Toptancılık Kime Yarar?

Kur'an-ı Hakim’in en celâlli sûresi, Tevbe Sûresi olsa gerektir.

Bu sûre, özellikle ilk âyetlerinin içerdiği sert ve ağır hükümlerden dolayı, ‘Besmelesiz’ başlar; yani, Allah’ın ‘Rahmân’ ve ‘Rahîm’ isimlerine ve de ‘rahmet’ sıfatına atıfta bulunmaksızın...

Ancak, bu en sert sûrede dahi, Âdil-i Hakîm’in kesin ve genel hükmü bildirirken, birbiri ardısıra, ‘istisna’ları da sıraladığını görürüz.

Sûre, ehl-i küfre karşı son derece sert hükümler getirirken, sürekli ‘istisna’lar koyar.

Mü’minlerle anlaşma yapmış münkirler, mü’minlerle yaptıkları anlaşmaya sadık kalan münkirler, mü’minlerden eman isteyen münkirler.. diye devam eden bir çizgide gelişen ‘istisna’lardır bunlar.


Vaktiyle küfranî bir hayat içinde mü’minlere zulüm ve haksızlık etmiş de olsa tevbe edip iman dairesine girmiş olanlar da, elbette bu ‘istisna’ kapsamındadır.


Sonuçta, bu en celâlli sûrede dahi, ‘umumî’ olan ama ‘toptancı’ olmayan hükümler karşılar bizi. Rabb-ı Rahîm, içerdiği celâl yüklü hükümlerden dolayı ‘Rahmân’ ve ‘Rahîm’ ismiyle anılmadan başlayan bu sûrede dahi, kurunun yanında yaşı da yakmayan bir adalet ve rahmet dersi verir biz mü’minlere.

Bu dersin bir de hikmet veçhesi vardır.


Bir gerilim durumunda, karşı tarafta yer alan herkesi aynı kategoride değerlendirmek, anlaşmaya, uzlaşmaya ve hatta safını değiştirmeye açık ve müstaid olanları da sertleşmeye ve keskinliğe iter çünkü.


Birinin hatasıyla başkasını mes’ul tutmayan, karşımızda duran herkesi tek-tipleştirmeyen, aradaki nüansları görüp gözeten bir tavır, bize yeni muhataplar kazandırır.


‘Karşımızda’ olmakla birlikte ‘mâkul’ ve ‘insaflı’ insanlarla bir diyalog zeminini aralar.

Ki, böyle bir zemin ‘inadına karşımızda’ olanların işine gelmez.

Onlar, ‘gerilim’den beslenirler.

‘İnadına inkâr’ı benimsedikleri için, onlara Allah’ı ve ahireti ve bu dünyadaki yükümlülüklerini hatırlatan mü’minlere karşı kalıcı bir nefretleri vardır; ve kazara o yola düşmüş başka insanlarda da böyle bir nefreti sürdürebilmek için, bizim karşımızdaki herkesi ‘öteki’leştiren, yaşı kurudan ayırmayan adaletsiz ve rahmetsiz bir duruş sergilememize ihtiyaçları vardır.


Ve ne yazık ki, en celâlli sûrede dahi toptancı olmama dersi bütün açıklığıyla verildiği halde, böylelerine bu fırsatı veren mü’minler yok değildir, azımsanacak oranda da değildir; ve gerilim baki kaldıkça, bu oran hiç gerilememektedir.

Meselâ, bu diyarda ve dârü’l-İslâm’ın başkaca yerlerinde “Yahudi ve Hıristiyanları dost edinmeyiniz” (Mâide, 51) âyetini ezberine alan, ama aynı sûredeki “Müslümanlara sevgi yönünden en yakın olarak, ‘Biz Hıristiyanız’ diyenleri bulursun” âyeti (Mâide, 82) kendisine henüz nazil olmamış yüzbinlerce, belki milyonlarca insan vardır.

Bu kişiler, yine aynı sûredeki, “Ey iman edenler! Allah için duran hâkimler, adalet nümunesi şahitler olun. Sakın bir topluma kızmanız, sizi adaletsizliğe sevk etmesin. Âdil olun; takvaya en yakın olan budur!” (Mâide, 8) âyetinin de henüz—ve hâlâ!—farkında değillerdir.

Sonuçta birileri germek ister, birileri gerilir.

Birileri mü’minlere nefret eder ve nefretle davranır, bunun karşılığında kimi mü’minlerde toptancı bir nefret devşirir. Sonra da, o nefret karelerini cümle âleme teşhir edip, “Görmüyor musunuz; bunlar işte böyle! Bunların hepsi böyle aslında! Böyle gözükmeyeni de böyle; ama takiyye yapıyorlar!” söylemine sarılır birileri.

Ve bu hengâmede, olan, ortadakilere olur; itidal ve insaf ehline olur; birbirini dinleyebilecek, anlayabilecek, anlaşabilecek, uzlaşabilecek durumda olanlara olur.

Küresel düzlemde de bu yapılıyor yıllardır; şu ülkede de...

Birileri, bir Hudeybiye’miz olsun istemiyor. Birileri diyalog istemiyor. Birileri farklı da düşünseler, inanışları farklı da olsa, insanların birbirleriyle efendice konuşabildiği zeminler istemiyor. İnsanlar birbirlerini dinlesin, anlasın istemiyor. ‘Kavga’nın yerini ‘söz’ alsın; insanlar nefretle kavga edeceğine, anlayış içerisinde söyleşsin istemiyorlar.

Çünkü, güçlüler, ama sözleri güçlü değil.

Biliyorlar ki, iş ‘sözün gücü’ne kaldığında, kaybedecekler.

Onlar böyle de, ya inanıp dayandıkları Söz güçlü olanlara ne oluyor? Nedir bu şiddet, bu öfke, bu hınç?

Bu oyuna düşmeyelim.

Bilelim ki, toptancı yaklaşımlar, hele ki toptancı bir nefret, bizim en şedit düşmanlarımıza yarıyor.

Üstelik, bu diyardaki ve başka her yerdeki kalbi imana açık ‘eşiktekiler’in ‘karşı tarafta’ öylece kalakalması pahasına!

Metin Karabaşoğlu 2005 Yeni Asya