Semavât ve arzın yaratılışı, insanın yratılış safhaları, dağların nehirlerin faydaları,
arının ilhama mazhariyeti, baharın haşre benzerliği gibi nice ibretli tablolar
insan aklına takdim edilmiş. Ve ondan düşünmesi, anlaması ve şükretmesi istenmiş.
Bu büyük vazifeyi yerine getirenler, hiçbir devirde eksik olmamışlar.
Bunun yanında, çoğu kimseler de bütün bunları bir ömür boyu hiç düşünmeden
yaşamış, hayatlarını tam bir gaflet içinde geçirmişler. Kimi dünyevi ikbal peşinde
koşarken, kimi nefsini sefahat âlemlerinde gezdirmiş…
Aklını yerinde kullanmayı başaran insan, yaprağın oynamasında rüzgârı seyreder,
Parmağın hareketinde ruhu keşfeder.
Okşamada şefkati, yardımda merhameti, ni’mette ikramı görür.
Eserde sanatı okur, sanattan sanatkâra intikal eder.
Okuldan mezuniyet sonrasını, dünyadan ahireti seyreder.
Günahta hesabı, inkârda ebedi azabı görür.
İşittiği her cümleyi, bir ağacın meyvesi, yahut bir fabrikanın mahsulü gibi
değerlendirir; o sözün arkasında çalışan akıl tezgâhını hayâlen seyreder.

Şuursuz, akılsız, iradesiz ve hayatsız bir kâinatın elinde yetişen canlılar âlemini,
İiretle temaşa eder. Kâinatı bir saray, canlıları misafir, insanları halife,
sebepleri Hizmetçi olarak değerlendirir.
Ağacın gölgesinde meyvesini yerken, ciğerlerni temiz havayla doldururken,
ne ağaca, ne havaya değil, tabiatın tek sahibi ve Hâlık’ı olan Allah’a şükreder.
Hayat nimetine kavuşan her canlıda ihya, yâni “hayat verme” fiilini okuduğu gibi;
suretlerde “tasvir”; güzelliklerde “tezyin” fiilini okur…

Kalbi, bu sonsuz fiillerin tek sahibi olan Allah’ın marifeti ve muhabbetiyle dolar.
Âlemde hiçbir varlığın başıboş olmadığını görür ve kendine çekidüzen verir;
kulluk vazifesine azami hassasiyet gösterir.
Kendisine ihsan edilen bütün duyu organlarının, sınırlı olduğunu bilir ve onların
her iki yanında sonsuza doğru dalga dalga uzayıp giden âlemleri hayran hayran
düşünür. Aczinin ve fakrının sonsuzluğunu idrak ile kulluğun zevkine erer.
Bedenleri hayatla neş’elendiren ve hissiyatla kaynaştıran Cenâb-ı Hakk’ın,
şu sonsuz âlemleri de hadsiz meleklerle ve ruhanilerle şenlendirdiğine inanır.
Beşeri hiçbir fabrikanın, hiçbir tezgâhın boşuna çaılşmadığını dikkate alır ve
“dünya ahiretin tarlasıdır” hadis-i şerifini bu şuurla tefekkür eder. Eğer âhiret
olmazsa, bu âlemin kendi mahsulâtını yine kendi içinde tüketen, eritip
mahveden bir tarlaya benzeyeceğini düşünür…

Prof. Dr. Alâaddin BAŞAR