+ Konu Cevaplama Paneli
1. Sayfa - Toplam 2 Sayfa var 1 2 SonuncuSonuncu
Gösterilen sonuçlar: 1 ile 10 ve 11

Konu: Miftâhu Müşkilâti'l-Ârifîn * Âdâbu Tarîki'l-Vâsılîn'den

  1. #1
    Pürheves ceyhun - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Dec 2007
    Mesajlar
    257

    Standart Miftâhu Müşkilâti'l-Ârifîn * Âdâbu Tarîki'l-Vâsılîn'den

    Öncelikle bilinmelidir ki, tarikata girip mürşide teslim olmaktan maksat, Allah'ın velîlerinin edebiyle edeblenip kötü huyları terk ederek hayvani özelliklerden arınıp iyi huylarla huylanmak, böylece marifetullaha ulaşıp enfüsî ve âfâkî (maddî ve manevî) cehennem azabından kurtulmaktır.

    Bunu bildikten sonra şunu da bil ki, velîlerin ahlâkı şu on özelliktir:

    Evvelâ Hak ile işlerinde sâdık ol, yani kendini kurtarmayan inançtan son derece sakın.

    İkincisi halkla daima iyi geçin, onlara insaflı ol, nefsinin isteklerine uyma, ulu kimselere hizmet et, emrindekilere merhamet et, dostlarına öğüt ver. "İnsanların en iyisi, insanlara faydalı olan kimsedir." (Hadis).

    Düşmanlarına yumuşak davran, âlimlere karşı tevazu göster, dervişlere cömertlik et, cahillerle konuşma; velîlerin huyları bunlardır.

    Kim bu huylarla huylanırsa muradına erer, arkadaşları da safâ bulur. Âleme huzur ve rahmet bunun yüzü suyunadır. Böyle bir âşık, gazap vaktinde bağışlar, belki yaramazlık edene iyilik eder. Herkese insaf etmeli; ama başkasından insaf beklememeli, herkese karşı daima iyi hizmet etmeli.

    Bunları anladıktan sonra, ehlullah diye kime denildiğini bil. Bir âşık, ehlullahtan tasavvufu öğrenmedikçe ehlullah olamaz. Ehlullah, tasavvuf ehli ve Hak ehli demektir. Bir kimsenin tasavvuf ehliyle oturması, Hak ehliyle oturması gibidir.


    Nitekim Peygamber: "Allah'la oturmak isteyen, tasavvuf ehliyle otursun." buyurur. Bundan ehlullahın tasavvuf ehli olduğu anlaşılır.

    Şimdi, tasavvuf denilen nedir, ilhad ve sapıklıktan kurtulmak için onu da bil.

    Tasavvuf, zahir ve bâtında ehlullahın edebi ile edeplenmektir. O hâlde, derviş ve tasavvuf ehli, ehlullah demektir. Ona lâyık olan zahir ve bâtın edebi ile edeplenmektir.

    Zahir edebi abdest almak, namaz kılmak, Allah'ın emrettiğini yapıp yasakladığından kaçınmak; helâli helâl, haramı haram bilmektir. Bâtın edebi, yaramaz huylarla hayvanı sıfatlardan kurtulmak, iyi huylarla bezenip eli ve diliyle halkı incitmemek, herkese iyi davranıp hizmet etmek, gönlünü dedikodudan temizleyip Allah 'in cemâlini seyretmeye dalmaktır.

    Şunu anla ki, bu edeple edeplenmeyip belki onu bir yalan tuzağı anlayıp bâtın edebiyle de edeplenmeyerek daima gaflette kalıp halka kin, kibir, hased ve bozuk fikirlerle bakmak değildir. Tek kanatlı kuş uçmaz. Bir vücut iki parçadan meydana gelir: Biri ten ve biri can. Onun zahiri (dışı) ten, bâtını (içi) candır.

    Eğer dinin emirlerini yerine getirirsen tenin şükrünü edâ etmiş olursun. Tensiz can olmadığı gibi, zâhirsiz de bâtın olmaz.

    Selim Divane Kırımî el-Nakşbendi (K.S.)

    Müşkilâti'l-Ârifîn * Âdâbu Tarîki'l-Vâsılîn
    " Sohbet sünnet-i müekkededir ; en az iki günde bir bu sünnet yerine getirilmeli... "

    Hace Alauddin ATTAR

  2. #2
    Pürheves ceyhun - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Dec 2007
    Mesajlar
    257

    Standart Tarikata girmekten maksat

    Kimseyi incitme. Halka karşı iyi davran, son derece edepli ol. Allah 'a ihlâs ile ibadet et. İbadetinde herhangi bir maksat olmasın. Kendini değersiz, hakir ve âciz gör. Hakk'ın varlığı katında kendini yok bil. Sürekli olarak aczini belirtip niyaz et. Gurur ve davadan uzak ol. Halka karşı iki yüzlülük yapıp keramet göstermeye kalkma.

    Tarikata girmekten maksat nefsin hilesinden kurtulmaktır. Kibir, gurur ve iddia nefsin büyük hilesidir. Eğer sen iki yüzlülük edersen nefsini Müslüman etmemiş olursun, o hâlde nasıl evliya olursun?

    Velî diye, kendisini nefsin gurur ve hilesinden, varlığından kurtarıp nefsini zabdetmiş olan âşıka denir.

    Kendini kimseden büyük görme; sen nasılsan, herkes öyledir. Hakikatte kimse kimseden büyük veya küçük değildir. Herkesin isteğine göre hareket ederek gönüllerini alıp onlara yardım et. Böyle yaparsan Hak senden razı olup her yüzden sana cemâlini gösterir.

    Muhammediyye sahibinin:
    "Bana ne kilise, ne cami gerekir; benim istediğim o mürşiddir.
    Onu cilâlı bir yüzeyde görüp her yüzden görüneyim."


    dediği buna işarettir; yani Hakk'ın rızâsını isteyen Hakk'ın her yüzünü (görüntüsünü) hak bilip herkesin gönlünü alarak herkese yardım eder.

    Eğer sen Hak âşığı olup Hakk'ı seversen, kimseyi incitme, herkesi sev. Herkesi hak bilip onlara hak nazarı ile bak, herkesin hakkını ver. Herkesin hakkını vermek, Hakk'ı nasıl seversen, herkesi öyle sevmektir. Gerçek ile taklit bunda belli olur.

    Bunları anladınsa, şunu da bil: Gönlü temizleme vasıtası dörttür. Velîlerin Hakk'a sülûku bu dört şeyledir: İlki daima Hakk'ı zikretmek, ikincisi hayır ve şer herşeyi gönülden çıkarmak, üçüncüsü halka düşmanlık etmeyip herkese merhamet ve şefkat ederek kendine istediğini halk için de istemek, dördüncüsü murakabe, yani devamlı olarak Hakk'a teveccüh etmek, can gözünü açıp eşya ve halkı Hakk'a perde yapmayıp sürekli müşahedede bulunmaktır.

    Eğer Hakk'ı kendinde görmek istersen, kendinden geçip kendi hasedini gör; yani kendini yok edip Hakk'ı ispat et. Sanki sen yok gibi olup senin vücudundan duran, gören ve işiten Hak'tır diye Hakk 'a öylece yönel.

    Bir âşık bu dört şeyi elde ederse taklitten kurtulup hakikate erişir. Günden güne ilerleyerek herşeyin aslına erer. Tevhid-i Bârî'de (Allah'ın birliğinde) kuvvet bulup gittikçe Hakk'ı anlaması ve bilmesi gelişir, Hakk'a yakınlığı artar. Halkı çok sevmek, Hakk'a yakınlığın fazla olmasındandır. Bu dört şey elde edil-medikçe bu yakınlık kimseye nasip olmaz. Kendi zannına göre, Hakk'ı bildim ve ona ulaştım, der; ama yalandır. Çünkü Hakk'ı bilince halkı sevmek gerekir ve halka iyi muamele etmek gerekir.

    Hakk'ı bilmek son derece zordur, söz ile olmaz; bu terke, kâmil mürşide ve ilahî cezbeye muhtaçtır. Cezbeye bu dört nesne getirir. Cezbeye ulaşamayan âşık, marifet menzilinde kalır, hakikate ulaşamaz; çünkü gafletle menzil alınmaz. Daima bir makamda bulunur, belki gaf-leti çok olduğu için menzilinden bile düşer. Yani başlangıçta Hakk'ı ararken bir âşık ortaya çıkar, sonra kâmil mürşide rastlar. Aşkı yanlış anlayıp kâmil oldum zannedip mahvolur, sırf emmâre nefis mertebesinde kalır. Kendinden haberi olmaz.

    Allah korusun, kendisini amelsiz ve halsiz kuru söz ile bildim, evliyadan oldum zannedip gururlanarak Allah 'a âsî olur.

    Selim Divane Kırımî el-Nakşbendi (K.S.)

    Müşkilâti'l-Ârifîn * Âdâbu Tarîki'l-Vâsılîn


    " Sohbet sünnet-i müekkededir ; en az iki günde bir bu sünnet yerine getirilmeli... "

    Hace Alauddin ATTAR

  3. #3
    Pürheves ceyhun - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Dec 2007
    Mesajlar
    257

    Standart Evliyaullah

    Evliya bizim gibi gafil, nefs ve tabiat esiri değildir.

    Onlar? kendi şum nefislerimize k?yas etmeyelim.

    Onlar nefislerinin kulu değillerdir, nefislerine tapmazlar; Allah'a taparlar. Ama bizler daima nefslerimizin arzular?na tapar?z.

    Onlara eşya asla perde olmaz; ama bizlere hep perdedir. Çünkü biz hazan gaflet edip eşyay? Hakk'a perde yapar?z.

    Eşrefoğlu Rûmî:
    "El ele tutuşarak Hak'tan yana koşa koşa gidelim,
    bu yolda ak ve karalar bizi aldatmas?n."
    buyurur.

    Yani çabuk bir şekilde Allah '? düşünerek eşyan?n örtüsünü kald?r?p Hakk'? görelim, eşyay? Hakk'a örtü yapmayal?m, demek ister. Yani Hak ile beraber olup gaflet etmeyelim, demektir.

    Ehlullah?n sülûku asla gaflet etmeyerek can gözünü aç?p eşyan?n örtüsünü kald?rmak, eşyada Hakk'? görmekmiş. Eğer eşyay? Hakk'a perde ederek Hakk'? göremeyip eşyay? görürsen, Hakk'? bilsen bile fayda etmez. Çünkü bilmek, görmek içindir; eğer görmedin ve bilmedin, sen de zahir halk? gibi gafilin biri oldun. Velîler gaflet etmeyip Hakk'?n emriyle dönerler, yani Allah Taâlâ ne yüzden cemâlini arz ederse, onlar gaflet etmeyip onu görürler.

    Bunlar? bildikten sonra, şimdi havât?r? (fikirler) da bil.

    Havât?r üçtür:

    Biri nefsânî, biri melekî ve biri de Rahmanî'dir.

    Nefsânî olan fasit bozuk fikirlerdir.

    Melekî olan namaz k?lmak, oruç tutmak, zikir yapmak gibidir.

    Rahmanî olan ise Hak'tan başka her şeyi tamamen gönülden ç?kar?p Hakk'?n her yüzden zuhuru ile her fiillerini kendinde ve halkta görmektir. Meselâ şimdi burada otururken seni ordan kald?r?p başka bir yere götürür. Bütün bunlar? gaflet etmeyerek kendinden bilmeyip Hak'tan bil.

    Baz? velîler şöyle buyururlar:

    S?rlar?n s?rr?n? hakikatte cihanda hâl ehli anlar, avam olan ne bilsin, aşk hâlini vebal san?r.

    Kalb âlemine temizlenmeden girebileceğini mi san?rs?n!

    Gönül hâlini beyan etsen, görmeyi bilmeyenler hayâl san?rlar.

    Hâl ehli olanlar, Levh-i Mahfuz kitab?n? okurlar, zahirde kalanlar ise yemin olsun ki bir dedikodu san?rlar.

    Beka, sonsuzluk kadehinin şarab?ndan nasip almayan çaresiz kimse, dünyan?n zehirini içer de bal şerbeti içtim san?r.

    Her insan aşk rumuzunun hâlini düşünebilir mi!

    Hakikat s?rr?n? herkes ne bilsin, hoş bir hayal zannederler.

    Böyle âş?k daima vuslat namaz? k?lar. Bu makamdaki âş?ğ?n işareti şöyledir:

    Hiçbir şeyi inkâr etmez ve hiç bir nesne görmez. Allah 'in hiç bir şeyi abes olarak yaratmad?ğ?n? bilir.

    Gerek hay?r, gerek şer, hidâyet veya dalâlet her şeyi yerli yerinde yaratm?şt?r. Hepsi hakt?r ve hepsi Hakk'?n dilemesi ile olmuştur, der.Her şey yerli yerinde iyidir. Bunlar?n bize çirkin görünmesi, bizim Hakk'?n hikmetini bilmediğimiz içindir. Eğer Hakk 'in hikmetini buseydin, hiç bir şeyi çirkin görmezdin; halk?n kimisini fena ve kimisini iyi görmezdin. Belki bütün iş ve halk?n hay?r veya şer olsun, bütün hareket ve duruşlar?n?n Hakk'?n emriyle olduğunu bilirdin. Herkesi tamam görüp hay?r veya şer demez, Hakk'? kazanmaya çal?ş?rd?n. Böyle âş?k Hakk'?n yak?nl?ğ?n? kazan?r. Her şeyi Allah'?n ilminde olduğu gibi gördüğü için, konuşmay?p susar; şu şöyledir, bu böyledir, demez. Hiç bir şeyi boş görmeyip her şeyin asl?n?n Hak olduğunu anlar.

    Bu menzilde olan âş?ğ?n alâmeti şudur: Onda asla tarikat ve şeriata ayk?r? söz ve fiil, uygunsuz bir davran?ş bulunmaz. Her şeyi Hak'tan bilip Hakk'?n bütün kudretini anlay?p isbat edince, hiç bir şey için bu böyledir, şu şöyledir, demez.

    Böyle âş?k, bir kimse yalan söylese ve yalan olduğunu bilse bile, yine "eyvallah, gerçek söyledin, haksin, doğrusun efendim", der. Çünkü bilir ki söyleyen Hak't?r ve Hak yalan söylemez.

    Yalan söyleyene "gerçek söyledin", denilir mi, "yalan dalâlettir" dersen, anla ki o kimse Muzill isminin mazhar?d?r. O âş?k, bu kimsede Hakk'?n Muzill ismiyle zuhur ettiğini görür, Muzill ismiyle birleşir, o isminin gereği olarak hak onun yalan söylemesindedir. Hakk'?n bir ismi Yâ Muzill 'dir. Onda Hakk '?n Muzill ismiyle zuhurunu görür.

    Velîler bu mertebede uyan?kt?rlar, bizim gibi gaflette değildirler. Eğer sen yalan söyledin der ve asl?n? bilirsen, Hakk'? yalanc? ç?karm?ş olursun.

    Ey benim can?m! Gaflet etmeyip Hakk'?n herkesten zuhurunu görürsen Hak ile olan yak?nl?ğ?n gittikçe artar, Hakk'?n çok çeşitli olan ilim ve kudretleri ortaya ç?kmaya başlar.

    Evliyâullahtan baz? zâtlar şöyle derler: Hakk'a talip olan kimse gaflet etmesin, gönlüne Hak'tan başka bir şeyin gelmesini engellesin. Eğer âş?ğ?n gönlünde Hak'tan başka bir fikir, üç nefes al?p verinceye kadar durursa, o âş?ğ?n feyiz yolu bağlan?r, ilmullahta ilerleyemez. Gönlünden rûhaniyyet gider. Felçli organ gibi olur, hareket etme, yürüme kabiliyeti kalmaz.

    Hak'tan başkas?n? gönlünden ç?kar. Bütün alâkalar, halk?n zikri, dostluğu ve düşmanl?ğ?ndan kal-binde bir şey kalmas?n; eğer kal?rsa Hak ile senin aranda bir kuyu oluşur. Hak'tan gafil olursan gönlün karar?r, gönlüne gam gelir. Bakt?ğ?n her şeyi bulan?k görürsün. D?şar? ç?ksan daral?rs?n. Bunun sebebi, Allah'?n evi, haremi olan gönle nâ-mahremi koymand?r. Hakk'?n sana, evime nâ-mahrem koyma diye, aç?k bir azap ve ikaz? vard?r.

    Zahir ve bât?n?n? (iç ve d?ş?n?) Hak'tan baş-kas?ndan temizlersen, işte o zaman cünüplükten, abdestsizlikten kurtulup vuslat namaz?n? k?lars?n. O vakit bütün ilim, fiil, söz, davran?ş, hareket ve sakinliğin ibadet ve tâat olur.

    Selim Divane K?r?mî el-Nakşbendi (K.S.)

    Müşkilâti'l-Ârifîn * Âdâbu Tarîki'l-Vâs?lîn
    " Sohbet sünnet-i müekkededir ; en az iki günde bir bu sünnet yerine getirilmeli... "

    Hace Alauddin ATTAR

  4. #4
    Pürheves ceyhun - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Dec 2007
    Mesajlar
    257

    Standart Zahir ilmine güvenerek gururlanma.

    Şimdi susup Hakk'?n halktan zuhur eden çeşit çeşit kudretlerini gör, bât?n hâllerini görmeye ve fikrini ayd?nlatmaya yol budur. Çünkü mâsivâ fikrinden temizlenen gönül basiret ehli olur, her nefeste Allah'?n halktaki çeşitli kudret eserlerini görür. Onun zikri, "Ey Rabbim, ilmimi artt?r." (Taha, 114) olur. Bu şerefli kişi her nefesinde pek çok ilmi öğrenir. Çünkü Allah Taâlâ 'n?n her gün ve her ân sürekli olarak her bir kimsede çeşitli hareket ve fiilleri zuhur eder. Yani Allah Taâlâ herkesin fiilini, hareketini, sözünü ve her hâlini her nefeste farkl? bir şekilde yarat?p başka bir hâl giydirir. Bütün âlemin nefsi ve hareketi sürekli olarak yeniden yarat?lmakta, âlem her ân o yarat?l?ş elbisesini giymektedir.

    Senin can gözün aç?k olmad?ğ? için gaflet edip Hakk'?n her ân yeniden yaratt?ğ? hareket ve durumlar? göremeyerek önceki yarat?lm?şlar, önceki durum ve hareket san?rs?n. Hakk'?n h?z?ndan ve halk?n hareketlerinin birbirine benzediğinden yeniden yarat?ld?ğ?n? görmezsin. Meselâ sen yine o adams?n; fakat Allah Taâlâ senden bir günde, bir saatte pek çok çeşit işler yarat?r; sen ve ben zannetiğin için (ikilikle bakt?ğ?n için) Hakk'?n senden zuhur eden kudretlerini göremezsin.

    Şimdi o şerefli Zât bu mânây? anlar, halk? aradan kald?rarak bütün fiil ve sözleri Hakk'a verirse Hakk'?n fiil, söz ve bütün kudretlerini isbat etmiş olur.

    Sen her vakit Hakk'?n eserisin. Nefsin, ömrün, hayat?n; görmen, işitmen, bütün hareket ve işlerin, her hâlin Hakk'?n kudretinin her ân ortaya ç?kmas?d?r. Sana Hak'tan bir nefes verilir; eğer onun fiilinin eseri senden ve halktan bir an ?rak olsa, bu yarat?l?şlar bât?l olur. Allah Taâlâ her nefeste senin bütün hareket, söz, fiil ve davran?şlar?n? yeniden yarat?r. Sen her nefeste o yarat?l?ş elbisesini tekrar giyersin, ikinci nefeste o hâli değiştirip başka bir hâli yeniden giyersin.

    Hakk'?n bu şekildeki zuhur ve hikmetlerini düşünüp anlayan her âş?k, her nefeste yeni bir ilim öğrenip daima yükselir.

    Bu halktan bütün bu hareket ve fiilleri yaratan Hak't?r. Sen halk san?rs?n ve ben san?rs?n. "Ve biz ona şah damar?ndan daha yak?n?z" (Kaf, 17). Hakk'?n "nahnü/biz" dediği herkese işarettir; yani herkes bir taraftan onun ayn?d?r. Şimdi bunlar? böylece Hak'tan görüp, bu fikirde olmak hay?rl?d?r.

    Bu s?rr? bilmeyenlere, Kur 'ân'?n pek çok yerinde: "Düşünsünler, düşünüyorlar, tefekkür ediyorlar." (Meselâ bkz., Haşr, 21; Câsiye, 13 vd.) buyuruldu. Tefekkür bir senelik ibadetten hay?rl?d?r; ama Hakk 'in Zât?'n? düşünmek hatad?r. Hakk'?n bu zuhurlar?n?, bu garip hik-metlerinin s?rlar?n? düşünmek gerekir. Dokunulmam?ş, işlem görmemiş temiz bir defter gibidir, demişler.

    Tefekkür, bât?l? terk etmektir. Gönlü Hak'tan tarafa sağlamlaşt?rmakt?r. Böyle tefekkürde olan kimse, eşyan?n Hak diliyle Hakk'? zikrettiğini, Hakk'?n ilmini beyan ettiğini görür. Aş?k kendi fikrini terk etse, bir nefes bakar, ayr?l?k ateşine karş? bin y?l aşk?n belâs?n? anlat?r. Ölsem bu dilim zikrine devam eder. Bu gönül, sussam bile fikrine devam eder. Velîlerin edep, sülük ve huylar?n? anlad?nsa, şimdi de hakikî tevhide gelelim, yani velîlerin Hakk'? tevhid etmesi nas?ld?r, onu anla.

    Ey sad?k âş?k, Hak diye varl?ğa derler, bât?l diye de yokluğa. Her ne ki vard?r, Hak 't?r, varl?ğ?yla vard?r; yani bütün varl?klar Hakk'?n vücudundan meydana gelirler ve yine Hakk'?n vücuduna dönerler. Peygamber "Ondan meydana gelir ve ona döner." buyurur. Bütün eşya hakikatte Hakk'?n vücudundan meydana gelir ve yine Hakk'?n zât?na geri döner. Buna mebde ve mead (başlang?ç ve son) s?rr? derler. Niyâzî-i M?srî'nin, mebde ve mead nedir, bana bunlar? bildir, demesi budur.

    Yer, gök ve ikisi aras?nda Hak'tan başka bir şey yoktur. Nitekim Allah Taâlâ: "Allah, göklerin ve yerin nurudur." (Nur, 35) buyurur. Şimdi, nur varl?ğa derler. Varl?k Hakk'?nd?r. Zulümât, yani karanl?k yokluğa derler. Hak'tan başka var olan bir şey yoktur.

    Nitekim Eşrefoğlu Rûmî şöyle buyurur:

    Eşrefoğlu Rûmî'ye Hak nerededir? diye sorarsan,
    yer, gök; arş ve kürsî ile bular?n aras? dopdoludur, der.

    Her ne kadar aç?klarsam, gizliliğini o kadar art?r?r; o ortada iken bütün aç?klamalar onu gizlemekten başka bir şeye yaramaz.

    Aşağ?dan yukar?ya her ne varsa, hepsi tek bir zâtt?r; ama pek çok değişik s?fat ile görünmüştür.

    Zât tek bir tanedir; ama s?fatlan pek çoktur. Fanusa bak ve gör, onun mumu zât?n nuru olmuştur.

    Allah Taâlâ, "O evvel, âhir, zahir ve bât?nd?r." (Hadîd, 3) buyurur. Şimdi bundan anla ki, gizli veya aç?k, O'ndan başka bir şey yoktur. Hep O'dur. Nitekim, "Nereye dönerseniz Allah'?n yüzü (zât?) oradad?r." (Bakara, 115) buyurur.

    Niyâzî-i M?srî şöyle buyurur:
    Nereye bakarsam, orada dostun yüzü vard?r, gözümü ondan ay?rmam;
    Dilimden onun sözü, zikri gitmez, sürekli dost dost diye çağ?r?r?m.

    Şimdi bu makamda ârif-i billah şöyle der: "Ben her şeyde, önce ve sonra ancak Allah '? gördüm." yani ben bir şeyde Allah'tan başkas?n? görmedim veya ilk ve son, önce ve sonra yaln?zca Allah'? gördüm, demektir. Çünkü bütün eşya yani varl?k, Allah'?n cemâl perdesidir. Ârif-i billah, gaflet perdesini kald?r?p eşyay? Hakk'a perde yapmayarak can gözüyle daima Hakk'? görendir.

    Nitekim Nâcî,
    "Eşya bir perde oldu, can gözü bakmaz; can?m seni arzuluyor, cemâlini göster." der.

    Şimdi vuslat?n mânâs?, gönlü Hak'tan başka şeylerden temizleyip eşyay? Hakk'a perde yapmadan her ân onu görmektir. Eğer eşyay? perde yaparak Hakk'? görmeyip eşyay? görsen, Hakk'? bilsen bile ona vuslat demezler, ayr?l?k derler.

    Nitekim Şemsî şöyle der:
    "Allah'a hamd olsun ki, Allah'? düşünmek akl?m? ald?; dilimdeki Allah zikri bana dost oldu.
    Ey sûfî, eğer gönül aynas?n? saflaşt?r?p temizlersen, sana bir kap? aç?l?r ve Allah'?n cemâlini apaç?k görürsün."

    Sûfî eğer gönül aynas?n? temizlersen, dediği; gerçi sen Hakk'?n tam bir mazhar?s?n, fakat Hak'tan başka şeyleri gönlünden ç?kar?p gönlünü temizler ve onlar? perde yapmazsan, Allah 'in cemâlini eşyada apaç?k görürsün. Eğer gaflet edersen, Hakk'? göremezsin, demektir. Hakk'? görmek, eşyadan perdeyi kald?rmakla olurmuş.

    Hazret-i Peygamber, "Ya Rabbi, bana eşyan?n hakikatini göster." buyurmuştur. Eşyan?n hakikati Hak't?r, yani ey Rabb'im can gözümden gafleti kald?r, cemâlini göreyim, demektir. Çünkü hakikatte bütün eşya, Hakk'?n vücudundan meydana gelir, yoksa Hak son derece latif ve gizli olduğundan idrâk etmek mümkün olmazd?. Kendi zât?nda olan bütün kudretini göstermek ve görmek istedi, halk yüzünden göründü. Yani zât? s?fat?na tecellî etti. Zât? s?fat?na tecellî edip s?fat? yüzünden göründüyse, bizim s?fat zannettiğimiz asl?nda zâtt?r.



    Selim Divane K?r?mî el-Nakşbendi (K.S.)

    Müşkilâti'l-Ârifîn * Âdâbu Tarîki'l-Vâs?lîn
    " Sohbet sünnet-i müekkededir ; en az iki günde bir bu sünnet yerine getirilmeli... "

    Hace Alauddin ATTAR

  5. #5
    Pürheves ceyhun - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Dec 2007
    Mesajlar
    257

    Standart Tevhid

    Tevhid, izafetleri kaldırmaktır, yani tevhid masivayı terk etmektir, dedikleri budur. Tevhid, sıfatı kaldırıp zâtı görmektir, böyle olursa tevhid sahih olur. Çünkü Hak'tan başka vücut, varlık olduğunu isbat etmek şirktir.


    Son derece naz ve istiğna sahibi olup büyüklüğü kendi şanından olduğu için, eşyayı zâtına perde yapıp, "beni göremezsin" (Araf, 143) hitabıyla halktan gizlendi.

    Muhammediyye sahibinin, yüzün seb'a'l-mesânîdir, gören ve görünen kendisidir; fakat göremezsin hitabıyla halkı hayrette bıraktı, dediği buna işarettir. Yani gören ve görünen kendisidir; kendisinden başkası yokken göremezsin, diyerek halkı hayrette bıraktı.

    Niyâzî-i Mısrî şöyle buyurur:
    Güneş olmasa zerre görünür mü?
    Bulut olmasa yağmur damlaları nasıl yağardı?
    Zât denizi dalgasının ucu bucağı yok; eğer onun hava kabarcıkları olmasa cihan ortaya çıkmazdı.
    Ey dost, göremezsin şeklindeki yüce hitabının perdesi olmasa, senin yüzünü herkes görüp anlardı.
    İki âlem gibi şerh eden, açıklayan bir kitap olmasa senin zülfün ile kaşlarının mânâsını kim bilirdi?
    Ey Niyâzî, bir kimsede cehaletin azabı olmasa, vahdet yakınlığının köşesi, hasrı seyretme yeri olurdu.

    Ey benim canım! Senden, benden ve bütün herkesten "sen ve ben" diyen O'dur; çünkü can Hakk'ın zâtından ayrı değildir, ten O'nun sıfatıdır.


    Allah Teâlâ zâtındaki kudretini göstermeyi istediyse; görmeye göz, tutmaya el, işitmeğe kulak, yürümeye ayak lâzım olduysa, senin ve benim vücudumuzu kendisine vasıta yaparak "Ben ona ruhumdan üfledim." (Hicr, 29) hitabına göre sana ve bana tecellî ederek bizi diriltip gezdirdi.


    Yüce muradı senin ve benim vücudumdan, hayır veya şer ne meydana getirmek istediyse getirdi. Nitekim "Sizi kendim için yarattım." buyurdu. Bâtın mânâsı sizin vücudunuzu kendi zâtıma âlet olarak yarattım; gözlerinizden gören, elinizden tutan benim; yani bütün söz, fiil ve tasarruflarımı sizin vücudunuzla icra ederim, demektir.


    Niyâzî-iMısrî'nin, "Nefsini bilen Rabbini bilir." ile "Attığın zaman sen atmamıştın." sözlerinin sırrını eğer mümkün ise fark edip tek tek açıklayıver, diye sorduğu budur. Cevabı aşağıda söylenir. Çünkü bizim vücudumuz Hak'tan bize verilmiş bir emanettir, geçicidir.

    Emaneti sahibine iade eden azaptan kurtulur. Allah Taâlâ şöyle buyurur: "Biz emaneti göklere, yere ve dağ-lara teklif ettik de, onlar bunu yüklenmekten çekindiler, (sorumluluğundan) korktular. Onu insan yüklendi. Doğrusu o çok zalim, çok cahildir" (Ahzab, 72).

    Bu âyetteki emanetten maksat, Hakk'ın varlığı, fiilleri, sözleri, zâtı, sıfatları, isimleri ve bütün tasarruflarıdır. Çünkü yer, gök, dağ, taş; hepsi Hakk'ın varlığıdır; fakat Hak isimlerini, fiillerini, sözlerini, zât ve sıfatları ile bütün tasarruflarını insana yükledi. Bütün kudreti ve tasarrufuyla insan yüzünden zuhur eder. Görmüyor musun, Hakk 'in gerek kahrı, gerek lutfu bütün tasarrufu zahir ve bâtında insan yüzünden zuhur eder. Rızkını insan yüzünden verir. Bari bundan hisse, ibret al! Böyle ol!

    İnsan, Hakk'ın görür gözü, tutar eli, söyler dili ve yürür ayağı imiş; her surette Hakk'ın âleti imiş. Bakmaz mısın ki Allah'ın gerek keremi ve gerek lutfu veya gazabının hepsi insan yüzünden zuhur eder. Hak bizim yüzümüzden söyler, görür ve işitir; söz, fiil ve her tasarrufu bizim yüzümüzden ortaya çıkıyorsa, vücudumuz Allah'ın kudretini göstermeye ve tasarrufuna âlettir. Bizde bu tasarruf ve hareketi yapan Hak'tır. Bizdeki bu vücudun Hakk'ın emaneti ve geçici olduğunu bilmeyip Hakk'ın varlık ve tasarrufunu kendi üzerimize alarak vü cudun aslı ile her tasarrufu bizim zannederek nefsimize cahillik ve zulüm yaptık. Bunun için Peygamber, "Nefsini bilen Rabbini bilir." buyurdu; yani nefsini bilen Allah'ı bilir.


    Bizim Hakk'a âlet olup vücudumuzda, hayr ve şer tasarruf eden Hak'tir. Bunu bilir, bizde külli veya cüz'î irade bulunmadığını, irade ve hareketimizin Hakk ile olduğunu ve aslının Hakk'ın olduğunu bilip varlığı Hakk'a verirsen, zulüm ve cahillikten kur tulursun.

    Ey benim canım! Zahir ilmine güvenerek gururlanma. Akl-ı meaşınla bunu idrak edemezsin; an-lamadığın için hulul ve ittihat zannetme. Çünkü hulul ve ittihad şeriatta nasılsa hakikatte de öylece küfürdür. Allah hulul ve ittihadtan uzaktır. Bunda birliktelikten maksat, bir tarafın gizlenip bir tarafın var olmasıdır; belki bir taraf yok olup bir taraf var olmaktır. Bunda ilim, his ve aklın yolu yoktur.


    Kâmil bir mürşid huzurunda can ve baş feda edip onun himmetiyle nûrânî ve zulmânî perdeleri bir bir geçmeden bu sırlar bilinmez; çünkü keşif ve cezbeye muhtaçtır.

    Selim Divane Kırımî el-Nakşbendi (K.S.)

    Müşkilâti'l-Ârifîn * Âdâbu Tarîki'l-Vâsılîn

    " Sohbet sünnet-i müekkededir ; en az iki günde bir bu sünnet yerine getirilmeli... "

    Hace Alauddin ATTAR

  6. #6
    Pürheves ceyhun - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Dec 2007
    Mesajlar
    257

    Standart Kırımlı Selim-i Dîvâne Baba’nın eserleri:

    İnsan Yayınları tarafından "Vuslata Davet" başlığıyla sunulan ve İsa ÇELİK tarafından yayına hazırlanan eser Kırımlı Selim-i Dîvâne Baba’nın iki eserini ihtiva etmektedir: Miftâhu Müşkilâti’s-Sâdıkîn Âdâbu Tarîki’l-Vâsılîn ile Burhânu’l-Ârifîn.

    Selim-i Dîvâne burada bazı alıntılarını okudugunuz bu eserlerden Miftâhu Müşkilâti’s-Sâdıkîn Âdâbu Tarîki’l-Vâsılîn' de “evliyâullâhın âdâbı, itikadı, sülûku, tevhîdi ve Hak’la kıyamları ve halkla muameleleri nasıldır bunu açıklamak için” kaleme aldığını söylemektedir.

    Eser Hak-halk ilişkisi, arifin Hak’la ve halkla ilişkisi konularında yol gösterici ve hakimane bir sesle doludur.

    http://www.insanyayinlari.com.tr/authors.aspx?ID=335
    " Sohbet sünnet-i müekkededir ; en az iki günde bir bu sünnet yerine getirilmeli... "

    Hace Alauddin ATTAR

  7. #7
    Pürheves ceyhun - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Dec 2007
    Mesajlar
    257

    Standart Rabbimin "Divanesi Kırımlı Nakşibendi Dervişi Selim"

    Selim Divane Kırımî el-Nakşbendi (K.S.) 'un Miftâhu Müşkilâti's-Sâdıkîn Âdâbu Tarîki'l-Vâsılîn kitabından bu inci kadar değerli sözleri için Rabbim "Divanesi Kırımlı Nakşibendi Dervişi Selim" kulundan ebeden daimen razı olsun ;
    bu paha biçilmez incileri bu foruma ilk kez taşıyan "mihrali" senden de Allah razı olsun...

    Selim-i Dîvâne kimdir ?

    Selim-i Dîvâne 18. asırda yaşamış bir mutasavvıf Türk şairidir. Tarikat-ı Kâdiriyye ve Tarikat-ı Nakşbendiyye büyüklerinden ve âşıklardan bir zat olup Kırımlıdır.

    İstanbul'da tahsilini tamamladıktan sonra kadılık mesleğine girmiştir. Bosna kadı vekilliğinde iken aldığı manevi emir ile mesleğini terk edip, evvelâ Şeyh Muhammed Efendi isminde bir zata intisab etmiştir. Ve mürşidinin vefatından sonra gördüğü mana üzerine; Kesriyye'de Kâdirî şeyhlerinden Hüseyin Efendi'den tarikat eğitimini tamamlayarak, hilâfet makamına getirilmiştir. Şeyhinin emriyle evvelâ Üsküp'te daha sonra Selanik vilâyet sancağının merkez kazalarından olan Köprülü'de irşad görevine başlamış ve ömrünün sonuna kadar burada yaşamıştır.

    1756 tarihinde vefat edip yapımına muvaffak olduğu dergâha defnedilmiştir.

    Yazmış olduğu şiirlerinde "Dîvâne" mahlasını kullanan müellifimiz -şimdilik bilinen- iki eser bırakmıştır: Burhânu'l-Ârifîn ven-Necâtu'l Gâfilîn ve Miftâhu Müşkilâti's-Sâdıkîn Âdâbu Tarîki'l-Vâsılîn.
    " Sohbet sünnet-i müekkededir ; en az iki günde bir bu sünnet yerine getirilmeli... "

    Hace Alauddin ATTAR

  8. #8
    Ehil Üye alanyali - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Jul 2007
    Bulunduğu yer
    Alanya
    Mesajlar
    2.491

    Standart

    Alıntı ceyhun Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
    Kimseyi incitme. Halka karşı iyi davran, son derece edepli ol. Kendini değersiz, hakir ve âciz gör. Hakk'ın varlığı katında kendini yok bil. Sürekli olarak aczini belirtip niyaz et. Gurur ve davadan uzak ol. Halka karşı iki yüzlülük yapıp keramet göstermeye kalkma.

    Tarikata girmekten maksat nefsin hilesinden kurtulmaktır. Kibir, gurur ve iddia nefsin büyük hilesidir. Eğer sen iki yüzlülük edersen nefsini Müslüman etmemiş olursun, o hâlde nasıl evliya olursun?

    Velî diye, kendisini nefsin gurur ve hilesinden, varlığından kurtarıp nefsini zabdetmiş olan âşıka denir.

    Kendini kimseden büyük görme; sen nasılsan, herkes öyledir. Hakikatte kimse kimseden büyük veya küçük değildir. Herkesin isteğine göre hareket ederek gönüllerini alıp onlara yardım et.

    Eğer sen Hak âşığı olup Hakk'ı seversen, kimseyi incitme, herkesi sev. Herkesi hak bilip onlara hak nazarı ile bak, herkesin hakkını ver. Herkesin hakkını vermek, Hakk'ı nasıl seversen, herkesi öyle sevmektir. Gerçek ile taklit bunda belli olur.

    Bu kısımları şu zamanda her mümin kendine rehber ittihaz etmeli..Gereksiz ve boş ve faydasız ihtilaflarla aramızda soğukluk meydana getirmekten uzak durmalıyız..

    Üstad Bediüzzamanda bize bu zamanda bu dersi vermiş:
    "Adâvet etmek istersen, kalbindeki adâvete adâvet et, onun ref'ine çalış. Hem en ziyade sana zarar veren nefs-i emmârene ve hevâ-i nefsine adâvet et, ıslahına çalış. O muzır nefsin hatırı için mü'minlere adâvet etme. Eğer düşmanlık etmek istersen, kâfirler, zındıklar çoktur; onlara adâvet et. Evet, nasıl ki muhabbet sıfatı muhabbete lâyıktır. Öyle de, adâvet hasleti, her şeyden evvel kendisi adâvete lâyıktır.
    Eğer hasmını mağlûp etmek istersen, fenalığına karşı iyilikle mukabele et. Çünkü, eğer fenalıkla mukabele edersen, husumet tezayüd eder. Zâhiren mağlûp bile olsa, kalben kin bağlar, adâveti idame eder. Eğer iyilikle mukabele etsen, nedâmet eder, sana dost olur. "


    cehennem ağzını açmış, bekliyor; cennet ise ağuş-u nazdaranesini açmış, gözlüyor.

  9. #9
    Pürheves ceyhun - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Dec 2007
    Mesajlar
    257

    Standart Erdim Ben Bugün

    Eyledüm taklidi tahkik mâsivayı terk idüp
    Cezbe-i Rahman ile Sübhân'a irdüm ben bugün

    Ben bugün mâsivayı (Allah 'tan başka her şeyi) terk edip taklidi gerçeğe çevirdim; Rahman 'in cezbesiyle Sübhân olan Allah 'a ulaştım.

    Gitdi kesret geldi vahdet cümle âlem ser-te-ser
    Mahv olup suretle esma cana irdüm ben bugün

    Kesret gitti, bütün âleme baştan başa vahdet geldi. Suret ve isimler yok olup ben bugün cana kavuştum.

    Kalkdı cezbeyle vücûdı bu Selîm Dîvâne'nün
    "Küntü kenz"ün sırrıyam kim kâna irdüm ben bugün

    Bu Selim Divane'nin vücudu cezbeyle kalktı. "Küntü kenz'in (Gizli bir hazine idim, bilinmek istedim, âlemleri yarattım.) sırrıyım ki, ben bugün sırların kaynağına ulaştım.

    Selim Divane Kırımî el-Nakşbendi (K.S.)
    " Sohbet sünnet-i müekkededir ; en az iki günde bir bu sünnet yerine getirilmeli... "

    Hace Alauddin ATTAR

  10. #10
    Pürheves ceyhun - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
    Üyelik tarihi
    Dec 2007
    Mesajlar
    257

    Standart Evlİyaullah SÖzÜ...

    Bakmaz mısın ki ;

    Allah'ın gerek keremi ve gerek lutfu veya gazabının hepsi insan yüzünden zuhur eder.

    Hak bizim yüzümüzden söyler, görür ve işitir; söz, fiil ve her tasarrufu bizim yüzümüzden ortaya çıkıyorsa, vücudumuz Allah'ın kudretini göstermeye ve tasarrufuna âlettir. Bizde bu tasarruf ve hareketi yapan Hak'tır.

    Bizdeki bu vücudun Hakk'ın emaneti ve geçici olduğunu bilmeyip Hakk'ın varlık ve tasarrufunu kendi üzerimize alarak vücudun aslı ile her tasarrufu bizim zannederek nefsimize cahillik ve zulüm yaptık.

    Bunun için Peygamber, "Nefsini bilen Rabbini bilir." buyurdu; yani nefsini bilen Allah'ı bilir.

    ------------
    EVLİYAULLAH SÖZÜ...
    " Sohbet sünnet-i müekkededir ; en az iki günde bir bu sünnet yerine getirilmeli... "

    Hace Alauddin ATTAR

+ Konu Cevaplama Paneli

Konu Bilgileri

Users Browsing this Thread

Şu an 1 kullanıcı var. (0 üye ve 1 konuk)

     

Benzer Konular

  1. Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 26.02.14, 18:50
  2. Bir ârifin tabağında, üç tane zeytin vardı.
    By gamze-i_dilruzum in forum Kıssadan Hisseler, İbretli Öyküler
    Cevaplar: 0
    Son Mesaj: 10.03.13, 19:59
  3. Tahkike Ulaşmanın En Keskin Tariki
    By Ehl-i telvin in forum Risale-i Nur'dan Vecize ve Anekdotlar
    Cevaplar: 7
    Son Mesaj: 30.12.09, 01:34
  4. Burhânü'l-Ârifîn ve Necâtü'l-Gâfilîn'den
    By mihrali in forum İslami Nitelikli Yazılar
    Cevaplar: 14
    Son Mesaj: 04.04.08, 08:17

Bu Konudaki Etiketler

Yetkileriniz

  • Konu Acma Yetkiniz Yok
  • Cevap Yazma Yetkiniz Yok
  • Eklenti Yükleme Yetkiniz Yok
  • Mesajınızı Değiştirme Yetkiniz Yok
Google Grupları
RisaleForum grubuna abone ol
E-posta:
Bu grubu ziyaret et

Search Engine Friendly URLs by vBSEO 3.6.0