Nefis, bize verilen toy bir at gibidir. Onsuz olmak yolda kalmak demektir. nitekim, meleklerde nefis olmadığı için yerlerinde sayarlar, mertebeleri hep sabittir. Ancak mertebelerinden aşağı da inmezler. Fakat insanoğlu kendisine verilen nefis yüzünden insanlıktan aşağı düşebileceği gibi, yine eğitilmiş nefis sayesinde de melekleri de geçebilmektedir. Burada onemli olan nefsin terbiye edilmesidir. Herşeyden önce nefis, yaratıcısını tanımalıdır ki, haddini bilsin. Bu tanıma sürekli olmalıdır. Yaratılış gayesini bilmelidir ki, yanlış yollara sapmasız. nereye gideceğini bilmeli ki, istikametini karıştırmasın. Bilerek yanlış yaptığı zaman da cezalandırılmalıdır ki, aklı başına gelsin. Nefsi eğitmek için tarihte bir çok metod uygulanmıştır. Bu asırda üstadımız Said Nursi daha çok; acz, fark, şükür ve tefekkür metodunu tavsiye etmektedir.
acz, fakr ve naks
Nur külliyatında bu konu üzerinde önemle durulur. Çünkü bu üç özellik ubudiyetin esasıdır. Yani, insan bunların şuuruna varmakla kulluğunu takınır; Rubbine karşı tesbih, hamd ve tekbir görevlerini yerine getirir. Üstad şöyle buyurur: “İnsandaki kusur, kemâlât-i Sübhaniye derecelerine bir mirsaddır. İnsandaki fakr, gına-yı rahmetin derecelerine bir mikyasdır. İnsandaki acz, kudret ve kibriyasına bir mizandır.”Kusur, acz ve fakr insanın üç temel özelliğidir. Nefsin mahiyeti bu üçüyle yoğrulmuş bulunuyor. Kusur, noksanlık mânâsına gelir ve kemâlin zıddıdır. Kusur denilince, genellikle hata ve günah hatıra gelir. Böyle olmakla birlikte, kusur sadece bunlara mahsus değildir. Yani her kusur, her noksanlık günah değildir. Ama her günah bir kusurdur, bir noksanlıktır.İnsanın kusur yönü, “acıkması, yorulması, uyuması, hastalanması, ihtiyarlaması, iradesinin cüzi olması, yani bir anda iki şey irade edememesi, iki şeyi birlikte düşünememesi, aynı anda iki farklı yöne bakamayışı” gibi noksanlıklarıdır.Fakirlik, muhtaç olma mânâsına gelir ve konuşmalarımızda ‘fakr’ denilince genellikle servetten mahrumiyeti anlarız. Yani, maddî imkânlardan mahrum olanlara ‘fakir’ deriz. Halbuki, zengin olsun fakir olsun bütün insanların sonsuz denecek kadar ortak ihtiyaçları vardır. Bu yönüyle her iki grup insan da, son derece fakirdir. Buna göre, fakr denilince, “insanın göze, kulağa, ele, ayağa, havaya, suya, güneşe, geceye, gündüze, atmosfere, bedeninde görev yapan her organa ve çevresini kuşatan bütün eşyaya muhtaç olması” anlaşılmalıdır.Acz’e gelince, bu kavramı, insanın, muhtaç olduğu dahilî ve haricî nimetlerden hiçbirini yapacak güce sahip olmaması şeklinde anlamak gerekir. Dünyayı döndürmeye, yahut kanın deveranını sağlamaya güç yetirememe noktasında, bir bebekle en kuvvetli bir insanın, hiç mi hiç farkı yoktur. Bu işler, bir İlâhî kudret tarafından görülmekte, icra edilmektedir. İnsandaki sonsuz kusur ve noksanlığa bedel, Allah’ın ‘kemâlat-i Sübhaniyesi’ sonsuzdur. İnsandaki sonsuz fakra bedel, Allah’ın, ‘gına-yı rahmeti’ sonsuzdur. Yani, insan sonsuz fakir ve muhtaç, Allah sonsuz Ganî (zengin) ve Rahîm’dir. Ve insandaki sonsuz âcizliğe bedel Allah sonsuz bir kudret ve kibriya sahibidir.Nur Külliyatı’ndan Dokuzuncu Sözde de aynı mânâ bir başka şekilde işlenmiş ve namaz tesbihatıyla bu hakikatler arasında harika bir ilgi kurulmuştur.O dersten öğrendiğimize göre, insan kendi kusurunu, noksanlığını bilerek Rabbini tespih eder ve “Sübhanallah” der.fakrına bakarak Rabbinin sonsuz nimetlerini hatırlar ve “Elhamdülillah” der. Aczini görerek Allah’ın kudret ve azametini düşünür ve Allah u Ekber der.