Kimseye bir şey kanıtlamak derdinde değilim. Çok istedim, dua ettim. İmkansız gibi görünse de tekrar mesleğimi yapabilmeyi Rabbimden diledim. O da bana bir mucize gibi tekrar bahşetti. Mucizeler olağanüstü değildir her zaman… Kimi zaman mucizeler hayatın ta bağrından fışkırır! Başlamak bile inanılmaz imkânsız gibi görünmekte iken, yasaklar hala son hızla sürerken nasıl çalışacağım bilmiyorum. Fakat bildiğim bir şey var. İnsan çok istedi mi imkânsız olan şeyler bile imkân dâhiline giriyor sanki. Rahat çalışabiliyor muyum? Hayır! Her gün aynı tedirginlikle uzun bir mesafeyi göze alıp gidiyorum köyüme… Yollarımı bekleyen masum çocukların gözlerindeki o pırıltıları günbegün görmek için sabırsızlanıyorum her sabah…
İstisnasız her gün içimden konuşuyorum öğrencilerimle: “bizi ne zamana kadar beraber bırakırlar minik yavrularım? Ne zaman takılacağım yine hunhar yasağın pençelerine tekrardan? Bir kez daha beni sizlerden ayırdıklarında yüreğim kaldıracak mı bu dünya dolusu haksızlığı? Yoksa çökecek miyim dizlerimin üstüne? Yeri göğü inletecek bir ağlamayı tutturabilecek miydim, yoksa yine içime mi akıtacaktım kanlı gözyaşlarımı? Kimselerin şahit olamadığı yaşlarımı… Ah! O gözlerinizdeki pırıltılardan hiç ayrılmasam… Her gün sımsıcak, bir yürek dolusu sevgiyle kucaklaşsam sınıfta sizlerle… Bir ömür böyle geçse, ne olurdu?”
Evet, biteceğini düşünerek azap içinde kavrulmak her sabah… Buna rağmen bin bir umutla sarılmak hayata, hayat bahşeden her şeye… Ve direnmek, yüreğinin tüm dayancıyla… Gidebildiği yere kadar götürmeye and içmek büyük cesarettir. Cesaretimi kaybetmeden, kararlılıkla yürüyorum aydınlık ufuklara… Arar dururum özgürlük muştucularını… Bir sihirli çözüm, mucizevî bir uygulamayı bulacaklardır mutlaka… Bulacaklarından emin, bir o kadar tedirginim… Yetişebilecekler miydi benim çağıma… Hüzün kokan yıllarıma, derman olmaya yetişebilecekler miydi acaba?
Düşünüyorum; acaba, haksızlıklara, adaletsizliklere karşı koyan bir yürek fatihi olarak bir tek ben mi kalmıştım?” kim bilir belki de… Yüreğimde birbiriyle uzlaştırmaya çalıştığım savrukluklar, özlemler, hayaller, ideallerden örülü bir demet çiçek var! Kavurucu bir ayrımcılığın, ateş püskürten bağıyla bağlandığı bir demet… Tuttuğu eli, düştüğü yeri yakan… Ellerim yanıyor, hiçbir şeyi tutamıyorum avucumda… Akıp gidiyor hayat, ellerimin arasından hiçbir şekilde güç yetiremiyorum tutmaya… Zaman daralıyor, nefesler bir bir tükeniyor, sessiz çığlıkları seslendirirken… Sonra kimseye bir şey duyuramamanın sancısı gelip oturuveriyor yüreğime…
Kimi “ne halt etmeye başladın?” diye azarlıyor, hakkı olup olmadığını bile sorgulamadan… Kimi “rahatlık battığından başına iş açıyorsun!” teraneleriyle ikna edeceğinin telaşında… Kimse düşünmez mi şu âdem kızının da bir sevdiği mesleği vardır. Yıllarca sıralara oturup göz nuru döktüğü… Sınavlarda ter dökerken, hayalleriyle canlandığı… Herkes gibi emek verip başını ağrıttığı, gözünün nurunu döktüğü… Ah bu aşkın, hayallerde kalmasını istemediğini, her türlü negatifliğe rağmen çabalayıp durmanın azminin, yüreğini dipdiri tuttuğunu kimse anlayamayacak mı? Özgürlük mücadelesinin meşalelerinden biri olarak bir mücadele kültürü bırakarak terk- dünya eylemek istiyorum naçizane varlığımla… (Uzun sürmeyecek biliyorum), şimdilik sağır sultanların duvarlarında boğulan çığlıklarımı duyacak, duymakla kalmayıp ses verecek nice özgürlük sevdalısı bir nesile bırakabilmenin temennisi var içimde…
Bırakıp gitmek ilkinde de kolay olmamıştı ki, ikincisinde olsun! Şimdi yine tek bir makama yalnız sunabilirdim yoksunluğumu, derdimi… Beni herkesten daha iyi bir bilene gidiyorum yine… Yalnız O’na açabilirim yüreğimi… Her an beni görüp gözeten merhamet nazarlarını celbettiğimi umarak… Ayaklarımı sabit tutmasını dileyerek, şikâyetlerimi, beklentilerimi, yürek yangınlarımı O’na sunuyorum. Biliyorum ki, asla es geçilmeyecek isteklerim. Biliyorum ki, mutlaka ilahi bir işlem görecektir beklentilerim. Sevgim karşılıksız kalmayacaktır o ulvi makamda… Karşımda nice çetin engeller olsa da, O’nun rızası uğruna tekrar tekrar terk-i meslek eylemek, hiç bu kadar olası, hiç bu kadar vazgeçilmez bir son olmamıştı! Kader mi? Evet… Seçim hakkımı kullanırken cüz-i kaderimi, ilahi isteklerin paraleline düşürmektir tek sevdam…
Sonucuna katlanmak bir ölüm mesabesinde olsa da bu böyledir! Ebedi olana bağlanınca, geçici olan her şey, tüm kuvvetimle sarıldıklarım, umduklarım, sevgilerim ya da hayallerim vazgeçilir oluyor! Tuzla buz oluyor ilahi hakikatlerin aynasından yansıyan ışıltıyla dünya ve meşgaleleri…
Ne ki yine de acı veriyor yaşananlar… “böyle mi olmalıydı?” diye feryat ediyor yüreğim! Hani inananların çoğunlukta olduğu bir ülkede yaşıyordum? Hani halkın değerleri, gelenekleri, örf ve adetleri yaşanmaya değerdi? Hani anayasada kapı gibi yasamız vardı, kimse din hürriyetinden mahrum bırakılamaz diye? İsteyen inandığı gibi yaşayabilir, giyinebilir, eğitim görebilirdi? Yoksa bu bir kâbus mu? Söylenenler, yazılıp çizilenler hiç de yaşamdaki pratiği yansıtmıyor! Herkes herkesi aldatıyor mu?
Potansiyel suçlu gibi başım önümde, omuzlarım çökkün, umutlarım zayıflamış halde gidiyorum okuluma… Kendimi her açıdan rahat ve zinde hissettiğim tesettürüm ateş hattındaymış! Bin bir umutla başladığım işim, yine başladığı gibi bitmek üzereymiş meğer! Vaveyla kopararak, çağıldayarak anlatsam sesimi duyurabilecek miyim müzmin sağırlara?
Minik yüzler görüyorum yollarda… Öğretmenlerini sabırsızlıkla bekleyen, yol gözleyen… Mahrum bırakılmışlığın kavrukluğu var yüzlerinde. Öğretmenlerine yapılan haksızlıklardan en çok yara alanlar onlar değil mi zaten? Onların ne suçu var? Kim olursa olsun, nasıl giyinmiş olursa olsun, o masum yürekler hep koskocaman bir sevgiyle severler öğretmenlerini… Çünkü bilirler tesettürlü öğretmen sanki onlardan biridir. Onları küçümsemez. Tam da kendileri gibidir her haliyle… Halkıyla bütünleşmiştir. Değerlerini kendi değeri bilmiştir, derdini kendi derdi… Hiç ayrısı gayrısı yoktur hayatında, olduğu gibi kabul etmiştir halkını… Can-ı gönülden katlanır yoksunluklarına, beraber sineye çekerler...
Mahrum bırakılmışlığın acısını taa en derinden hissederler birlikte. Kimi tarlasında çalışırken, kimi köy dolmuşunda, bozuk yollarından geçerken çekerler dertlerini, usul usul bir boyun eğmişlikle… Hüzün mevsimlerindeyim yine… Ama biliyorum ki hüzün mevsimlerinin bitmeyen umutları vardır… Hayata umutla sarılan iman erlerine selamlar…
Şeyda HEKİMOĞLU