Abdülkadir Süphandağı
29.08.2006
Akıl ve izan sahibi hiç kimsi diyaloga karşı olamayacağı gibi, diyalog çalışmasında bulunanların hiç birisi de akıl ve izan çerçevesinde yapılan eleştirilere asla kapalı değil.
Şimdiye kadar bir tek insanın bile hidayetine vesile olamamış insanların gerçekten insaf sınırlarını zorlayan, eleştiriden ziyade bir iftira kampanyası niteliğinde yapılan eleştirilerini de onların hırs ve hasaretle malul iç dünyalarına iade ediyoruz.
Yoksa dostların suizana düşmemek için acaba neler oluyor? Diyalog nasıl yapılıyor? Gerçekten şu belirli hasid bir zümrenin, fasid bir daire içersinde ağza alınmayacak galiz ifadelerle Allah'tan korkamadan, kuldan utanmadan derin yerlere mesaj göndermek için söyledikleri özellikler bu kardeşlerimizde var mı? Tarzındaki sorulara cevap vermek elbette ki bütün dünyayı bir tebliğ diyarı, bütün yürekleri de Muhammedi atmosfere çevirmek isteyenlerin boyunlarının borcu.
Tebliğ Kahramanları büyük bir fedakarlık ve gayretle koştururken sağda solda onlara çelme atmak isteyenlerinde olacağını çok iyi biliyor. Onlar bu garip durumlara karşı da bütün dünyayı saran imansızlık yangınına koşmaktan bir an geri durmadan "Ne ehemmiyeti var" sürçtüğü yerden yeniden koşarak yangın yerine koşmaya başlar.
Bu esnada; gayretli koşmaların bütününün Allah'ın lutuf, ihsan, kudret ve iradesine bağlı şeyler olduğunu, hidayetin ondan olduğu şuuruyla hareket ederken insafsızca eleştirenler:
İslam'ın bu asırda yüz akı olacak gayretli çalışmaların neticesinde Nasr Suresi'nde ifade edilen: "Allâh'ın (vaad eylediği) yardımı geldiği ve zafer kazanıldığı (Mekke'nin fethi ile İslâm'a fütûhat kapılarının açıldığı); ve insanların fevç fevç, küme küme Allâh'ın dînine girdiklerini gördüğün zaman artık Rabbını överek şanını yücelt ve Allâh'tan mağfiret iste. Çünkü O, tövbe ile kendisine dönenleri kabul eder." (110, Nasr Suresi) fermani subhanisine bile inanmazlar, inanmak istemezler.
Neden biliyor musunuz? Yahudi mantık ve mantalisetesi içersinde "o bize layıktı, onu biz yapmalıydık, neden bizim içimizdekilere verilmedi" gibi Allah korusun insanı tepetaklak götüren düşüncelerden dolayı.
Bir zamanlar bu ülkede yine buna benzer olaylardan sonra Milli Eğitim Bakanı'nın "bu ülkeye kominizm getirilecekse onu yine biz getireceğiz" tarzında ifadesi akla gelince, insan her asırda insan olduğu, Asrı saadette efendimizin kendi kabileleri içersinde çıkmadığı için kabul etmeyenlerin, bu gün aynı mantıkla ön cephede olmadıkları ve bu yüzden de diyalogdan mahrum kaldıklarından, diyalogun kendilerine nasip olanları toptan bir red psikolojisi ile nefis odaklı saldırıda bulunuyorlar.
Allah insana akıl vermiş, izan vermiş, vicdan vermiş. Bütün bu ilahi vergilere sahip bütün hakşinaslar eşit şartlarda yapılan bir diyalogdan İslam'ın her asırda olduğu gibi bu asırda da galip çıkacağını kabul ediyorlar. Hem Allah'ın aziz dininin başka izm ve dinlerle yarışma gibi bir derdinin olmadığını bilip kabul ediyorlar. Ama ne var ki yine aynı İslam, yeryüzünde hiçbir insanın iman nimetinden yoksun olarak Allah'ın huzuruna gitmesini kabul etmez. Bu yüzen İlayi Kelimetullah ile ifade edilecek bir hayat tarzı ile müminleri bu kudsi görevle göreve, gerekirse hicrete davet eder. Bu emri suhhaniyi yüreklerine yerleştirip yüzlerini aydınlatan insanlar, bu yüzden gittikleri her yerde bir tebliğ ve temsil eri gibi çalışır. Ona ve onun tertemiz yüreğindeki hakiki İslam'a toslayan, rast gelen her insan kalbi mühürlü değilse "Kelime tevhidi" gönülden söyleyerek Kainatın sultanına bende olma gibi cihan paha bir şerefe nail olur.
Diyaloğa karşı çıkanların en başlıca yanılgısı onların bu köksüz mantıklarının Kur'an ile çelişmesidir.
Yani her zaman olduğu gibi Allah'ın ayetlerini bile kendi sığ mantıklarına göre ele alıp yorumlama gayretleridir. Ayetleri bütün tefsirciler ele alırken onun siyak ve sibak bütünlüğü içersinde ele alırlar. Yani ayetlerin iniş zamanları, iniş anlarındaki olaylar ve birbiriyle ilgili ayetlerin birbirleriyle ilgi ve alakaları bu anlamda çok önemlidir.
Şimdi konu ile ilgili ayet ve yorumları gençadam.net sitesindeki "Diyaloğ karşıtlarının Kur'an ile çelişkileri" isimli yazıdan aynen alarak veriyoruz.
"Mesela , Kur'anı Kerim Ali İmran suresi, 64'te (mealen): "De ki: Ey Ehl-i Kitap, Sizinle Bizim Aramızda ortak Olan Bir Kelimeye Gelin: Allah'tan Başkasına İbadet Etmeyelim ve O'na Hiçbir Şeyi Ortak Koşmayalım" (1)
Ankebut suresi, 46'da (mealen): "İçlerinden zulmedenleri bir yana, Ehl-i Kitapla ancak, en güzel yoldan mücadele edin ve deyin ki: 'Bize indirilene de, size indirilene de iman ettik. Bizim ilâhımız da, sizin ilâhınız da birdir ve biz O'na teslim olmuşuzdur." (2)
Mümtehine suresi, 8'de (mealen): "Allah, sizinle din uğrunda savaşmayan ve sizi yurtlarınızdan çıkarmayanlara iyilik yapmanızı ve onlara adil davranmanızı yasaklamaz." (3) diyerek, yani Ehl-i Kitab ile Diyalog ve iyi ilişkiler tesis edin, derken Kafirlere karşı nasıl bir tutum izlenmesini öğütlemektedir.
Şayet Kur'anı Ehl-i Sünnet Uleması gibi siyak ve sibak bütünlüğü içinde, yani önce nazil olan Ayetler ile sonra nazil olan Ayetleri birbiriyle bağımlı bir bütün olarak kabul etmezsek, o zaman (yüzbin defa Haşa) Kur'an-ı kerimi bir çelişki içinde göstermiş oluruz ki , Diyalog karşıtı kardeşlerimizin yanılgıları burada başlamaktadır. Çünkü, Diyalog karşıtı kardeşlerimiz, bizim ilk paragrafta bahsettiğimiz Kafirlere karşı Diyaloğu ve iyi muameleyi emreden Ayetleri görmemezlikten gelip, sadece daha sonra bahsettiğim Ayetler üzerine konuştuklarından, yanlışa düşmektedirler.
Buna isnaden soruyoruz: "Kur'anı Kerimde işimize gelen Ayetleri alıp işimize gelmeyen Ayetleri görmemezlikten gelmek, Hakiki bir müminin izleyeceği yol mudur? Diyalogu emreden Ayetleri ne yapacaksınız? Bu Ayetler bugünü kapsamıyor mu diyeceksiniz? Veya nesh edilmiştir diyerek Ehl-i Sünnet Müfessirleri ile çelişeceksiniz? İzninizle bir örnekle konuyu biraz daha açalım:
Maide Suresi, 51 (mealen): "Ey inananlar! Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin. Onlar birbirlerinin dostlarıdırlar. Sizden kim onları dost edinirse kuşkusuz o da onlardandır. Şüphesiz Allah zalimler topluluğunu doğruya iletmez." Yani Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin, derken;
Maide Suresi, 5 (mealen): "Mü'min kadınlardan iffetli olanlarla, daha önce kendilerine kitap verilenlerden olan iffetli kadınlar da, mehirlerini vermeniz kaydıyla; evlenmek, zina etmemek ve gizli dost tutmamak üzere size helâldir." diyerek, Yahudi ve Hıristiyan hanımlarından iffetli olanları ile evlenmeye cevaz vermektedir.
Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyin yaklaşımını Elmalı Hamdi Yazır ve Bediüzzaman Said Nursi Hazretlerinin anladığı şekliyle anlamazsak, o zaman bir Ayeti "Yahudi ve Hıristiyanları düşman edinin," diğer Ayeti de "Düşman edinmenizi emrettiğim Yahudi ve Hıristiyanların hanımları ile evlenebilirsiniz" şeklinde anlamış oluruz ki, -haşa- bariz bir çelişki ortaya çıkmış olur. Çünkü hem düşman edinin hem de düşmanınız ile evlenebilirsiniz anlamı çıkmaktadır ki, işte bu çelişki –yüzbindefa haşa- Kur'an'ın değil, Kuranı siyak ve sibak bütünlüğü içinde değerlendirmeyen Diyalog karşıtı kardeşlerimizin çelişkisidir!