LEZZETİ İÇİN İBADET ETMEK
İçinde yaşadığımız zaman dilimi oldukça karışık fitneli bir devredir. Zihinlerimizi gördüğümüz kötü şeyler kirletiyor, hayalimize çirkin ve müstehcen manzaralar aksediyor, böylece ne zihnen, ne de fikren tertemiz halde kalamıyoruz. Hatta bu kirlilik ibadetlerimize bile aksedebiliyor, namazlarımızdan da lezzet alır, huzur duyar hale gelemiyoruz. Bundan da bizim bozulduğumuz, kötüleştiğimiz manasına gelen düşünceler meydana geliyor, kendi kendimizden şüphe eder duruma giriyoruz. Budurum mümine:
‘‘Geçmiş büyüklerin hayatlarına bakıyorum, farklı bir vecd içinde ibadet ediyorlar, oldukça derin alemlere dalıyorlar, görüyorum.
Peki benim namazın ne oluyor, nasıl bir ibadet durumu arz ediyor? Ben namazlarımda böyle bir zevk duyamadığım için çok mu kayıptayım, yahut fazla mı bozulmuşum? İflasımın mı işareti bu mahrumiyetlerim?’’
Dememeli zira, namazın zahirî şekillerini yerine getirdikten sonra, namaz tamam olmuş, borçtan kurtulunmuştur. Duyulması söz konusu olan vecd namazın şartlarından, sıhhat gereğinden değildir. Buu durumla ilgili İmam-ı Şa'rânî Hazretleri'nin cevap mahiyetindeki düşündürücü izahı vardır. şöyle ki:
ALLAH'a ibadet edip, itâatte bulunurken vecd duyup, zevk almak büyük bir şeydir, meşrûdur.
Ancak ALLAH'ın öyle kulları da olmuş ki, gerek ibadetlerinde, gerekse başka itaatlerinde zevk duyup, lezzet almaktan tevbe istiğfar etmişler. Duydukları zevkten, aldıkları lezzetten mahcubiyet hissine kapılmışlardır.
Bunlardan bazıları da şöyle demişler:
ALLAH'ım! Bizi sana böylesine ibadet ettirip itâate sevk eden duyduğumuz lezzet ve zevk ise bundan sana sığınıyor, bunu zihnimizden silmeni diliyoruz. Ve İmam Hazretleri şunu da ilave ediyor:
Bir kimse namazında, niyazında duyduğu zevk ve lezzeten çok seviniyor da, bunun devamını da ısrarla talep ediyorsa, bilsin ki o kimse lezzet ve zevk kuludur. Lezzetten dolayı ibadeti ifa ediyor, zevkten dolayı itaati arzuluyor. Bu ihlâsa münâfi, hasbîliğe aykırıdır.
Bediüzzaman Hazretleri'nin de ölçüsüne değer verdiği Şa'rânî Hazretleri bu izahına bir de vak'a ilave ederek şöyle devam ediyor:
Efdaluddin Hazretleri bir gün bana şöyle dedi:
Uzun zamandan beri sabahlara kadar ibadet ederdim. Bunu da kimselere duyurmaz, bu halimin ihlâstan doğduğuna inanırdım.
Bir gece bir ses işittim. Meçhul bir taraftan kulağıma gelen ses şöyle diyordu:
Sen bu ibadeti ihlâsından, hasbîliğinden yapmıyorsun. İbadet anında duyduğun zevk, aldığın lezzet var ya, işte onlardır, sana böyle ibadet ettirip itaatte bulunduran! Eğer ibadet anında aldığın zevk gitse, duyduğun lezzeti yitirsen, bunu yapmayacaksın. O zaman kimin için ibadet ettiğin çıkacak ortaya.
Bundan sonra, Efdalüddin Hazretleri kararını şöyle bildirir:
Ben ibadetlerimde duyduğum zevk ve lezzetten dolayı ALLAH'a sığındım, zevk duymadan, lezzet almadan yaptığım ibadeti nefsimle daha ciddî mücadele vererek yaptığım ibadetlerim olarak bildim.
Demek ki bizler de, Hazreti Şa'rânî'nin nazara verdiği gerçeği unutmamalı, birer lezzet ibadetçisi, zevk takipçisi durumuna girmemeliyiz.
Bilmeliyiz ki, zevk almadan, lezzet duymadan yaptığımız ibadetlerimiz nefsimizle daha ciddî münakaşaya girip, onu yenerek yaptığımız ibadetlerimizdir.ibadetlerimizde lezzet duyarsak, bunun bizi teşvik için verildiğini bilmeli duymazsak, bozulduğumuzun, mânen sukûtumuzun işareti saymamalı, yâni lezzetçilik peşinde koşan zevk ibadetçisi haline gelmemeliyiz.