Sinan doksan küsur yaşında hâlâ proje çizmekle meşguldü. Buna karşılık, öyle insanlar var ki, henüz altmış yaşında ölü gibi yaşıyor.

Hayallerimizin kış ortasında ölümünü görmeye mi razı olmalı; yoksa bugün satıh altında, kar altında, buz altında bırakıp da filizleneceği zamanı mı kollamalı?

Allah bizi kendimizi değersiz görmekten de, kendimizi fazla önemsemekten de korusun.

Duruluk asıl olsun; güzelliği sadelikte ara. Su gibi olmayı ve su gibi yazmayı meslek edin. Sudan, yeri geldiğinde şerbet de, ayran da yapılıyor; ama ayrandan su, şerbetten su yapmak mümkün değil.


Bediüzzaman insanları kendi seviyesinde değil, muhatapların kendi seviyesinde değerlendiriyor. Bizler ise severken de abartıyoruz, kızarken de...


Ne ile uğraşıyorsak, onu en iyi şekilde yapmalı. Nâzım-ı Mutlak’a, Kâmil-i Mutlak’a düzgün bir ayna olmalı.

İç dünyamızdaki muhasebelerimizde ümitsizlik üretmemeli, pozitif enerji üretmeli. Meselâ: “Ben müsrifim” değil, “İsraftan kurtulmaya çalışmam lazım.” “Bazan namazları kaçırıyorum” değil, “Namazları kaçırmamaya çalışacağım.”

Kusurdan kurtulmalıyım diye davranışları hedef almak uzun yol. Ben bu kusuru yapmamalıyım değil. Kusura düştüğüm yerde, Allah’a istiğfar ve duaya devam etmeliyim.

Günahla kilitlenen sistemimizi istiğfar ile reset’liyoruz.

Kabiliyet ve duygular ubudiyette kullanılmazsa ‘stok maliyeti’ husule gelir, nefis muhasebesi yaparken insanı rahatsız eder.


“Lâ ilâhe illallah:” Tevhid hakikatini gözlemliyorsun.

İman ibadeti getiriyor, ibadet imanı besliyor.

İman ilimle gelmiyor, niyetle geliyor.


İmanımız marifetimiz derecesindedir; ubudiyetimiz, muhabbetimiz derecesinde...


Şefkati geniş olmayanın imanı inkişaf etmiyor. Şefkati geniş olan acz ve fakrını anlar, tefekkürü genişler. Ki, ubudiyetin şümullü olması için, insanın çevresiyle ve kâinatla ilgili olması gerekiyor.


Acizliğini kabul etmeyen insan, Rabbine sığınmak yerine, kendi kendine yetmeye çalışıyor; ama yetemiyor.


Aciziz; acizliğimizi anlamaktan bile aciz…

“Ben sinirliyim, kırarım” demek, sinirliliği norm kabul etmektir.

Şefkatsiz bir insandan taakkul çıkar, tefekkür çıkmaz.

Kirlenmenin mümkün olduğu bir ortamda elbiseye gelen leke için bir insanın kalbi itham edilmemeli.

Nefret bağımlılıktır, sevgi özgürlüktür, sabır herşeydir.

–Metin Karabaşoğlu-