BUGÜN bir başkayım, ağlamaklıyım. Coştun yine deli gönlüm, göz yaşım gibi çağlar mısın. Unuttuğumuz o kadar çok şey var ki, biri çıksa da hatırlatsa bunları tek tek. Ağlamak gibi, sevmek gibi, dostluk gibi, vefâ gibi. Hele vefâ, eski İstanbul’da belki de bir semtin adı şimdilerde. Yıllardır aradığım, bir türlü ulaşamadığım ilkokul öğretmenimi buldum nihayet. Kader karşıma çıkardı bir gün. Hayattalar, sıhhat ve afiyetteler. Sevgili anneciğiyle beraber yaşıyorlar. Kimi kimsecikleri yok, bir başınalar. Birbirlerine karşı hiç tükenmeyen sevgileri var. Sevgileri dostlar başına. Hiç de yalnız değiller. Allah’la beraberler.

Severdim öğretmenimi. Çocukluk duyguları işte, ayıp olur mu söylesem acaba? Çocukça, safça bir sevgi miydi bu? Yoksa platonik mi desem. Ama üzerinden kırk sene geçmiş. Şimdi, bu sabah vakti arayıp da kendisine onu ne kadar çok sevdiğimi ve hâlâ yüreğimde adını yıllardır unutmayıp hep andığımı söylemek istiyorum. Söyleyemeyip de saklamanın ne manası var? Bir kırk sene daha beklemeye zaman var mı? Bu sabah bir cesaret, bir kuvvet var içimde, Rabbime şükrediyorum. Yüreğimde resmini gördüğüm tüm dostlarıma, gönülden sevdiklerime, tek tek ulaşıp sevgilerimi söylemek istedim. Ve söyledim de. Oh, hayat varmış. Söyleyememek de ayrı bir azapmış. Kalbimin tam ortasında günlerdir nasıl bir ağrıydı ki bu, atsan atılmaz, satsan satılmaz. Gölge değil ki sessiz sedasız ardından gelsin. İçime oturmuş, ağır mı ağır çıkmıyor bir türlü. Perişan etti bu duygu beni.
Bu derdi içimden atmanın sırrını, sevgili Peygamberimin bir tavsiyesinde buldum. Hani bir gün ki sahabeden biri gelip; “Yâ Resulallah ben filân kişiyi çok seviyorum” der. Hz. Peygamber “Madem bu kardeşini seviyorsun niye gidip de ona söylemiyorsun?” Bu tavsiye üzerine o sahabe o adamın yanına varıp, sevgisini açıkça söyler ona. O da “sen gerçekten sadece ve sadece Allah adına mı beni seviyorsun, bunu söylemek için mi geldin?” der. “Evet sadece bunun için.” Adam da “Allah da ne muradın ve ne hayrın varsa sana versin.” der.
Bugün dört dönüyorum ama içimde bir rahatlık var. Duygularımı susturmak istemiyorum. Gerekeni yapacağım, tüm gönülden sevdiklerime çekinmeden sevgimi söyleyeceğim. Asla bir eziklik, asla bir mağlubiyet ve bir noksanlık hissetmedim bunu söylerken. “Sevdiğimi söylemezsem, bu sevgi beni boğar.” diyen Yunus gibi boğulmak istemiyorum sevgimin engin sularında. Sevgisizlikte boğulanları gördükçe, bu kadar geniş bir kalbi, bu kadar kocaman bir sevgiyi verdiği için Yaratanıma şükrediyorum. Herkesin zenginliği kendine göre. Kimi akıl, kimi kalp, kimi ruh, kimi dünya, kimi de ahlâk zengini. Sayısı az da olsa kimisinde de bu zenginliklerin hepsi birden var.
Şimdi dünyamız tehlikeli bir dönemece girdi. Bunu görüyorum, kalbimin tâ derinliklerinde hissediyorum. Dünyanın hiçbir devrinde bu kadar çok insan ölmemişti. Sevgisizlikten ölüyorlar, sevgisiz kaldıkları için öldürüyorlar. İnsanlar ölüyor bir bir sevgilerini söyleyememekten. Bombasız ölümler paramparça ediyor insanları. Kalplerinde patlıyor. Sevgimizi söyleyememenin cezasını çok ağır ödüyoruz. Sevemeyecek kadar kusurlu değil bu insanlar. Sevilmeyecek kimseler de yok değil. Ama nedense kalpler bir araya gelip de birbiri ile buluşamıyor bir türlü.
Deldim kalıpları, paramparça ettim bu sabah. Yıktım sahteliğin samimiyetsizliğin kartondan setlerini. Anladım ki, bu tuzağın da arkasında şeytan varmış. Sevgi fakiri, bilgi fakiri, marifet fakiri, ahlak fakiri rezil şeytan. Beter ol. Şimdi onun yanında, onun safında olmak istemiyorum. Kâinatın mayasında, hamurunda, yaradılışında madem ki sevgi var, yaradılış sebebimiz bu, o nur ile, o sevgi ile Yaratanımın eseri olan her şeyi sevebilirim. Mâni yok. Kâinatın özeti olan bende ve benim özüm olan o küçücük kalbimde bütün kâinatı kuşatacak bir sevginin meyvesi onun içine konulmuş.
Hele temiz ve yumuşak bir sesle, seslenin birine. Adını söyleyin o kişinin hele bir kendisine. Sevginin yaptıramayacağı iş mi var bu dünyada. Yanlış telaffuz ede ede, hoyratça kullanıla kullanıla perişan olmuş isimlerimiz. Dışarıdan bir sese, kalbinin bütün kapılarını ardına kadar açacak bir sese, ihtiyacı var insanların. Hz Peygamber böyle bir sesti. Kuran da bir sesti asırlar arkasından seslenen. O seslerin ardında Allah’ın sözü, kelamı vardı. Selâmı vardı Rahman’ın. Kâinatı sarıp sarmalayan, gül goncası gibi kuşatan sevgisi vardı Allah’ın. Yaşanır mı bu dünyada bir an bile, o sevgi var olmasa. Güneş çekilip gitse yaşanır mı bu dünyanın karanlıklarında. Katlanmaya değer mi? Sevgisiz kalpler, karanlıktan da beter. Ruh atılmış, çürümüş, terkedilmişliğin mahzenlerinde unutulmuş. Dışarıda ne var ondan da bihaber. Dışarıda ne mi var? Dışarıda delikanlı bir bahar var. Rengarenk meyve sepeti yaz var. Dua ve niyaz var. Gencecik sevgiler var. Ölmemiş aşklar var henüz. Sahteler ve gölgeler dünyasında yaşayan, kalbi mahzun ve kalbi kırık olanlar için müjdeler var.
Yakışmıyor. Yakışmıyor bize, insana, kâinatın gözbebeğine. Hani Allah’ın yarattığı bu kâinat onu bilen ve tanıyan bizler içindi. Seccade kadar malı mülkü olmayan ben, kâinatın Yaratıcısı’na olan imanımla ve bağlılığımla bırakın dünyayı, geçin cenneti, daha da ötelerine sahip olacak, O’nun rızasına erişecek, O’nun adına açılacak, genişleyecek bir sevginin, inancın sahibiydim ben. Ne oldu bana? Elimde delikli bir kalbur, koca denizlerin sularını boşaltmaya çalışıyorum güya. Biter mi hiç? Koyuyorum dolmuyor. Bir türlü boşalmıyor. Ömrüm tükeniyor boş işlerin peşinde. Dillerde sakız oldu sevgi sözcüğü. Ama işin bir gerçeği var anahtar bir sözcük bu. Yanlış sevdiğimiz şeyler ya tanımıyor, ya bilmiyor bizi ya da arkadaşlık edemiyor yolculuğumuzda. Allah’ın rahmetine, şefkatine yol bulup gitmeli bu sözcük. Sevgi, muhabbet, aşk, sevda her neyse. Yanlış yerlerde kullanmamalıyız onu. Ama olmadı. Nefsimizin yolunda feda ettik. Kalbin ve ruhun yönüyle sevemedik. Sevgileri yok yerlerde harcadık. Yanlış pazarlardan mal aldık mal sattık. Yığdığımız maldan bir eser yok şimdi. Kırk yıllık kulluk buğdayını didiklemiş götürmüş fareler. Ambar boş, kalpler boş, ruhlar bomboş. Şimdi yeniden doğmanın, doğurmanın, kalpleri; Allah sevgisiyle doyurmanın, doğdurmanın zamanı. Bunu gördüm, bunu yaşadım kendi nefsimde bu sabah. Sözüm yok dışarıdan kimseye, sözüm yok nefsimden gayrısına.
Yerinde sarfedilmeyen bir sevginin cezasını ve belasını dünyada dahi çekiyor kalbim. Binlerce duygum, latifelerim bozulacak, dökülecek, kaybolacak şeylerin peşinde ticaretini bilmez bir tüccar gibi, tedavülden kalkmış paraların peşinde koştu, koştu da ne oldu? Yoruldu bugün, ihtiyar oldu gönlüm. Yolumun üzerindeki işaret levhalarını yanlış okuduğum andan beri gittiğim yolun beni istediğim yere çıkamayacağı belliydi. Ben bu yollarda olmamalıydım. Nevrim dönmüş pusulamı şaşırmışım meğer. Hala dönüş yolunu geliş yolu zannediyorum. İstanbul yerine Ankara’ya giden yok ama Allah’a giden yolda yanlış yollara saplanan çok. Belli ki sanatkar unutulmuş O’nu bildiren manevi güzellikler kaybolmuş.
Bir çiçeği eğilip de koklamak değil ki maksat. Bir çiçekten Allah’ın o sonsuz güzelliğine yol bulmalıydım. İşaretler, biz doğru yolun yolcuları içindi. Yaratılan ne varsa her şey; çiçekten yıldıza kadar, yapraktan ağaca kadar hepsi Allah’tan bize bir işaretti. Fanilerden bakiye yol bulup geçemedik. Sevginin kaynağına ulaşamadık. Düştük uyandık, kalktık yine gaflete daldık. Horoz sesleri, köpek ulumaları arasında bir sabah şu ezan seslerinin de davetiyle, uyan be gönül uyan artık. Uyan da yanlışını gör, yanmadan önce uyan artık.
Ey nefsim başına gelecekleri bir bilsen. Bu dünyada gördüğüm çektiğim azaplar ötelerden bir işaret. Küçük bir tecelli. Adil isminin zayıf bir gölgesi. Şimdi Rahman, kucağını açmış atıl Rahmetime diye beklerken ne diye gecikiriz, neden yaparız bunu anlayabilmiş değilim. Namaz desen sonra, sohbet desen yarın, yazmak okumak desen ileride, nesi varsa hayıra davet eden her şey çok uzaklarda. Halbuki ey nefsim yarınlarla randevun mu var? Bu ninnilerle şeytan nefsimi uyutmuş, uyumuşum da uyuduğumdan bile haberim yok. Sanki her ses, uyanışa bir davet. Kalkmam için, gözlerimi açmam için. Gaflet gözünün perdeleri o kadar kalın ki perde değil duvar adeta. Ey kalbim yık şunları bir çırpıda. Yıkılan yerden Rahman’ın sevgisinin ışığı dolsun içeriye. Kuran’ın ruhefsa ikliminde gider açlığını.
Katranı pekmez diye yalayan nefsim. Hakikatine bir geç de eşyanın, neymiş gerçek sevgi, neymiş gerçek lezzet o zaman ayılacaksın, anlayacaksın. Sevgili Peygamberim güzel söylemiş bu günleri görerek; “İnsanlar uykudadır. Ancak ölünce uyanırlar.”
Allah’ım bir rüyadan da kısa olan bu dünya hayatında gaflet uykusuna daldırma beni. Bir sesle, bir nefesle, Habibinle, Sevgilinle, Kuran’ınla uyandır beni. Uyandır ki Allah’ım uyuyanları da uyandırayım. Sevgilim, sevgili Allah’ım. Daldırma beni karanlıklara, katma yokluğun zindanlarına. Yapamam oralarda, dayanamam bu yerlerde daha fazla eğlenemem. Al beni huzuruna. Gecelerin nuruna. Yüce davetinin adına al da, çıkar beni kuytulardan.
Dualarım adının anılmaya layık bir zamanda yapılan bir dua ise , şu mübarek üç ayların içindeki miraç sırrı adına düşüncelerime de bir miraç nasip et ya Rab. O miraç ki yükselişin, huzuruna varışın, bütün mekânları geride bırakışın ve işte tam orada Peygamberimin sana getirdiği hediyeyi anmak isterim bu anda.
Hani Allah’ım Habibin o miraçta senin huzurunda “dünyadan bana ne getirdin?” hitabına karşı “Sende olmayan bir şey getirdim.” demişti “Bende olmayan neyi getirdin habibim?” İlahi hitabına cevabı “Sende olmayan tek şey, yokluk getirdim Allah’ım.” demişti. İşte bu Miracın bin bir sırrı içinde erimişliğin, yok olmuşluğun, şu dakikada bitmiş ve tükenmişliğin adına Sen, her bir güzel isminin arkasında ebedi hazinelerinin definesinin sahibi olan Allah’ım. Duygularımı bu hazinenle şereflendir. Sensin bu kâinatın sultanı. Ebediyetlerin hükümdarı. Kalbimin ve sevgimin sahibi. Kâinatı ve sevgimi yaratan, sevdiklerimi yaratan. Feda olsun tüm yarattıklarının yoluna sevgim ve kalbimdeki tüm mutluluklar. Ne olur bu biricik sermayemi yanlış yerlerde kullandırma. Yanlışa yönlendirmeye çalışan şeytanımdan ve nefsimden sana sığınıyorum. Bir meleğin eliyle kalbime bir nur, bir ışık gönder. Adımlarım yanlışa kaymasın.
Peygamberimin sohbet arkadaşları hayatlarının her anı bir yana hayallerini bile israf etmeyen o erişilmez kahramanlar o sönmeyen yıldızlar, karanlık dünyamızın kutupları adına Bedir’de Uhud’da şehit düşenler adına affet. Şehitlerin efendisi Uhud’un hatırası Hz Hamza’yı da, Hz Peygamberimin onun üzerine dökülen bir damla gözyaşını da katarak affet Allah’ım. Affet ne olur. Yaratılış toprağıma kattığın bu mayanın, bu sevginin hatırına affet. Doğru adrese ulaşamayanlar adına, yanlış sevgilerde boğulanlar adına, sevgisizlik çölünde bitenler, yitenler adına beni, onları ve tüm duama katılanları, hepimizi affet.
Ruhumuz yanıyor ormanlarından beter. Rahmetinle serinlet kalbimizi. Allah’ım Bediüzzaman’ın ve Risalelerin diliyle, Aldülkadiri Geylani’nin Günyet-üt-Talibin’in diliyle, İmam-ı Rabbani’nin Mektubat’ı, İmam-ı Gazali’nin İhya’sının ve Kimyayı Saadetinin diliyle, Mevlânâ’nın Mesnevi’sinin diliyle, ne varsa hakkı anlatmak için yazılmış bütün bu güzel eserlerin diliyle, fikriyle, adıyla, canıyla, şanına yakışan bir güzellikte bu güzel insanların dualarıyla. Şah-ı Nakşibend’in duasıyla, şah dualarıyla, ey şah damarımdan da bana yakın olan şahların şahı, padişahların padişahı, dünya ve ahiretin tek Sultanı affet bizi. Üç aylar hürmetine, bu ayların içerisindeki mübarek geceler hürmetine, miracın, beratın, kadir gecelerin hürmetine beratımızı elimize ver Ya Rab. Miracımızı nasip et, ömrümüzde bir defa da olsa secdelerde sana yükselmiş, affedilmişliğin, yeniden doğmuşluğun sırrını bize nasip et.
Kırık dökük dilimle ve kalemimle söylediğim bu dualar için de af diliyorum senden. Şanına layık bir övgüyü kim yapmışsa, kim etmişse o duayı aynen benim adıma da kabul et ya Rab. Öyle bir dua olsun ki bu, bütün zamanlarda kâinatın her yerinde bugüne dek yapılamamış, söylenememiş, gizli kalmış ne dilekler, ne salavatlar, ne takdirler varsa yapılması gereken tüm zamanlar tüm kainatlar ve bilmediğimiz o zaman öncesi için bile bizden, hepimizden lütfen bunu sonsuz bir dua olarak kabul et ey Allah’ım. Huzuruna çağırdığın, dualar ettirdiğin, adını dilime andırdığın için de sana hamd ediyorum. Söyletmeseydin söyleyemezdim. Ettirmeseydin edemezdim. Durdurmasaydın duramazdım. Ey kalbimin sahibi Rabbim. Sen ne güzelsin. Sana gerçekten sırılsıklam aşık olamadığım, Seni layıkıyla sevemediğim, bütün karanlık dakikalarım için şuan affeder misin beni? Bağışlar mısın? Yüzüm yok ama çağıran Sen, davet eden kuranın, en sıkıntılı anımda bile beni unutmayan bir de Peygamberin var. O gün büyük günahları işleyenler için edeceği şefaati var ya. Onu hatırladıkça mahşer meydanının o dehşetli anından, o günkü korkulardan bile kurtuluyorum bazen bir an. Hani herkes Cennete taşınsa da bir tek ben kalsam o meydanda garip, yetim, şaşkın o sonsuz rahmetinin tecessüm etmiş şekli olan Peygamberin bırakmaz beni oralarda, mahşer meydanında. Döner de alır senin izninle, alır da katar ümmetinin arasına. O’nun hayatını okuduğum bütün kitaplarda görebildiğim ince bir sır bu.
Bir ağaç şefkat sırrıyla anne gibi dalından düşen bir yaprağının üzerine nasıl titrer, çürümüş, solmuş, bitmiş de olsa nasıl bir kenara itmez, kendinden ayırmazsa onu, benim Peygamberim de günahlarıyla solmuş, çürümüş, tükenmiş olan beni ümmetinden ayırmaz, şefkatinden uzak tutmaz diye düşünüyorum ve ümitleniyorum.
“Solmuş da olsa bu yaprak da bizdendir, benim ümmetimden bir parçadır, ayıramam. Onu almadan bu meydandan gitmem” diyeceğini hayal ediyorum ve buna tüm kalbimle inanıyorum ey benim sevgili Peygamberim. Sen ki herkesten fazla sevgiye, anılmaya layıksın. İnsanlar bilmedikleri, görmedikleri halde seni sevmeye mahkûmlar. Hiç bir sebep olmasa bile sırf bu şefkatin yüzünden Sen herkes tarafından tanınmaya ve sevilmeye layıksın. Mıknatıs demiri nasıl çekerse kendine Sen de insanları öylesine çekiyorsun şefkatine, şefaatine doğru. Kimsenin bizi bilmediği bu dünyada üzerimize titreyen bir Peygamberim var ya Allah’ım bu şeref ebediyen bize yeter, yeter de artar bile. Allah’ım bütün insanlar adına o Peygamberime sevdiğimi söylemek, O’nun tarafından sevildiğimi bilmek istiyorum kabul et bu duamı. Sevdiğimi söyleyememek bugün bir azap olmaktan çıksın artık. Bir adım atsak bir kapı aralanacak. Sevgisizliğin ateşiyle yürekleri dağlananlara, yananlara bir serin, bir hafif ve latif rüzgâr esecek. Nedendir, nasıldır söyleyememek, diyememek? Hiç ertelemeye gelir mi?
Vaktinde yapamadığım her şey için yürekten acılar duyarım. Pişmanlıklar yaşarım. Turnikeler kapanınca, kendisi bu yanda sevdikleri öte tarafta vapurda kalan bir yolcunun çırpınışı gelir hep aklıma. Hayat vapurunu kaç saniyeyle kaçırıyoruz acaba. Kaç nefes arası kim bilir neler neler kaybediyoruz. Ne fırsatlar eriyor elimizde ve ömrümüzde, sabun köpüğü gibi. Sevgileri ertelemeye gelmiyor. Onu hatırlamak için ise sevgililer gününü beklemeye hiç gelmiyor. Allah sevgiyi sürekli yarattığına göre kalplerde onu sürekli vermek, sürekli tazelenmek gerek. Verdikçe azalmayacak şeylerden biri de sevgi. Kuyunun suyu gibi aldıkça gelir. Daha fazlası yerine verilir. Yeter ki sen ihtiyaç içinde kıvrananlara ulaş.
Allah’ım yanlış adreslere yönlendirme sevgini. Senin adına Peygamberimin adına olunca sevmekler de güzel sevgiler de. Ezana bile bakışım değişti bu an. Allah bizi sevgisine, sevgisinin yanına, dünya gurbetinden, yalnızlıktan, sevdiklerinin safına hayran olunacak kadar, şaşılıp kalınacak kadar, sonsuz güzelliklerin yanına çağırıyor. Kurtuluşa, özgürlüğe, nefsin kölesi haline gelen ruhumuzu özgürleştirmeye çağırıyor. Kim diyor ki kölelik kalktı diye? Nefis denen bezirgan; bedenimizi, ruhumuzu, tüm duygularımızı şeytana satıyor. Köle pazarında satılıyoruz, ucuza gidiyoruz. Bir yanda Rabbim nefis ve malımızı neyimiz varsa, hepsini kendisine ait olan her şeyi yine ona satmamızı istiyor. Biliyor elimizde kalsa onu mahvedeceğimizi, tüketeceğimizi. Sat, Allah’a ver, hayatını verene ver. Hayatını ver kurtul ey ruhum, kurtul bu zahmetlerden. Ya nefsinin, ya da O’nun kölesisin. Bir kölenin iki efendisi olmaz.
Benim sultanım, benim efendim. Geldim efendim, döndüm efendim. Hatamı bildim efendim. Affet ruhumu, esaretinden kurtar Rabbim. Aramıza nefsimin ve şeytanın girmesine izin verme. Ne olur Allah’ım. Söyleyemeyenlere, sevdiklerini diyemeyenlere söyleyecek bir an, bir zaman, şu an, şu yazıyı okudukları an, ne olur an içinde an zaman içinde zaman yarat ki, razı olduğun bir an olsun o ruhlarda, bir bayram olsun o yıllardır kavuşamayanlara buluşamayanlara. Buluşsunlar ve kucaklaşsınlar. Sevgileri gözyaşı olup çağlasın, gözyaşının içinde yüzsünler. Ebedi bir hazzın içinde sevgilerinin saltanatını sürsünler. Yaşamak neymiş, hayat neymiş, sevginin gerçeği neymiş, gerçek gönül zenginliği neymiş bir kere tatsalar, bir kere hissetseler içlerinde bunu, mesele kalmayacak. Bugün açıkça sevgimi söylediğim, söylemekten çekinmediğim ilkokul öğretmenimle kısa bir sohbet ettik telefonda. Eline geçen dergi ve kitaplarımızı okuduğunu söyledi. O kadar hoşuna gitmiş ki “Ruhuma uygun kitaplar neşretmişsiniz, yazılar yayınlamışsınız. Tebrik ederim sizi. Keşke seni bir yıl değil de beş yıl okutsaydım ilkokulda.” demişti. Ben de kendisine teşekkür ederek bu güzel dileğini şöyle cevaplamıştım “Hocam Allah yolunda ha bir an ha milyon sene. O’nun yolunda bir an ebedidir. Sizin benim için söylediğiniz bu duayı dualarımın arasına alıyorum hem sizden, hem benden, hem sevdiklerimizden Rabbim bunu ebediyen kabul etsin.” dedim. Evet, Allah için olduktan sonra geçmiş gelecek denen zaman mefhumu ortadan kalkıyor. Bir an ebediyet oluyor. Keşkeler toplanıp, eyvah olmuyor artık. Şikayete gerek yok. Bu sırrı yakaladığınız an sonsuzlukta bir an oluyor yaşadığınız o an. Çok ama çok sevdiğim birisine, bir gönül dostuma şu soruyu sormuştum günün birinde: “Bugün ömrünün son günü olsa ne yapardın?” diye. Hiç tereddüt etmeden şu cevabı vermişti: “Bütün dostlarımı arar tek tek onları ne kadar çok sevdiğimi söylerdim.” Bu basit bir görev mi sizce? Bence değil. Bu bir kıvam meselesi, dem meselesi. Bir ömrün hayat felsefesi. Herkes yumurtayı pişirir ama rafadan yapmak kolay iş değil. İşte hayatın içinde pişmiş bir fikrin hayali de bu kadar güzel oluyor. Aman canım demeyin. Nasıl olsa o gün gelecek. Bugünden başlayın, o günü bugün bilin isterseniz. Denedim kendimde bugün bunu. En küçüğünden en büyüğüne kadar aradım, söyledim sevdiğimi. Başka yollarda uzaklarda ulaşılamayanlara da en kalbi dualarımla beraber sevgileri de katıp gönderdim yanlarına. Ulaştığına inanıyorum geri çevrilmediğine. Çünkü daha duaları eder etmez sevgilerimi dualara katıp gönderdiğim an kalbim yumuşamıştı, gözüm yaşla dolmuştu. İnanın. Deneyin bir kere zararlı çıkmazsınız. Kaybedeceğiniz ne var ki? Ben sevdiğimi söyledim ne kaybettim, siz sevdiğinizi söylememekle ne kazandınız? Soruya sorgulamaya açık. Önümüzde duruyor işte hayatımız.
ALINTI